SİZ HİÇ AKLINIZI YİTİRDİNİZ Mİ?
Hiç, bir anlığına dahi aklınızı yitirdiğinizi düşündünüz mü? Ya da bir yakınınızın aklını yitirdiğini düşünebiliyor musunuz?
Hepimiz potansiyel engelli adayıyız! Benim sözüm, benim tespitim falan değil. Ama gerçek! Hem de ölüm kadar net ve ölüm kadar da acı.
Ani bir fren, beklenmeyen bir talihsizlik, bir anlık gaflet, geliyorum diyen felaket, tabii afet vesaire vesaire…
Veya aldığımız bir telefon mesajı veya haber ile çok yakınımızın başına gelen bu türden olaylar ile yine bir acı ile karşı karşıya kalabilme ihtimali…
Kader ! Amenna ve saddakna!
Hepimiz bir organımızı, bir uzvumuzu bir gün elbette kaybedebiliriz. Allah hepimizi bu tür imtihanlardan korusun! Parmaksız, kolsuz, bacaksız kalabilir, kör olabiliriz. Resmen o çok sevdiğimiz hayat ile hayatın o bütün renkleri ile aramıza fizikken küçük ama ne büyük engel girmiş olur düşünebiliyor musunuz? Resmen o kayıp olan küçücük parçamız, çörekleniverir üzerimize de, ne kadar büyük ve önemli olduğunu ancak o zaman hissetmez miyiz?
Gidince anlamıyor muyuz gidenlerin kıymetini ve ancak kaybettiğimizde anlamıyor muyuz sağlığımızın kıymetini?
Bir de akıl denen emanetimizi yitirdiğimizi düşünebiliyor musunuz?
Engellendiğimizi bile düşünemediğimizi...!
Engelli olduğumuzu bile bilemeyecek kadar engellendiğimizi…
-Ayaklarım yok, yürüme engelliyim. Engelli rampaları yapılamaz mı?
- Görmüyorum. Beyaz baston talebim karşılanamaz mı veya sarı şeritli yollar yapılamaz mı?
- Duymuyorum! İşitme engellilere yönelik programlar yapılamaz mı?
-Konuşamıyorum; işaret dili eğitimleri almak istiyorum.
Çok şükür biraz da olsun fark ettik bunları, bu seslenişleri. Hatta ilk defa yeni yeni isimlendirmeye başladık da çoğalıverdi sesleri. Kamuya memur, özel sektöre mecburi istihdam, sosyal destekler ve eğitim yardımlarında çığır açılması. Hatta bunlardan nemalanmaya, yapılan yardımlara göz koyup el uzatan tüccar bozuntularını bile görmeye başlamadık mı?
Kimsesizlerin kimsesi olmak, galiba zaten böyle bir şey!
Ama içim rahat değil! Dedim ya onlar engelli olduklarını, engelli sayıldıklarını bile bilmekten uzaklar. Gözleri var, görmüyorlar; dilleri var, konuşmuyorlar; ellerinin, ayaklarının varlıklarından bile habersizler. Sözde yürüyorlar, sözde gülüyorlar, sözde yaşıyorlar….
Sosyal devletiz! Yarım asrı geçkin bir zamandır da, anayasasında sosyal devlet ilkesi yazan ülkeydik de; yeni başlamadık mı sosyal güvencesi olanlara eşit sağlık hizmeti sağlamaya? Yeni başlamadık mı her ailemize hekim tahsisine? Nitelikli özel sağlık hizmetleri ile kamu sağlık hizmetlerini rekabet ettirebilme cüretini bile yeni yeni yapmaya başlamadık mı? Hatta sosyal güvencesi olanlara bile, sağlığın her türünde özel sağlık hizmeti alma şansı veriliyor. Ama akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayanlara, maalesef bu konuda yapacak fazla bir şeyimiz yok!
Ülkemizde bu amaçla İstanbul dışında kurulan ve kurulma emirlerinde M.Kemal’in imzasını taşıyan, 1926 tarihli, iki büyük hastanenin biri Elazığ, diğeri ise Manisa’da bulunuyor.
Kısa adı RUSİHAK olan Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi’nce 2008 yılında hazırlanan raporda; “Türkiye’de ruh sağlığı konusunda faaliyet gösteren hastanelere uzun yıllar yatırım yapılmadığı, bu hastanelerde tedavi gören kişilerin büyük bir kısmının hastaneye kendi isteklerinin dışında yakınları veya kimi durumlarda polis tarafından getirilerek yatırıldığı, bu hastaların tekrar tekrar hastaneye dönüş oranlarının ortalama yüzde 70 civarında olduğu, hastanelere veya servislere bağlı olarak odalarda kalan kişi sayısının 1 ila 25 arasında değiştiği, Manisa’da kadın servislerinde hastaların 6-8 kişilik, hükümlülerin 28 kişilik tek bir koğuşta kaldığı, bazı hastaların genel sağlık durumlarından kaynaklanan özel beslenme ihtiyaçları olduğu, hastaların ciddi genel sağlık sorunları yaşadıkları, hastalarda en sık görülen sağlık sorunlarının ise kalp, akciğer, ağız ve diş sağlığı sorunları, düşmelerden ve kavgalardan kaynaklanan yaralanma ve sakatlanmalar ile ürolojik sorunlar olduğu, hastanelerin genel tıbbi bakım ve tedavisi konusunda gerekli donanımın bulunmaması, hastaların genel sağlık sorunları yaşamaları nedeniyle başka hastanelere gitmek zorunda olmasının, ruh sağlığı hastaneleri ile genel hastaneler koordinasyon eksikliğinin ciddi sorunlara yol açtığı, hastanelerin hepsinde el işi, resim, müzik uğraş etkinlikleri başlatıldığı, ancak bu hizmetlerden yararlanan hasta oranının yüzde 10-20 civarında olduğu, kurum çalışanlarının koşullarının, motivasyon seviyelerinin hasta ve yakınlarına sunulan hizmeti doğrudan etkilediğine işaret edilen açıklamada, ruh sağlığı hastanelerinin tümünde her kademede çalışanların oldukça ağır iş yüküne sahip olduğu, psikiyatr islerin bazı günler 50’ye yakın hastayla ilgilendikleri, hasta başına düşen sürenin 5-10 dakika ancak olabildiği, bütün hastanelerde özellikle hastalarla en çok vakit geçiren hasta bakıcı, hemşire, güvenlik görevlisi gibi çalışanların motivasyonlarının çok düşük ve yıpranmış oldukları, servislerde çalışan hemşire ve hasta bakıcıların özellikle gece nöbetlerinde kendilerini güvende hissetmediği” belirtilmiştir.
Sahi: siz hiç, bir anlığına dahi aklınızı yitirdiğinizi düşünebildiniz miydi?
İsterseniz gelin iyi düşünelim. Manisa’nın bu bölgede en tanınan objesinin ne mesir, ne de, üzüm olmadığını biliyoruz. Manisa’nın isminin bu bölgede en çok bu biricik bölge hastanesi ile anıldığını, biraz aykırılıkların bile’ Manisa’lık’ diye adlandırıldığını duymuyor muyuz?
Tıp tarihimizde hep şifa dağıtan yer, çare üreten il olmayı başarmış bu kentin yine sağlığın merkezi ve efendisi olacağı ümidi ile kıpırtılarını hissediyorum. Bütün ahval ve şeraite rağmen kararlı ve azimli kadroları gördükçe zaferin ayak seslerini duyuyorum.
Bu satırların yazıldığı günlerde, bu konuda kulağımıza gelen bir iç açıcı gelişmeyi de paylaşmak istiyorum. Manisa’nın bu önemli derdi, artık emin ellerde ve ümit verici açıklamalar yakında yapılacak gibi.
Siz yine de siz olun ve yitirmeden aklınızı, bir anlığına dahi yitirdiğinizi düşünüverin.
Tabii kolaysa…
Erdal ÇİL