- 545 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Şavkın Düşer Toprağımın Üzerine
Isırdıkça etimi güneşlere tutulur, gökyüzünde bulutlara bölünürüm
Kırptıkça gözlerimi keklik atışı göğsünde uykulara dalarım şimdi ben.
Ay ışığını kıskandıran lale bahçelerin dağıtır küskün duruşlarımı,
Böler uykusuz bakışlarımı ve siler mevsimsiz yaşayışlarımı.
Bir çınar gölgesi dinginliğinde üçe bölerim yaşadığım mevsimleri seni düşündükçe. Ellerin pamuk, gözlerin deniz, yüreğin ceviz bahçeleri ve güneş sözlerinle ak bir yurt düşlerim seni sevdikçe. Hangi yıl, hangi mevsimdir yaşadığım bilmem, bilmem sensizken yaşadığım günleri, ayları, yılları ve öptüğüm dudakları. Çınar yüklü kervanlar geçer usumdan, diken tarlalarında koşar, kurşun sesinde yatar ve çürümüş gövdemi seyre durarım sensiz.
Ellerini dudağıma, yüreğime götürdüğüm ve kendimle caka geçtiğim bir sevdasın bende. Öksüz yüreğimin öbeklerinde sarı bahçeler, sarı gülüşler ve sarı güllere aldırmadan, gözlerini asla öpmeden diz çökerim sana ben. Doldurup doldurup şifa içtiğim pınar yüreğinden, yüzüne bakıp bakıp oyunlara durduğum parklarından ve öperek beslendiğim bahçelerinden vazgeçmem ben. Ay ışığını kıskandıran lale bahçelerin dağıtır küskün duruşlarımı, böler uykusuz bakışlarımı ve siler mevsimsiz yaşayışlarımı.
Onca güneş doğdu sensiz üstüme sevda bakışlım. Bunca ay tutuldu gözlerin olmadan gezegenimde. Sınırsız sözcükler indirdim evrenimden seni anlatmayan ve onlarca sevda yaşadım yoksul sevinçlerime derman. Dağlarımın doruklarında bir dolunay gibi doğmadan, bu sevda okunu yüreğime fırlatmadan nasıl yaşamışım bilemedim ben. Döşünü döşüme yaslamadan, şifalı sularını ülkeme salmadan, aya seninle bakmadan ve yıldızlara seninle değmeden nasıl yankısız durmuşum ben.
Isırdıkça etimi güneşlere tutunur, söyledikçe sözümü bir türkü gibi gökyüzünde bulutlara bölünür, kırptıkça gözlerimi seni görür ve keklik atışı göğsünde uykulara dalarım şimdi ben. Bu gürül gürül akan hayat çağlayanlarında durmadan sallarsın ak beşiğimi ve diz çökmeleri bile unutturursun bana. Toprağımın üstüne şavkın düşer, yamaçlarımda köklerin yürür ve kara kışımda bile çiçeklerle büyürsün sen.
Biz ki, yeşilin tüm renklerini içimizde taşıyarak denizin ormanlarında bile bulurduk birbirimizi. Yüzyıllardır sessiz kalmış tüm taşlara can verir, heykel bakışlı insanların, engerek gülüşlü sevdasızların ve ölüm incileri toplayan doyumsuzların yurtlarından geçtik biz. Yıldız takıp oltamıza ırmakları denizlere, denizleri ovalara sererdik ve iniltisini yüreğimize belerdik sözcüklerimizin. İçimizdeki çocukları bir adada toplar, her dizesinde sevdayı nakşettiğimiz giysilerle giydirirdik.
Bir gün, mavi yüreğimizi kanatırsa denizler, gür ve kararlı sesimizin önünü keserse ırmaklar ve geniş evrenimize dolarsa arılar törensiz ayrılıklar ve cevapsız sorular olsun elvedamız. Yatağımızın üstüne astığımız şiirlerimizle ve içimizde kabartma sevinçlerle uyuyan bu şehri elele geçelim seninle. Gönlümüzün asma köprüleri sallandıkça türkülerin en delisi çalınacaktır tellerimizle.
Üç ömür, üç mevsim ve bir sevdasın sen benim içimde. Göğsümde koruk üzüm, kanımda şıra, ocağımda ateş, ruhumdaki rahmetsin. Yağmur düşlerine tutulayım her mevsim dudaklarını dudaklarıma verince. Eksik yaşadığım ne varsa, ne varsa içimde uzanan uçurumlar adına, uyut beni dizlerinin sedir ormanlarında. Ölümsüzlük ise seni sevmek, seni severek ölümsüzlüğü, ölümsüzlüklerde de seni sevmelere bölüneyim ben.
Selahattin Yetgin