- 1440 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
BABAMIN ÖLÜMÜ
Bir kişinin, anne ve babasının yanında büyümesi, mutlulukların en büyüğüdür. Anne, babadan veya her ikisinden ayrı olarak büyümenin, ne anlama geldiğini ancak ve ancak onu yaşayanlar bilir. Aile olmak ve bir arada yaşamak çok önemlidir.
Küçüktüm, hem de okula adımını atamayacak kadar küçüktüm. Acılara üzüntülere ağlamayacak kadar küçüktüm. Zararı, kârı bilmeyecek kadar küçüktüm. Bin Dokuz Yüz Altmış Dokuz Şubatında doğduysam, babam bin dokuz yüz yetmiş dört baharında vefat etti. Nüfus cüzdanına bira küçük yazdırmışlar. Eskiden doğum tarihini günü gününe tarihi tarihine nüfusa yazdırma yağın değildi. Benim gibi bu talihsizliği yaşayanlar çoktur Anadolu’da. Henüz dört veya beş yaşındaki bir çocuğun, baba hasreti yüklü duygularını dile getiriyorum.
Babam, yıllarca gurbette çalışmıştı. Sırf bizleri büyütebilmek ve başkalarına muhtaç etmemek için gurbetin çileli yollarını tutmuştu. Helal rızık kazanmış çocuklarına yedirmişti. Az kazanmış ama kanaatkâr olmuştu. İşlerin en zoru olan inşaatta çalışmıştı. Her işin beden gücüyle yapıldığı inşaat işiydi bunlar. Çalışırken de inşaat köşelerinde; aç ve susuz kalmıştı. Soğuk yerlerde yatmış; yatmaya bazen yatak bile bulamamıştı. Bu yüzden de hastalanmış, hastalığı genç yaşında arttıkça artmıştı. Hastalığı kartopu gibi yuvarlanarak büyümüştü…
Yılda dört mevsim olmasına rağmen, en sevdiğim -tabii ki annemle birlikte- varlığın ölüm mevsimini hatırlamakta zorlanıyorum. Galiba babam, ilkbahar mevsiminde vefat etmişti. Yağmurlu soğuk havalar devam ediyordu. Madımaklar çıkmış, koyunlar kuzularına kavuşmuştu. Tabii ki koyunlar kuzularına kavuşurken babam beş kuzusundan sonsuzluğa doğru ayrılacaktı. İki kuzusu kendisinin ölümünü bile anlamayacak ve ölümüne ağlamayacak kadar küçüktü ve masumdu. Dile kolay beş masum körpe kuzu…
Tarihi bir odamız vardı. Karahacılı köyünde taş duvarlı, içi ahşap dolaplar yüklü tarihi bir odaydı burası. Odanın yapılma zamanı, bin sekiz yüzlü yıllara rastlamaktadır. Bu oda Karahasangiller camiası için manidar bir odadır. Büyüklerimiz bu odanın boş olmadığını, yatır olduğunu hatta gördüklerini dile getirirler. Şöyle ki savaş zamanında şehit düşen askerin mezarının üzerine yapıldığı tahmin edilmektedir.
Köklü köylerde bu tür tarihi odalar mevcuttur. Burada gençler, yaşlılar ve çocuklar özellikle kış aylarında oturulur, sohbet yaparlar ve gençler yöresel oyunlar oynarlardı. Düğünlerde misafirler için misafirhane olarak kullanılırdı. Bardaklık mevcuttu. Bardaklığın altında lavabo olur, üst tarafında öteberi konurdu. Su içmek için çam ağacından bardak mevcuttu. Bardaklık denmesinin sebebi de budur. Odanın tavanında ardıç hezenleri uzanırdı. Buram buram tarih ve töre kokmaktadır. Burası köylüler için bir kültür merkezidir.
Odanın bölme kısmında bir salon bulunmaktadır. Ayakkabılar buraya dizilir. Odun soğan patates vb. kışlık malzemeler salonda bekletilirdi.
Odanın iç kısmında esrarengiz işlemeli dolaplar mevuttu. Yatak yorgan buraya düzgün bir şekilde istif edilirdi. Kapakları güzelce kapatılırdı. Dolabın girintili yerinde; lamba, kandil ve löküslerin konduğu yer mevcuttu. Odanın tam ortasın kocama bir soba vardı. Cami sobaları kadar büyük bir soba. Bütün odayı fırın gibi ısıtırdı. Bundan ziyade insanların samimi duyguları ısıtırdı bu kültür merkezini. Bayramlarda ve özel günlerde o da canlılığını hiç kaybetmezdi. Bayram ve düğün yemekleri bu güzelim odada yenirdi. Gençler kıpır kıpı hizmet ederlerdi.
Babam çok hastaydı. Evimiz dar ve hasta bakımına müsait olmaması dolayısıyla, onu tarihi odaya aldılar. Oda, tıklım tıklım köyümüzün halkıyla doluydu. İnsanlar burada nefes almakta zorluk çekiyorlardı. Sağ olsunlar, babamın son demlerinde köylülerimiz yalnız bırakmadılar.
Odanın içindeki duvar kenarının hafifçe yüksek yerine, kocaman bir yatak sermişlerdi. Yatağın ortasında, yani ölüm döşeğinde henüz yaşı otuz dördü bulmamış bir delikanlı vardı; adı Satılmış’tı. Bu ölüm yatağındaki adam, benim sevgili babamdı. Henüz saç, sakal ve bıyıklarına ak düşmemiş bir delikanlıydı. Ömrünün baharında olan bir gençti.
Babam, orta boylu, avurdu içine çökük, ince ve zayıf bir vücuda sahipti. Hastalığından dolayı, onun boğazından çıkan harıltı, dış kapıya kadar duyuluyordu. Babam, orada yani odanın ortasında, sessiz sedasız insanın gözüne pel pel bakıp duruyordu. Yemiyordu, içmiyordu. Bazen gözlerini çandıya dikiyor, saatlerce oraya bakıyordu. Hastanın başında duran insanlar, nefeslerini tutmuşlar, babamın nefes alması için yüce Allah’a dua ediyorlardı. Arada sırada kuruyan dudaklarını ıslatıyorlardı. Aman Allah’ım! Bir insanın ancak bu kadar seveni olurdu…
Kapıyı açtım, ufacık adımlarla herkesin bana sevgi dolu bakışları arasında, biraz da acıma duygusu ve merhametli bakışları arasında, babamın yatağına doğru yaklaştım. Babamın başucuna oturdum. Onun yanı başında duranlardan biri, elindeki sineklikle babamın üzerine konmak isteyen sinekleri, durmadan kovalamaya çalışıyordu. Diğer birinin elinde, ıslak bir bez parçası vardı bununla dudaklarını ıslatmaya çalışıyordu. Ona su vererek, onun susuzluğunu gidermeye çalışıyordu.
Dedem Hacı Yusuf ve ebem Aniş’in bütün çocukları, kendileri hayattayken ölmüş, sadece iki evladı hayatta kalmıştı. Bunlardan biri de ölüm döşeğinde ölümle yüz yüze gelmişti. Babamın adını, babam doğuncaya kadar bütün çocukları öldüğü için; Allah’a satılmış, Allah’a adanmış anlamına gelen “Satılmış” koymuşlardı. Köylüler ve onun arkadaşları ona “Sato” derlerdi. Anadolu’da “Satılmış ve Satı” isimleri çok yaygındı. Sebebi de buydu.
Şimdi yatağının ortasında, nefes alıp vermede zorlanan; zayıf, cılız, yanakları içine çökmüş ve elmacık kemikleri ileri fırlamış, göz çukurları daha da derinleşmiş bir Sato vardı. yün yatağının içinde sessiz sedasız boylu boyunca sırtüstü yatıyordu. Hastalık onu yiyip bitirmişti. Vücudu tanınmaz hale gelmişti.
Yanı başında duran adamlar, ikide bir onun elinden tutuyorlar, ayak parmaklarından tutarak birbirlerine endişeli ve korkulu bir şekilde soğuk soğuk bakıyorlardı. Benden de sevgi dolu bakışlarını uzaklaştırmıyorlardı. Bir bana, bir babama bakıyorlardı. Körpecik bir yavrunun, ölüm döşeğindeki gencecik adamın yanı başında durması, insanların merhamet ve acıma duygularını zirveye çıkarıyordu. Bense ölüm ve ölümcül hastalığın ne anlama geldiğini bilmeksizin, etrafa bön bön bakıyordum. Herkes de bana öyle bakıyordu. Oda da sessiz ağıtlar yakılıyor gözyaşları kalbe ılık ılık akıtılıyordu.
Babamın ağzına bembeyaz köpükler yığılmıştı. Çok yükseklerden düşen suyun oluşturduğu beyaz köpükler gibi bir köpüktü bu. Sinekler de dur durak bilmeden, hastaya konup konup kalkıyordu. Babamın yanı başındakiler de sineklerle durmadan mücadele ediyorlardı.
Babamın canı, ayaklarından toplanarak göğsüne doğru çekiliyordu. Ağzı, buz kesmişti. Koskoca odadan çıt çıkmıyordu. Herkes nefesini tutmuş bekliyordu. Kocaman odayı ölüm sessizliği çoktan bürümüştü. Bense babamın başucundaki yastığın üzerine oturdum. Kendi dünyam ile baş başa idim. Babamı ve odadaki insanları izliyordum. Onlara masumiyet yüklü bakışlarımla bakıyordum, onlar da bana merhametle bakıyorlardı...
Odadaki sessizlik daha da arttı. Babamın soluğu gittikçe bitiyordu. Bu olay bir müddet devam etti. Sonra insanlar, birden birbirlerine soğuk soğuk bakmaya başladılar. Kocaman odayı, büyük bir sessizlik ve matem kapladı. Bu odada onun çok yakın arkadaşı İmamın Koca Osman da vardı. Halasının oğlu olurdu. Onunla yedikleri ve içtikleri ayrı gitmezdi.
Yakın arkadaşı İmamın oğlu Koca Osman aniden:
“Sato, Allah’ın rahmetine kavuştu…” Dedi.
Odada birden büyük bir çığlık, bağrışmalar ve ağlaşmalar başladı. Herkes benim babamın yanı başımda olduğumu çoktan bile unutmuştu. O, ağıtların ne anlama geldiğini bilmeksizin, ben de onlara katıldım ve katıla katıla ağlamaya başladım. Öyle bir ağlıyordum ki, benim bu ağlayışım odadakilerin ağıtlarına adeta ağıt kattı ve ağıtlarını coşturdukça coşturdu. Ufacık göz teknemde bulunan yaşları sicim gibi indiriyordum…
O güne dek, büyük adamların, bu denli ağladıklarını hiç şahit olmamıştım. İlk defa babamın ölümünde; uzun sakallı, yaşlı, bıyıklı ve iri yarı adamların hüngür hüngür ağladıklarına şahit oldum. Neyse ki benim orada olduğumu biri anladı. Bu kişi, yavaş ve sakin adımlarla bana yaklaştı. Bir baba şefkatiyle beni bağrına basarak odadan çıkardı. Beni cenazenin olduğu bölgeden uzaklaştırdı ve ana kucağına verdi.
Ben, odadan uzaklaşırken, ağıt sesleri hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu…
22.10.2007
Akdağmadeni