- 668 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ARALANAN KAPI
Tecrübeli bir avukattı Erdoğan Bey. Uzun yıllar savcılık yapmış, daha sonra istifa ederek avukatlığa başlamıştı. Meslektaşları arasında saygın bir yeri vardı. İş yükü hayli kabarık olduğundan çok fazla yazıhanede durmaz, genelde iş saatlerini ya adliyede ya da keşiflerde geçirirdi.
Takvimler 1975 yılı haziran ayının ilk günlerini gösterirken, kâtipsiz kalan Erdoğan Bey, yazıhanesinde oturuyordu. Son kâtibi olan Ali, bir hafta önce işten ayrılmıştı. O yıllarda avukatlar, kâtip adaylarını genelde ortaokul ve lise öğrencilerden seçerlerdi. Çünkü onlar fazla ücret talep etmezlerdi. Gerçi kâtiplerin de işi kolaydı. Sabah büro temizliği yapılır, ondan sonra telefonlara bakılır, gelen gidenler not alınırdı. Bazen de adliyeye evrak yetiştirmek için zamanla yarışılırdı.
Erdoğan Bey, bir haftadır silinmeyen masasına şöyle bir baktı. Masanın deseni adeta tozdan görünmüyordu. ‘Ali beni sil’ yazdı tozun üstüne çocukça. Sonra gülümsedi yazdığı yazıya. Artık, Ali yoktu. Bir kâtip bulmalıyım, dedi içinden. O sırada çaycını geçtiğini gördü ve sesini yükselterek “oğlum bana bir çay gönder” dedi. Bir süre sonra kapı çalındı. Başını çalıştığı dosyadan kaldırmadan geeel, dedi çaycı zannederek. “Şöyle bırakıver yavrum” dedi. Ama çay falan koyan yoktu. Başını doğrultup, kapıya doğru gözlerini çevirdi. On iki-on üç yaşlarında bir çocuk vardı karşısında.
-Buyur evladım. Ne istedin?
Çocuk heyecanlıydı. Yamalı pantolonunun paçaları zil çalar gibi titriyordu. Heyecandan dili tutulmuştu sanki.
Erdoğan Bey yineledi:
-Ne var evladım, Ne istiyorsun? Haydi söyle. Korkma, çekinme. Aaaa dur bakim, yoksa sen kâtiplik için mi geldin? Dedi yumuşak bir tonda. Dostlarına bir kâtibe ihtiyacının olduğunu söylemişti. Çocuğu onlardan birisi göndermiş olabilirdi. Daha çocuğun cevabını beklemeden “adın ne bakim” diye sordu. Çocuk:
-Doğan, dedi biraz sert, telaşlı ve titrek bir tavırla.
-Güzel, bak oğlum, benim daha önceki kâtibim çok temizdi. -Yerdeki cilalı siyah karoları göstererek- öyle paspas yapardı ki; saçlarını bile tarayabilirdin, ayna gibi parlardı. Çok atikti, fırla demeden adliyeyi bulurdu. Sen de yapabilir misin?
Doğan’ın oraya geliş amacı çok farklı bir sebepti ama aynı zamanda işsizdi de. Hatta epeyce bir süre iş aramış ama bulamamıştı. O heyecanla geliş sebebini bile unuttu. Hiç ummadığı bir anda kendisine iş teklif edilmişti. Annesine bakabilmek ve kendi ihtiyaçlarını karşılamak için bir işe ihtiyacı vardı. Annem ne çok sevinecek diye düşündü yüzünü kaplayan tebessümle.
-Olur, yaparım ama kaç para vereceksiniz, dedi. Erdoğan Bey, bu cevaptan sonra Doğan’ı tepeden tırnağa iyice bir süzdü. Bu güne kadar insanlar hakkında hiç yanılmamıştı. Çakmak, çakmak gözleriyle cin gibi bakan bir çocuk vardı karşısında. Üstü başı pek uygun değildi ama pekâlâ bu işi yapabilirdi.
-Sana haftada 50 lira veririm. Üst-baş da alırım. Peki, senin okul durumun nedir.
-Ben okumuyorum.
-Neden? Diye sorarken aslında bu cevaba memnun olmuştu. Bu yaşta ve uzun süreli çalışacak bir eleman zor bulunurdu o zamanlar. Doğan cevap verdi:
- Annemle, ben varım. Annem yatalak hasta. Başka kimsemiz yok.
Babası dilinin ucuna geldi. Ama nedense babası hakkında bir şey söylemedi. Belki de söylemek istemedi. Aylardır arayıp ta bulamadığı iş ayaklarına gelmişti. Haftalık 50 lira onun için iyi bir kazanç sayılırdı.
-Yaaa öylemi diyerek üzüntüsünü yüz mimiklerine aksettirdi Erdoğan Bey. Yalan söyleyecek bir çocuğa benzemiyordu. Acıma hissi kapladı yüreğini. Sert görünüşlü ama yumuşak huylu bir adamdı aslında.
-Peki Doğan, sen şimdi elini yüzünü yıka, saçını falan tara sonra çıkıp sana birşeyler alalım. Ondan sonra da işe başlarsın. Tamam mı? Anlaştık mı?
Doğan, başını öne doğru hafifçe sallayarak “tamam” dedi ve çarşının tuvaletine doğru yürüdü. Elini, yüzünü yıkayıp, büroya geri döndüğünde alış veriş için hazırdı.
Erdoğan Bey, Doğan’ı önce bir mağazaya götürdü. Oradan yeni pantolon ve gömlek alındıktan sonra, sonra arabaya binerek eve gittiler. O zamanlar için lüks sayılabilecek bir sitede oturuyordu Erdoğan Bey. Zili çaldı. Kapıyı eşi Sema Hanım açtı.
-Misafirimiz var hanım. Bak bu yiğidin adı Doğan, yarı yarıya adaşız yani.
-Hoş geldin yavrum, diyerek yanaklarından öptü Doğan’ı Sema Hanım. Erdoğan Bey, kanepeyi göstererek ”oğlum sen şuraya bir otur hele, Benim yengen ile bir işim var. Hemen geliyorum” diyerek eşini mutfağa doğru yönlendirdi. Erdoğan Bey, eşinin Doğan ile ilgili sorularını kısa kısa yanıtlayıp, ondan Doğan’a banyo yaptırmasını rica etti. Sema hanım birden ilk karşılaşmada Doğan’ı öperken onun biraz koktuğunu hatırladı. İtaatkâr bir eşti ve çok yufka yürekli bir kadındı. “Tamam” diyerek mutfaktan ayrılırken “ o zaman sende meyve suyu ve yanında bir şeyler hazırla” dedi Erdoğan Bey’e.
Doğan, oturduğu yerden gözleriyle evi inceliyordu. O’na göre eşyalar çok pahalı olmalıydı. Derken Sema Hanım odaya girdi ve yüzündeki gülümsemeyle “hadi yavrum, termosifonu yaktım, seni bir banyo yaptırayım” dedi. Doğan:
-Olmaz, vallahi olmaz, billahi olmaz. Ben evde yıkanırım, diyerek hemen itiraz etti. Ama Sema Hanım, ısrar ederek: “Yavrum, hasta annen seni yıkayamaz, sırtın falan iyice kirlenmiştir, itiraz istemem banyoya gireceksin. Utanma oğlum, ben senin annen sayılırım. Hem külotunu çıkartmayacaksın zaten, sonra adaşın ikimize de kızar. Haydi, şuraya geç ve soyun” dedi.
Yüzü kıpkırmızı olmuştu Doğan’ın. Zira iç çamaşırının rengi kirden neredeyse beyazdan koyu griye dönmüştü. Utandı ve birden kaçmak istedi. Ani bir hareketle kapıya doğru fırladı ama Sema Hanım’dan kurtulamadı. Çelimsiz güçsüz Doğan kolundan yakalanmıştı Sema Hanım’a. “Yok” dedi, ”benden öyle kolay kolay kurtulamazsın. Hem niye bu kadar itiraz ediyorsun, temizlik güzel bir şey oğlum.” Bu sırada kapıyı kilitleyerek bundan kaçış olmayacağını kesinleştirdi adeta. Çaresiz kalan Doğan: “Abla o zaman ben kendim yıkanayım sen gelme” dedi. Tamam yavrum ben sırtını lifleyeyim o zaman diye karşılık verdi ve çocuklarının odasına doğru yürüdü ve temiz iç çamaşırıyla geri döndü.
Elindekileri Doğan’a uzatarak “al şu çamaşırları banyodan sonra temiz temiz giyinirsin çıkardıklarını da çöp poşetine at.” dedi. Doğan, mahcup bir ifadeyle “olur abla” cevabını verdi. Sema Hanım: Hadi yavrum gir banyoya, bir sabunlan sonra bana seslen, dedi.
Bu sırada Erdoğan Bey, mutfakta Doğan için yiyecek birşeyler hazırlıyordu. Sema Hanım, eşinin hazırlıklarına bir göz attı. Vakit geçirmek için ona yardım etti. Vakit geçiyor ama banyodan ses gelmiyordu bir türlü. Doğan, ne yaptın oğlum diye sesledi biraz yüksek bir sesle. Doğan, çıkıyorum abla dedi biraz telaşlı. Üstüne gitmedi Sema Hanım. Peki oğlum öyleyse, dedi.
Doğan, banyodan çıkınca Erdoğan Bey’in kendisi için hazırladığı pasta ve kurabiyeleri yedi ve portakal suyunu içti. Sonra büroya döndüler ve hemen temizliğe başladı. Masayı yerleri ve camları pırıl pırıl yaptı.
Erdoğan Bey:
-Evet, yanılmamışım, dedi ve Doğan’ı yanına çağırdı
-Al oğlum şu 75 lirayı bu ilk haftalığın, peşin veriyorum. Annen için de bir şeyler yaparız. Elindeki anahtarı uzatarak “ Bu büronun anahtarı. Sabah sen açarsın büroyu. Yarın erken gel ha!” diye tembihledi.
Doğan, çok şaşırmıştı. Erdoğan Bey’de, eşi de çok iyi insanlardı. Haftalık 50 liraya anlaştığı halde ona 75 lira verilmişti. Birden o büroya ilk geliş sebebini hatırladı. Öldü dediği babasını hapse attıran ve yıllarca hapiste yattıktan sonra orada ölmesine sebep olan adamdı Savcı Erdoğan Bey. Yaşadığı sefil hayatın sorumlusu ve babasının katili olarak gördüğü Savcı Erdoğan’ı öldürmeyi planlamıştı.
Büroya geliş amacı buydu Doğan’ın. İlk önce keşif yapacak, kurbanını tanıyacak uygun gördüğü bir anda da onu öldürecekti. Bu fikir aklına yaşadığı çaresizlikten dolayı girmişti. Bu fiili gerçekleştirerek en azından bir işe yaradığını gösterebilirdi annesine. Çünkü ona bakamadığı için vicdan azabı çekiyordu. Gerisi “Allah Kerim” diyordu. Planı da kendisi gibi çocukça idi ve annesinin hiçbir şeyden haberi yoktu. Ama şimdi.
Şimdi durum çok farklıydı. Bir yol ayrımına girmişti. Bir yanda annesine bakabilecek ve geçimlerini sağlayacak bir işi vardı. Diğer yanda ise babası. Belki çok masum biri değildi ama onun babasıydı. Ama artık ölü bir baba. O’na Fatiha’dan başka bir yardımı olamazdı ki. Oysa annesi hala sağdı ve yardım edebilecek tek kimsesi sadece kendisiydi. Ayrıca Erdoğan bey’de annesinin tedavisi için ilgileneceği sözünü vermişti Doğan’a.
Bu ikilem zihninde yavaş yavaş cevabını bulmaya başlamıştı.
Önce; “Neye niyet, neye kısmet” diye düşündü ve kendi kendine güldü. Sonra, içinden“ yeni işin hayırlı olsun Doğan” diyerek hızlı adımlarla evinin yolunu tuttu. Bugün hayatına yeni bir kapı aralanmıştı. Bu müjdeyi annesine biran önce vermeliydi.