- 806 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Umarsız Bir Bekleyiş Öyküsüdür Yaşamak...
Çığlık... Kendi sarayını yıkan kumdan bir düşün içsel sarsıntısı...
Hüzün... Savruk yaşamın içindeki yolculuk, bir kayboluş şarkısı...
Düş... Sürekli yer değiştiren akrep ve yelkovanın hüzünlü dansı...
Aşk… Gövdesinde çığlığını en sona saklayan çelişkili sabır duası…
Ucuz masallarla büyüyen çocuklar bir gün pahalı aşklar giyinmek isterler, göğsündeki sevi eksikliğini aldanışla sarmak için. Hep o miadı eskimiş saatlere tutunur çığlık, dimağımızdaki hicran nidasını gökyüzündeki yağmur bulutlarıyla seviştirmek için. Gün kırık bir yakarıdır, mutluluğun heybesinde bunun için asırlardır gözyaşı vardır.
Yanağımızın kıyı kasabalarına sevincin bezirgânları uğradığında tanımıştık renkleri. Değerini kendimizin biçtiği yaşam urbalarına gülücükler resmedip, pazen entarilerle kırlarda koşmuştuk ve o hiç olmayan bisikletle bir ömür dolaşmıştık. Sonra, ipek yollarını aştı kervanlar ve ipekler serildi aşkın yataklarına, ucuz mutluluk hülyalarına gözlerimizden yaşlar düştü ve biz o kadınlı erkekli saraylarda ömür tükettik, kendi krallığımızı kaybedene kadar.
Aynalar, kırık bir sıyrılışın sırça bakışlarıdır, kendini göstermekten utanan erdemiyle. Aynalar, yalan tıpırtıların ve sahte kimliklilerin dudağındaki kirdir, döküldükçe yağmur dilerler içlerindeki sevgisizlikleriyle. Aynalar, her bakışın zemherisinde asil bir yansıtıcıdır, göz aldanışlarını inkâr etmedikçe. Işıkları yüreğimizi aydınlatan odaların soluğuyla pencerelere düşünce bakışlarımızın aksi, onulmaz bekleyişlerin haykırılarıyla yudumlarız gönlümüzdeki aşkı. Her yudumda hayat dökülür satırlarımızdan ve biz o sözlerin kilometrelerinden gün çekeriz, şafak sızılarını göğsümüzde hissederek.
Kendine çekilmiş perdelerin uzak yansımalarında müebbet korkular asarız hayat dallarına, ömürsüz yaşanmışlıkların dualarına avuçlarımızı açtıkça. Günün göğsüne serpilen sıvalar gibi dökülür söz terli sevinçlerden. Amaç, kendini keşfeden bir dağ esintisine benzer, kopar gelir gönlümüzdeki hicran yaşlarını kurutmak için çok uzaklardan. Sonu görünmez karanlıkların ışık huzmelerini ararken yürek işçileri bir dalganın köpüğüyle üşür gözleri. Dalgın bir yaşamak andıdır kadersizlerin yüzündeki çizgiler, kemirdikçe kamaşır düşleri. Toplum çalkantılarıyla silkelendiremedikçe böylesi çaresizleri, kanayan bir yara olarak alır götürür içimizdeki o asil değerleri.
Aşk çalar mı kapıyı, yoksa çekip gider mi çarparak girdiği kapıyı bilinmez, bir düşün yanağında yaştır hüzün, ya da bir öpüşün dudağındaki en mağrur coşkudur. Bizler, kırık bir dal gibi yürüdükçe denizler üzerinde ve çürüyüp karıştıkça toprağın gizemine yeni bir umutla döneriz kendimize. Her iç çekiş kaybedilen bir vaktin pişmanlık yasıdır, boşa geçen günlerin terkisinde gidemedikçe biz mutluluğun ülkesine. Yolunu yitirmiş bir mevsim kırılganıyız hepimiz, satır almaz sözlerimizin ıslanmış yapraklarına sığınarak aşkı bekleriz. Hep bir yalnızlığın izdüşümünü ezberler çalgıcılar ve biz söz oluruz o miadı eskimiş sevgilere.
Su harladıkça yangını bir mavi masal demlenir hayata. Kırık dökük öykülerin ılık sayfalarından mevsimler geçer, sarılır günler günlüklerden çıkarılan sancıya. Öyleyse, o acılarla aynı sehpaya çıkmak ve asılmak aşka gün ortası. Kendi katlimizin fermanına ne kadı, ne aşkın kasabı. Kendi düşlerimizle restleşip, kendi sırrımızın denizinde boğulmak en iyisi. Bir gün o yosunlarla örülü hayal imparatorluğunda herkesin yönü aynı, herkes kabuğunu kırarak oynayacaktır kendi rolünü.
Ruhumu sıkan o kelepçeli sızılarda seni düşünmek, adını, varlığını, kadınlığını, harını, yangınını ve gönlündeki sevgi hicranını yazabilmek seni böylesine severek. Sorgusuz güzelliğinin ve bana olan özelliğinin yankı tepesine tırmanarak yine senin varlığına tapınmak, gövdenin kadın cennetinde seni sonsuza dek sevmek ve ruhuna sarılarak tüm geceleri gündüzsüz tek seninle yaşamak beni nasıl ödüllendirirdi diye düşündüm, aşkıma ne yazayım diyerek içimden geçirmeden önce.
Kaldır gölgeni gönlümün siperinden, güneş sokulsun amansız yokluğunun bentlerine, aşk sökülsün bin bir yerinden parça parça, lime lime. Ayrılığın meneviş baharlarıyla sana mavi çiçekler yetiştireyim gönlümün ölümsüz sevileriyle. Öfkenin sonsuz denizlerinde yıka sevilmeye muhtaç ellerini, sarılmaya layık bedenini ve varlığıma ada uğruna ölünesi benliğini.
Bir devriâlemin kıyı kentlerine rüzgâr insin ansızın, soluğumuzu kendi dalgamıza verince. Ay yamalı bir gecenin sağdıcı olsun, içimizdeki düş ormanlarına gözyaşlarını dökünce. Hayata attığımız her adım bir öykünün dizesi olsun yar, gövdemizdeki son yaz ışıkları bizi terk etmedikçe. Yürüdükçe, kendi dağımızı tırmandıkça ve kendi sularımızı kulaçladıkça kahramanları olalım bu yaşamak aşkının, ay kendi yörüngesini bırakıp gitmedikçe.
Derinlerden düze çıkınca üzünçler kendine destek arar, yıkılmaz bir düşünüşün zirvesinden ufukları gözlerken. Mutluluk süreriz utangaç yanaklarımıza, bir yanımız yaz, diğer yanımız üşür iken. Yorgun bir gün ertesinde birikince sorgular tümcesiz ayrılıkların kentinde güneş yüzümüze kırgın gülümser. Her düşün sancısı yamandır, fısıltılı bir dökülüşle ruhumuzun kayalarından düze iner.
Hep yenilenen, yenilendikçe kendine diklenen bir kaçış rotasının hıncıyla asılırdık küreklere, parmaklarımızdaki katran siyahına aldırmazdık. Sevdanın kıyılarına güneş sokulurdu, biz alnımızdaki kırık şafakları balıkçılardan önce toplardık. Yakamozlar ismini yazardı sulara, karınca kolonilerine ekmek taşıyan yüreklerimiz birbirine değdikçe gülmeye başlardık. Sızımızın zincirli denizlerinde bir gidiş türküsüdür hazin yalnızlığımıza söylenen. Bulutlar küskün yangınlar gibi ağar gövdemize, sular dökülse de sönmez bir ateş yandıkça derinden.
Evet...
Gün olur hücreler ölür
Gün olur yaşam kendine çekilir
Gün olur hayat ters akan bir nehir olur
Gün gelir aşk hazin bir vedanın sözleri olur.
Bir ıslık sesidir aşkla yaşamak ve uğruna ağlamak
Kulağımızdaki o hazin yankıyla gelir bizi bulur.
Selahattin YETGİN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.