- 1798 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK KOKUYOR HAVADA
AŞK KOKUYOR HAVADA
Bir acayiptir Ukrayna’nın kadını . Kışın evine kapanır, işine gücüne dalar, azıcık anne olur çocuklarına da ama yaz geldi mi tutamazsınız yerinde. Erkeklerini votkaları ile baş başa bırakır da ,kaçıverir sıcak sahillere, sırtındaki eyeri, ağzındaki gemi üzerlerine fırlatarak.
Kiev ‘de kaldığım otelde, hep çirkin kadınlar arayıp durmuştum ama inanın hem genç, hem de çirkin insan bulamadım. Bunlar, kahvaltıda bile füme balık yediklerinden mi nedir? Hepsi sırım gibiler ve çok iyi de sporcular üstelik. Ah bir de alkolik halleri olmasa, içmeye bu kadar düşkün ve bağımlı olmasalardı.
Cumartesi geceleri on iki şeritli Kiev ana caddesi trafiğe kapalı tutulur. Yolun iki tarafına evlerindeki birkaç şişe içkiyi getirip, basit bir sehpa üzerinde , yanında biraz meyve ile satmaya çalışan kadınlar dolar. Her tezgahın, bir birine benzemeyen yüzlerce çeşit içkileri vardır. Kürdana saplı bir meyve ve plastik bardak ile büyük bir sokak barında gibi yudumlarsınız.
Bir hafta sonunda, tek başıma geldiğim Kiev’ deki işlerimi bitirmiş , artık İstanbul’ a dönmek üzereyim . Son Cumartesi ,akşama doğru Kiev Meydanında, yavaş adımlarla tur atıyorum. Tadını hiç bilmediğim, hatta şişesini bile görmediğim, her türlü içki var , güzellerin önünde.
Bu şehirde içmek serbest ama sarhoş olup en ufak bir rahatsızlık verirseniz insanlara veya polis sizin iyi olmadığınıza hükmederse, doğruca tutuklanıp, nezarette yatar, sabah polis kahvesi ile uğurlanırsınız. Polis çok naziktir, alkollü olmayı suç kabul etmez ama ne yazık ki, o sayılı güzel gecede artık siz yoksunuzdur.
Küçük kağıtlara, bir bardak içkinin kaç UAH olduğu yazılıydı. Ona göre dolaşır ve alırsınız istediğinizi. Çok az karla sattıkları için de oldukça ucuzdu. İçki şişeleri arasında dolaşan gözlerim, sarı uzun saçları ve mavi gözleriyle , önündeki sehpa üzerinde bir Yeni Rakı şişesi de bulunan, bu güzel kadına takılıp kalmıştı. Rakı şişesi henüz açılmamıştı. Yanındaki kapalı plastik kutuda Antep fıstığı ve fındık da vardı.
Satıcı kız, kısa bir tabure üzerinde , vücuduna bol gelen eşofmanı ve eskimiş spor ayakkabıları ile oturuyordu. Oysa diğer kadınlar son derece güzel ve provan giyimli , yapılı saçlı idiler . Rakı şişesini elime alıp, kapağının açılmamış olmasına dikkat etmeme, gözlerini ellerime dikerek bakmaktaydı. Sonunda ilk konuşan o oldu.
“Sen Türk? “. Başımla evet diye onayladım.
“Ben Türkiye’ den geldi. Ben evliydi orada. Artık döndü evime. Çok sevdi ben Antalya’yı. Bunları satıp gidecek, ben Antalya ‘ya “
Kırk küsur yaşlarındayım . Kızın yaşı, en fazla yirmi beş kadar. Bir duble rakı 10 Uah yazmış. Bizim para ile iki lira kadar. Çok ucuz geliyor bana . 10 Uah da çerez için. Şişeyi kendim açıyorum. Sonra fazla dökmüş olmamak için ona uzatıyor ve su da istiyorum. Komşu tezgahtar kızlar , su ile karışınca beyaz olan ilginç içkime, ilgi ile bakıyorlar. Rakı üstelik eksport. Buzluktan maşa ile nazikçe iki buz alıp, rakıma ve suya atıyor. Gülümseyen dudaklarından,
” Ben biliyor nasıl içer Türk erkek “ kelimeleri çıkıyor. Kendisine de ikram etmek istediğimi söyleyince ,diğer bardağa da doldurup , mavi gözlerinin ışıltılarını içime akıtarak “Şerefe” diyor.
Sürekli ellerime bakıyor, onları tutmak istercesine yakın dokunmalar yapmakta. Ellerimi çok beğendiğini söyleyince, sağ elimi onun avuçlarına uzatıyorum. Parmaklarımda yüzük olmadığını görmüş olmalı.
“Sen bekar , yoksa evlisin?” Evli olduğumu söyleyince biraz üzülüyor gibi oluyor.
Antalya’da bir Türk ile evlendiğini, ama çok kıskanç bir adam olan kocasının onu dövdüğünü, çok kıskandığını anlatıyor. Yine de iki yıl sürmüş evlilikleri, Henüz boşanamamışlar. Ablası ise , Türk kocadan çok memnunmuş. Antalya’yı , denizini, tarihi yerlerini anlatıyor. İsmini soruyorum “Diana “ diyor. (Bu kadar güzel bir kadına el kaldıran ayının resmini gösteriyor. Bu kızın yanında buldok köpeği gibi kalan , orman yanarken kaçıpyangını seyretmeye gelen güzel kızın kucağına atlayan boz ayı yavrusu.
Oradan gece yarısı ayrılıp, doğruca otelime dönüyor ve uyumaya çalışıyorum. Hiç makyaj yapmamış ve giyinmemiş olan bu kadın sadece candan gülümsemesi ile beni nasıl da büyülemişti. Pazar günü 14.00 uçağı ile dönüyorum. Hala bavulumu toplamamış olduğum geliyor aklıma. İçkili lafa ile kızın telefonunu nereye koyduğumu bile unutmuşum.
Pazar sabahı, saat 12.00 da Kiev Havaalanı’ n dayım. Neredeyse donumuza kadar, sıkı bir aramadan sonra içeri buyur ediliyoruz. Yedi milletten binlerce insan koşturuyor , sıralara giriyor veya uyukluyor. Dönüşüm, Ukrayna Hava Yolları ile olacak. Uçuş kartını almak için uzun bir sıranın sonuna sıraya giriyorum. Sıra, yılan gibi kıvrımlı olduğu için benden epey ileride, o beynime esintilerle dolmuş, bütün gece rüyalarımda gezen , sarı saçları görüyor ve kıvranmaya başlıyorum.
Kuyrukta, benden epey ileride olan ve doğada bundan daha güzel bir yaratık olamaz diye baktığım bu güzel kadın , Diana’ dan başkası değil. Askılı, acık mavi bir bluzun altına , vücudunu saran bir kot pantolon giymiş. Yüksek topuklu terliklerinden görünen ayak parmakları, kırmızı ojeleriyle ne kadar narin. Topukları sanki hiç yere değmemiş bebeklerin ki gibi pembe ve pamukça yumuşak görünüyor. Kalçaları dar ve sımsıkı. Göğüslerinin sutyen ölçüsünün 90 olduğuna bahse bile girebilirim. Gece elimi, bu küçücük pamuk eller mi eline aldı? İnanamıyorum, kız önümde ve uçuş kartını neredeyse almak üzere.
Ben ise, sıranın en sonlarındayım. Dört banko açık. Arkada duran bir olgun bayan, işlemleri göz ucuyla takip ediyor. Kız biletini alırsa, bir daha yol boyunca onunla konuşamam. Valizimi arkamda bekleyen bayana emanet edip, bir fırlayışta kırmızı çizgiyi , sıradakilerden özürler dileyerek geçip, o arkadaki kıdemli bayana ulaşıyorum.
Eliyle, sıraya girmem gerektiğini işaret ediyor. Hiç aldırmayıp, ona yaklaşıyorum. Bu sefer önemini anlayıp gülümseyerek, beni dinlemeye hazır olduğunu söylüyor. Sıraya girmek üzere olan Diana’yı işaret ederek , nişanlım ile biraz tartıştığımızı,, onu çok sevdiğimi , kendimi affettirmek için yanında oturmam gerektiğini anlatıyorum. Pasaportumu istiyor ve ona en yakın bankoya talimat vererek kızı gösteriyor, ismini veriyor. Diana kaydını, hangi koltuğa yaptırırsa beni yanına yapıştıracak.
Haydaaa, kız tek koltuk kalan sırayı seçmez mi? Hemen ona müdahale edip, bir arka sıraya aktarıyor ve yanına beni konduruyorlar. Bilet kesen kızın, ne oluyor gibisinden Şef Hanıma bakışını hiç unutamam . Diana olanların farkında değil. Teşekkürler ediyorum, sevgi deyince dünyayı durduran bu güzel insanlara. Şef Hanım , eliyle kızın çok güzel olduğunu işaret ederek, bana başarılar diliyor, son gecemin son şansına.
Uçağın kalkmasına, bir saatten fazla bir zaman vardı. Onun elindeki tekerlekli valizi çekerek restorana gidip oturmasını izleyip, Barmen’ den iki safari kokteyl istedim. Kadehlere koyduğu küçük kırmızı gülü elime alarak, masasına yaklaştım. Telefonu ile oynayarak , kulaklıklarını takmış, kendi alemine dalmıştı. Kadehini önüne koyduğumda, beni şaşkın gözleriyle süzerken, kibar bir şekilde küçük gülü ona uzatıyorum.
Bir gece önce ki adamın, ben olup olmadığımı anlamaya çalışıyor, gözlerine inanamıyor. Sağ elimi , eliyle tutup, gülü göstererek teşekkürler edip, elimi iki tarafa çevirerek inceliyor. Sonra bir “Merhaba” çıkıyor gonca dudaklarından. Safari kadehini güzel gözleriyle tarayıp, dudaklarına götürürken, “Şerefe” diye kulağıma fısıldıyor. Şerefe Bebeğim. Şerefe.
Bu ne güzel bir kadındı. Ona aptal bir suratla , mani olamadığım delici bakışlarla bakıyor, kendimi ondan alamıyordum. Konuşmaları sadece dudakları ile değil, gözleri, elleri, gamzeleri ile birleşince , klasik oryantal danslar gibi , ateş ve erotik duygular saçıyordu.
Ya da benim kalbim, bozulmuştu bir kere. Derin yarığından sonra, neler var, bu tepelere tırmanılır mı, uçları büyük müdür, yoksa küçük mü, ya elimle tutsam sert midir , yumuşak mıdır? diye düşündüğüm göğüslerine, kaçamak bakışlar atarken, inanın kendimde değildim.
Ablasının İstanbul’ da onu karşılayacağını, birlikte üç saat sonra kalkacak olan Antalya uçağı ile uçacaklarını söylüyordu. Acaba diyorum, ben de Antalya’ ya gitsem mi? Ondan telefonunu istemeliydim. Bir gece önce verdiğini söyledi. Hiç hatırlayamadım. Pantolon cebimdeki paraların arasında, içtiğimiz rakının etiketinin arkasına yazmış meğerse. Numarasını görünce üzüldüm doğrusu. Kendime , telefonunu neden almadım diye boşuna kızmışım. Ya ona havaalanında rastlayamasaydım?
Ne de çabuk geldi, İstanbul’a uçacaklara anons. Yavaş yavaş toplanıp uçağın bekleme salonuna yürüdük. O elimden tutmaya çalıştıkça, ben onun arkasından yürümek, kot pantolonunun altında, sütun gibi duran kalçaları, bacakları hayal etmeye, kafama kazımaya çalışıyordum.
Uçağın içine, onun önünde girip, oturacağımız yere , cam kenarına onu buyur ettim. Yanına oturduğumda tesadüfün bu kadar olduğuna olan şaşkınlığını , hayranlığını saklayamıyordu. Biletime bakıp inanamayarak kahkahalar attı.
Çok severim bu kadın milletini şaşırtmayı. Çocuk gibi saf ve tertemiz olurlar, o an için. Onunla ele le oturup, sürekli gülerek geçirdiğimiz 3.5 saat de , çok çabuk geçti. Sonunda Atatürk Havalimanına gelmiştik. Onunla daha ileri gitmeyi kulağına fısıldadığımda, kıkır kıkır gülerek
“ Olabilir ama nerede, ne zaman? “ diye cevap verdi. Acaba Antalya’ ya mı uçsam bu güzel kadınla?
Hızla ve çabucak iniyor, bu uçaklar da canım. Eli elimde iniyor, çıkışa doğru ilerliyoruz. Kapı önünden bize doğru, iki erkek ve bir kadın “Diana , Diana” diye bağırıyorlar. Diana, önce elini çekiyor ellerimden. Sonra koşarak , ona çok benzeyen , ablası olduğunu tahmin ettiğim, sarışın kadına sarılıyor. Arkasından diğer karşılayan bir erkekle kucaklaşıyor. Üçüncü kişinin elinde , bir demet gül var Ona sadece elini uzatıyor. Çiçekleri alıp koklarken , angut gibi dikilen bana bakıyor. Anlıyorum bu adam ondan ayrılmak istemeyen kocası. Yakışıklı da bir herif. Arkamdan gelenler yol ortasında dikildiğim için bana çarpan insanlar oluyor. Kas katı kesildim.
Tekerlekli küçük valizi, benim yanımda duruyor. Ablası ile bir şeyler konuşarak beni işaret ediyor. Eniştesi konuşmanın farkında gibi bana bakıp, kocasının önüne geçiyor. Yol ortasına terk edilmiş, zavallı bir köpek eniği gibiyim. Kadın bana doğru geliyor. Türkçesi gayet iyi “Teşekkür ederim. Diana seni sevmiş. Ama sen evli ,o evli”
Onlar bir taksiye binip giderlerken arka pencereden el sallayan Diana’ya, elimde valizim, hiç kıpırdayamadan mel mel bakıyorum. Sonra giderken otoparka bıraktığım arabam geliyor aklıma. Nereye park etmiştim hatırlıya mıyorum. Alenen salaklaştım. Telefonum çalıyor. Diana mı acaba?
Benim büyük oğlan arıyor. “ Vay aslan oğlum. Ulan geliyorum , tamam , kapat oğlum, arabayı kaybettim ulan, sonra konuşuruz”
Tekrar telefon çalıyor. Bu sefer o mutlaka. Arabayı nereye koymuştum? Karım mış arayan. Patlıcan kebabı yapmış, kuzu etinden. Çok severim.
“ Yanında tereyağlı pilav da var mı?”
“Arabayı çalmadılar be kızım. Ben nereye koyduğumu unuttum. Kafamı, bir de sen karıştırma”
“Telefonla resmini çekmiştin. Açıp baksana “
Evet doğru telefonu açıp, geriye doğru resimleri tarıyorum. İçki sehpasının arkasında oturan Diana’ nın ,restorandaki Diana’ nın resimleri çıkıyor. Sonunda arabayı nereye koyduğumu buluyorum.
Korna çalıp durma be arkadaş. İşte gidiyoruz. Herif işaretle gaza bas demek istiyor. Basamıyorum ulan, basamıyorum. Otobana çıkmış kurbağanın, kafasının üzerinden kamyon tekerleği geçmiş gibi , kafama bastı zaten felek. Bir de sen, bas mas deme be kardeşim. Aha yol , sen bas git. Halden anla, hıyar oğlu hıyar, abandone olmuşum görsene lan.
Acıktım üstelik. Patlıcan kebabı , kuzu etinden . Antalya’ da bir tesadüf daha olur mu dersin? Telefonu da var ya hani.
Bu yönetici de, hep benim yerime çeker arabasını.
“Ukrayna mı? Aman canım, sıkıldım valla. Üç günden fazla çekilmiyor. Seni ve çocukları çok özledim”
“Evim evim , güzel evim”
E. Yaşar Ovalı 20. 05. 2013
YORUMLAR
Bir haksızlık olduğunu düşünüyor bazen insan.Bu kadar malzeme kullanılarak yaratılan ile malzemesi eksik olan ...
Bir tarafta bir metre seksen santime serpiştirilen mevcudat...
Bir tarafta bir metre elli santime sıkıştırılmış takım taklavat...
Affet Allah'ım...
Evim evim ....
İnsan kendi yatağında her zaman daha mutlu...
Yaşadığımız gibi öleceğimiz düşünüldüğünde...
Selam ve saygı ile....
E demiştim "tecrübe"