BİR SES BÖLER
Yine böyle bir pazar günüydü. Dört yoldaki durakta buluşup çağlayana gitmeyi planlamıştık. Hava oldukça güzel, ışıl ışıldı. Baharın güzelliği Erzincan’a bir başka yakışıyor, güneş Erzincan sokaklarına bir başka düşüyordu adeta. İçimdeki mutluluğu taşa, toprağa, kaldırımlara her şeye ama her şeye yansıtmıştım. Durakta beklemeye başladım. Durağın hemen karşısındaki yıldız fırınından süzülüp ciğerlerimi işgal eden taze mis kokulu ekmekler acıktığımın bir belirtisiydi sanki. İlkin ben gelmiştim durağa ve onu bekliyordum saat 2 sularında boğuluyor, zaman durmuş gibi yerimde duramıyordum. Otobüslerin geldiğini durağa yanaştığını bile fark etmemiş olacağım ki yaşlı amcanın bana ’oğul demesiyle’ irkildim.- iç taşlara kaç numara gider. -arkadaki 9 numara bin amca der demez oradan uzaklaşıp dolmuşların yanına vardım. Kalbim, kafesinden çıkarcasına atmakta olduğunu fark ettim. Nefes alıp dolmuştan inen kalabalığa bakınmaya başladım. Gözlerim onu aramaya başladı çok geçmeden bulmuştum onu 8 numaradan inmiş, sigarasını yakmış, kulağındaki kulaklıklardan dinlediği müziği kendi kendine mırıldanıyordu. Siyah kot pantolonu, üzerine giydiği beyaz ipeğimsi gömlekle ışıl ışıl görünüyor; omuzlarından sarkan düz kumral saçları ise onu çekici kılıyordu. Gözlerindeki gözlük her ne kadar gözlerindeki güzelliği görmeme kilit vursa da o başlı başına bir dünyaydı benim için. Hemen yanına vardım ve sarıldım. Bir bebeği sever gibi, masum bir çocuğun gözyaşlarıyla sakındığı bir oyuncağına sarılması gibi sarıldım ve sevdim. Sonra el ele aşağıya doğru ilerledik 13 Şubat duraklarında bekleşen kalabalığın içine daldık. Günlerden pazar olması ve havanın güzel olması yaşlı genç demeden herkesi buraya dökmüştü. Herkes şehrin gürültüsünden kaçıp hayatlarında değişikliğin peşindeydi. Sahi biz neyin peşindeydik o an da? Galiba biz de aşkın peşindeydik o anda. Onunla otobüsün birine bindik. Çok geçmeden otobüs de hareket etti. Mutluyduk. Mutluluk, bir nefes kadar yakındı ikimize. Bu bizim beraberce ilk otobüs yolculuğumuz ilk doğa gezimiz olacaktı. Derken talihsiz bir kaza yaşamıştık otobüsün tekeri patlamıştı. Herkesi saran korku ve panik nedense ikimize hiç uğramadı. Halimizden memnun bir şekilde otobüsten inip demir korkuluklara tutuna tutuna köprüye çıktık köprüden doğayı süzüyorduk. Tren raylarından yükselip, ormanı ikiye bölen trenin sesiyle irkildik. Korktuğumuzu bir birimize belli etmeden tebessümle bir birimize yaklaştık. Aramızdaki elektriklenmeden midir bilinmez ama parlak ışıl ışıl güneş yerini gök gürültüsüne ve yıldırımlara bıraktı. Üzerimdeki ceketi çıkarıp usulca üzerine örttüm onun üşüyüp ıslanmasına asla gönlüm razı olamazdı. Ve beraberce rüzgarın bize söylediği şarkıya eşlik ettik... Rüzgar iyiden iyiye kendini hissettiriyordu. Soğuktan üşüyen ellerim ve bir birine kenetlenen dişlerim onu derinden etkilemiş olacak ki ellerimi tuttu bana sarıldı. Köprünün ortasında bize korna çalan arabaları duymaksızın sarılmıştık bir birimize. O anda bulutların üstünde hissediyordum kendimi. Üstümüzdeki gökkuşağı da ayrı bir lezzet katıyordu bize. İşte böyle bir ortamda Erzincan aşk ve baharı aynı anda yaşıyordu…
Sonra saçlarımda bir el hissettim yavaş yavaş okşuyordu… Bu el başka bir el deme kalmadan abim, ‘kahvaltı hazır. Yeter uyudun’ sesini işittim. Meğerse bütün bu yaşadıklarım rüyaymış…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.