- 737 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kuşburnu Reçelinden Kimyasal Bomba
Bu başımdan geçen en komik öykü olmasa da, onlardan biri...
Ay yine Eylül’dü ve yıllardan 2007, yerse Atatürk Hava Limanı, Dış Hatlar Terminali.
Tekirdağ’da çalışıyordum ve büyük maddi problemlerle boğuşmaya başlamıştım. Hayat bana olan kinini, parasal intikamlarla alıyor gibiydi. Hani ucu başına denk gelir hesabı, ama bizim yamalı hesap bohçası her ay yeni delikler açıyordu bedeninde.
Ve yine böyle günlerin birinde, bir iş teklifi geldi, çok da cazip görünüyordu aslında. Ürdün’e gidecektim ve çok sevdiğim Arap kültürünü de tanıma fırsatı bulacaktım. Oh ne ala. Tabi birde aldığımın beş katı maaş yanında cabası.
Hemen ailemle görüştüm bu teklifi, borç batağından çıkmak için de uygulayabileceğim hiçbir acil eylem planımda kalmamıştı elimde ve Allah’a dua ediyordum her gün.
Neyse aile turlarım müspet sonuçlandı ve heyecanla pasaport işlemlerini tamamlayıp haber gelmesini beklemeye başladım.
Memleketteki sıkıcı bekleme günlerimin 13.günde telefonum çaldı, arayan müdürdü ve babacan bir tavırla,
-Oğlum biletin 23’ünde öğleden sonra 15:30’da kalkan uçağa alındı, hava alanına inince git yazıhanesinden biletini al dedi.
Sevinçle;
-Tamam müdürüm dedim.
Kalan iki günümü de akraba ziyareti ile geçirip hemen İstanbul biletimi aldım. Gece 00.30’da son araba vardı ve gündüz seferleri yetişmediği için gece gidip orada bekleyecektim.
Ve yengem geldi son akşam, elinde pembe bir poşetle...
-Ah oğlum, şu poşeti Yüksel’e götürüverir misin? Evi de yakın zaten, sevaba girersin. Olur mu?
-Olmaz mı yenge ne demek, hem bende özledim onu, görmüş olurum.
Sevinçli görünse de, gözyaşlarının aktığı bir uğurlama ve yollarındayım işte, gizli sevgilim İstanbul’un. İlk işim otobüsten inince derin bir nefes çekmek oldu içime. İşte sevgili kısa da olsa döndüm sana ve doğru havalimanına yollandım sabahın altısında.
Daha önce birkaç kez binmeme rağmen uçağa ve korkmamama rağmen şu hava alanlarına bir türlü alışamadım. Koca bina ve her yer yabancı.
Neyse, başladım beklemeye. Beş, on, on beş, hadi zaman biraz acele et, bak daha dokuz saatin var. Yarım saat sonra içimde dinmez bir sigara içme özlemi. O sigarayı içmek için bir sürü prosedürden geçip bina dışına çıkmam gerekiyordu ama değerdi doğrusu.
Ya bavulum ve biletimi aldıktan sonra yengemin amcaoğluna vermem için bıraktığı pembe poşet, bunlar ne olacaktı ki şimdi?
Nereye koymalı bunları? Emanet dünyanın parası ve kim bilir nerede.
Zehir aklım yine çalıştı;
Pembe poşeti oturduğum bankın altına koyup, bavuluma da önüne diktim, poşet görünmesin diye, çünkü zihnimce poşet çalınabilirdi ama koca bavulu kim niye çalsın kardeşim?
Ve birinci sefer dışarıya,
Geldikten sonra geçmeyen bir yarım saat daha nikotin nöbetlerinde, ya kardeşim bavul mu bekleyeceğim ben, şu hava alanını gezmeli biraz derken, bir saat sonra;
İkinci sigara seferi,
Ve dönüşünde can sıkıcı beklemeler yine, bulmacalar bile bana küsmüş gibiydi. Tabi ki sadık bavulum ve pembe poşet bıraktığım yerde bekliyordu yine, zaten koca bavulla şu poşeti de, ne diye taşıyayım ki?
Ve sonuçsuz beklemelerden sonra üçüncü sigara seferi dışarıya
Bu arada sigaramı keyifle yakıp dumanını tüttürürken saatte 10’a geliyordu. Girişteki otomatik kapının kenarına yaslanıp sigaram tam biterken yaktım peşinden ikinciyi.
O ne!
Bir anda bir sürü polis arabası doldu her taraf, bu ne ki şimdi, ne oldu acaba ve bir minibüs daha geldi hızla. İçinden sivil insanlar ve haki renkli elbiseye benzeyen kucak dolusu malzemeyle gittiler içeri.
Zaten sigaramda bitti, bari gideyim içeriye de, ne olduğuna bakayım, en azından vakit geçer.
Ve gittim.
Gitmez olaydım...
Polisler emniyet şeridi çekiyorlar tamda benim eşyalarımın bulunduğu bölgeye ve banklarda uyuyanları kaldırıyorlar birer, birer. Tabi bende de bir endişe;
Acaba çantalarımı alabilecek miydim? Polislerden birine yaklaşıp sordum;
-Abi hayırdır, bu ne şimdi, ne olmuş burada?
-Ya kardeşim git işine, zaten herkesle uğraşıyoruz.
Hemen şeridin diğer ucuna gittim
-Ya abi benim çantam var şurada şunu alayım da öyle çekin şeridinizi.
Polis bana sadece baktı ve hiçbir şey demedi bile. Baktım biri var içlerinde, herhalde dedim komiser bu. Ona yaklaştım yavaşça;
-Amirim, şurada bavulum kaldı, alabilir miyim, arkadaşlar izin vermiyor. Benim biletimi alıp daha Yeni Bosna’ya gitme...
-Ali, oğlum al şu adamı başımdan, biz diyoruz bomba var, o diyor çantam da çantam, ya çekin şunu götürün uzağa.
Kader işte ne yapalım, beklemekten başka çare kalmadı.
Bu arada o haki elbise parçalarını bir adama giydirdiler ve adam emniyet şeridinin içine girip etraftaki bavulları emniyet şeridinin dışına çıkarmaya başladı. Bir, iki, üç, hadi benim bavulumu da getir de gideyim derken en son benim bavul kaldı geriye. Demek ki dedim şans yok bizde en sona kaldık yine.
Ama o ne;
Herkesin ki alındı, benim ki alınmadı ve o bomba imha uzmanı gelip diğerlerinden bir şeyler almaya başladı ve benim jeton düştü,
-Ya bunlar, bunlar deli mi ya, o benim bavulum.
Koşarak komiserin yanına gittim hemen.
-Amirim şüpheli dediğiniz şey nedir. Orada sadece benim bavulum kaldı. Onda bomba filan yok, benim çantam o...
Daha cümlem bitmeden üzerime çevrilen silahlar, ellerim arkada ve komiser karşımda,
-O çanta senin mi şimdi?
-Ya amirim valla içinde bir şey yok, bomba filan yok, yeminle.
-Zaten çantayı aramıyoruz, o çantanın arkasındaki pembe poşet şüpheli,
Bende yengeme kızgınlık ve sinir bozukluğuyla bir gülme başladı, amir sinirlendi.
-Ne gülüyorsun, biz diyoruz bomba, sen gülüyorsun, oğlum altından kalkamazsın bu işin.
-Ya amirim o poşeti yengem verdi, oğluna götürmem için, yengem bana bomba mı verir, içinde ne olduğunu bilmiyorum ama hemen gider bakarım.
-Yeminle amirim, o poşette benim. İçinde belli kavanoz filan var ama açıp bakmadım, ya söyle arkadaşlara bıraksınlar beni, bomba imha uzmanıyla gidelim ben açayım, ya benim evraklarımda çantada ben bugün Ürdün’e gideceğim, patlatırsanız mahvolurum ben.
Amir bir iki kafasını kaşıyıp beni iyice süzdükten sonra, kanaat getirmiş olacak ki dürüstlüğüme, yanımdakilere işaret etti ve şimdi serbestim silahlarda indi. Beni bir polisle emniyet şeridine götürüp olup biteni bomba imha uzmanına anlattılar. Şimdi herkes ikimizi izliyor. Yavaşça şeridi geçip giderken bavula doğru, yanımdaki adam tedirgin ve ben teselli veriyorum ona.
-Ya abi korkma benim poşetim o, bir şey yoktur onda.
Ama adam işini yapıyor tabi ki ve can tatlı.
-Adam yavaş yavaş bavulu çekince göründü bizim pembe poşet ve bana işaret etti almam için.
Aldım ve açtım içini yavaşça ve kavanozlar, içinde kini sordu bana,
-Nedir bu bir şeye benzemeyen tortu.
-Abi ne bileyim açıp bakayım bari ne koymuş yengem
İlk kavanozu açarken adamın yüzündeki stres hat safhaya ulaştı ve açtığım gibi parmağımı batırıp tadına baktım.
-Kuşburnu Reçeli
-O ne kardeşim?
-Abi reçel senin anlayacağın, bir şey yok bunda.
Adam bana ne dese beğenirsiniz?
-Bizde zannettik kimyasal bir bomba filan, yani şimdi sen diyorsun ki;
Biraz durdu ve düşündükten sonra
-Kardeşim manyak mısınız siz, şimdi işi gücü bıraktık da kışburnu reçeli ile mi uğraşıyoruz.
-Abi kışburnu değil, kuşburnu o
-Sı...... kışına da, kuşuna da, ömrüm eskidi benim.
-Abine bileyim nasıl oldu, ben sabahın altısından beri burada oturuyorum, sadece sigara içmeye çıktım dışarı. Valla buradaydım sabahta beri.
Ve amir ile diğer polisler geldi yanıma, olayı onlara da anlattık ve emniyet şeridi kalkıp hayat normale döndü, tabi benim verecek ifadem var daha.
Ama şu sinir bozukluğumdan olan gülmelerim bir türlü geçmiyor ve amir de kızıyordu buna. Beni iki üç kez uyardıktan sonra en sonunda bana dedi ki,
-Oğlum hadi git işine, bak elimde kalacaksın sonunda
-Amirim yeminle sinirlerim çok bozuk, ondan gülüyorum.
-Tamam hadi git, al şu çantanla poşetini de, kışburnunu da, git işine.
-Amirim o kışburnu değil, kuşburnu.
Ve aynı cevap;
-Sı....Kuşburnuna sen ne melem bir belasın mübarek gün.
-Amirim kızma gidiyorum.
Bavulumu emanete bırakıp elimde pembe poşetle çıkarken hava alanından içimden yengeme kızıyordum.
-Ah yenge ahhh bir İstanbul’a rezil olmamıştım sayende Ona da maskara olduk.