- 585 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Sıcacık Duruyorlar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Farklı görünüyordu. Bir karara varmış gibi bütün… Çay fincanını tutuşunda bile bir kesinlik vardı sanki. Sormak için can atsam da beklemem gerektiğini biliyordum. Konuşacağı an’ı o belirlemeliydi. Yoksa yine sınırlarına dalıveren o haddini bilmez kadın olurdum. Üstelik tek bir kelime bile koparamazdım o karara dair. Başka konulara dair kelimeleriyse, haddimi aştığım anda bana karşı içinde beliren o buz gibi duyguyla dolup taşar ve içeriğinden koparırdı tüm cümleleri.
Bu yüzden kararına dair tek bir imada bulunmadım. Reçel ister misin dedim, çayına şeker koydum… Ve kararını bildirmesini beklediğimi saklayamasam da en azından konuşacağı an’ı seçme hakkını tanıma inceliğini göstermiş oldum ona.
“Sanırım kabul edeceğim.” dedi, bir giriş cümlesine gerek duymadan. “İyi bir insan… Bana değer veriyor.” Ne kadar basmakalıptı bu cümleler! Şimdiden bir kalıba mı sokmaya başlamıştı onu gireceği o sınırlı dünya? Evlilikti bu, dile kolay… Şimdiden bir ağırlık çökmüştü üzerine. Ama ona hiç uymayan bu fazla sıradan cümlelerin başka bir açıklaması daha olmalıydı.
“Çok da can atıyor gibi değilsin.” dedim. “Rüyalarının erkeğiyle evlenen bir kız gibi görünmüyorsun en azından.”
Buz gibi bir bakış attı. Rüyalara inanmayı nicedir bırakmış birinin küçümsemesi okunuyordu gözlerinde. Evlilikle en küçük bağlantısı olamayacak bir şeyden söz etmiştim sanki. Gözlerini aratmayan buzlar estirerek sesinde, yaylım ateşine tuttu beni: Ancak masallarda genç kızlar rüyalarının erkeğiyle evlenebilirdi. Sonra bu konuyla ne ilgisi vardı ki aşkı çağrıştıran bu ifadenin? Sonuçta mesele sadece biriyle hayatını birleştirmek değildi ki! Koca bir yaşamı yeniden inşa etmekti söz konusu olan. İstanbul’a gidecekti mesela. Martılarla bölüşecekti simidini. Hayatına deniz kokusu katacak, sınırsızlığın tadını bulacaktı her şeyde. Bütün bunlar aynı evi paylaşacağı o adamdan daha mı az önemliydi yani?
“Kabul ediyorum, aşık değilim.” dedi. “Ama ne fark eder ki aşık olup olmamam? En azından iki sene sonrası için şu anki duygularımın ne olduğunun hiç önemi yok. Şu an çok sevsem bile iki sene sonra aşkın zerresi kalmayacak zaten. O zaman ne önemi var ki evleneceğim adamın rüyalarımın erkeği olmasının? Hiç değilse ben çok güçlü bir duygunun azar azar yok oluşuna tanık olmayacağım.”
“Peki, seviyor musun bari? Yani insan olarak… Ve çekici buluyor musun? Ne bileyim gözleri, elleri, gülüşü gibi diğer yanları arasından öne çıkıp sana daha bir hitap eden bir parçası var mı en azından?”
“Sen hala aşkın peşindesin.” dedi öfke barındırmayan bir sesle. “Hala ona aşık olabilme ihtimalim olduğunu düşünüyorsun. Çünkü senin söz ettiğin o özel taraflarıyla insanlar birbirlerinin kalplerine sızarlar zaten. Karşındakini bütün olarak görmeyi bırakıp her parçasını teker teker görebilecek kadar yakından bakmayı başarabilmişsen, kalbin çoktan gümbürtülere boğmaya başlamıştır zaten kulaklarını. Ben Ahmet’te böyle özel bir parça bulamadım şimdiye dek. Yani inanmak istediğin gibi ona aşık değilim.”
“Ya günün birinde öyle bir parça bulduğun birine rastlarsan peki? O zaman simitlerini martılarla bölüşmek yetecek mi evlenmeni haklı çıkarmaya? O insan o özel yanıyla kalbini çarptırmaya başladığında, ya sırf onun yanında hissettiğin o güçlü duyguyu duyabilmek için dünyanın en ücra köşesine bile gitmeye hazır olduğunu düşünmeye başlarsan? Tabii bunu sadece düşlerinde yaşayabileceğini, çünkü aşık olmadığın bir adamla evlenerek rüyasız bir gerçeğe mahkum ettiğini kendini…”
“Eğer öyle bir şey olursa bekar da olsam, onunla değil o ücra yere gitmek, arkama bile bakmadan gidebileceğim en uzak yere kaçarım.”
“Ondan mı kaçarsın, yoksa aşktan mı? Ya da şöyle sorayım: Sen gerçekten Ahmet’le Ahmet olduğu için mi evleneceksin, yoksa aşktan kaçmanı sağlayacak herhangi biri olduğu için mi? Tükenen bir aşkın azabından seni koruyacak biri…”
Az önce ona uzattığım reçelli ekmekten büyükçe bir lokma ısırdı ve bana sözlerimde haklı olduğumu gösteren, takdir dolu bir bakış atarak “Beni tüketmeyecek biri olduğu için evleniyorum Ahmet’le.” dedi. “Yaşadığım şehrin İstanbul olmasının bana yıllar sonra da bir şeyler ifade edebilmesi için… Sürekli bitti bitecek korkusuyla diken üzerinde yaşadığım bir aşkın gölgesinde her şeyin anlamını kaybettiği bir dünyada kaybolmamak için…”
Sözlerine karşılık vermek yerine bir reçelli ekmek de kendime hazırladım ve küçük bir ısırık alarak seyretmeye koyuldum, bana kelimeleriyle söylediklerinden çok daha fazlasını söyleyen yüzünü. Daha geçen sene yine böyle ekmeğimizden lokmalar koparıp çaylarımızı yudumlarken, bana şimdi kaçtığı o şeyden söz ediyordu. O zaman şimdiki bu kabullenmişlikten çok uzakta, sürekli bir inşa halindeydi hayatını. Sanki çayından aldığı her yudumda, dışarı çıkıp kaldığı yerden kurmaya devam edeceği o dünyaya bir an önce koşmanın telaşı vardı. Yine bir evlilik öncesiydi. ‘Karar’ verilmiş, iki gün önce yine bu sofrada bildirilmişti. Bildiren yine aynı genç kızdı gerçi. Ama bir o kadar da yabancı, çok başka bir evrenden gelmiş…
Bana yaşayacağı şehirden, martılardan falan söz etmiyordu. Konuştuğu tek konu vardı: Sevdiği erkek…
İşin tuhafı o zaman, yaşayacakları yer ve yaşam koşulları hakkında konuşmaya hevesli olan bendim. En çok da ne yiyip içeceklerini, başlarını sokacak bir yer bulup bulamayacaklarını merak ediyordum. Çünkü damat adayımız bildiğim kadarıyla işsizdi. Deniz mavisi gözleri vardı. Gülümsemesi şahaneydi. Üstelik iyi de bir okuldan mezundu. Ama tüm bunlar karşımdaki bu güzel kıza hak ettiği hayatı vereceği konusunda bir teminat oluşturmaya yetemiyordu maalesef.
Ama şimdi karşımda, bezgin bir yüzle ekmeğini ısırmakta olan bu kız, o sabah aksine bambaşka şeyler söylüyordu yüzüyle. Yeni bir günü müjdeleyen güneş gibi, parıltısıyla dürtüp duruyordu uyuklayan her şeyi…
“Mert’i unutamıyorsun, değil mi?” dedim. “Daha doğrusu ihanetini…”
Gözlerinin ta içine bakıyordum. Bakışlarına yükleyeceği her tür duyguyu göğüslemeye sonuna dek hazır, sözlerimi tamamlama fırsatı bulacağım an’ı bekliyordum. Ama o, gözlerime bakmamayı seçti ve bakışlarını sofranın üzerinde gezdirmekle yetindi. Sanırım konuşmaya devam etmemi bekliyordu.
“Eğer Mert o yanlışı yapmasaydı ve siz evlenmekten vazgeçmeseydiniz, sen şimdiki bu anlamsız konuşmayı yapmayacaktın benimle. Martılarmış, simitlermiş bu kadar büyük yer kaplamayacaktı dünyanda. Gerçek yerlerine oturacak, kalbindeki boşluğu doldurmak için onlara yüklemeye çalıştığın o zoraki anlamdan kurtulup özgürleşeceklerdi senden. Eğer sen Ahmet’le gerçekten evlenirsen, dünyandaki hiçbir şey gerçek anlamına kavuşamayacak. Canlı cansız her şey ya da her durum kalbindeki o doldurulamaz eksiği telafi etmekten sorumlu hale gelecek çünkü… Ve bir türlü senin onlara yüklediğin o görevi yerine getiremedikleri için de suçlu... Seni mutlu etmeye bir türlü yetemeyecek yaşam.”
Tereyağının üzerinde gezinen bakışları sözlerim karşısındaki hislerini saklayabildilerse de, saklamayı beceremedikleri bir şey vardı: Gözyaşları... Yanaklarından süzülen o yaşlarda sözlerimin cevabını buldum… Ve derin bir oh çektim. Korktuğum durum gerçekleşmemişti demek ki: Duyguları gözyaşlarına dökebilecek kadar sıcacık duruyorlardı içinde hala. Kalbi korktuğum gibi buz tutmamıştı.
YORUMLAR
Önceden söylenecekleri bilip onay almak için uğraşmıştı epeyce. Kesin sözlerle ayrılmamış çizgilerin varlığını biliyordu söyleten. Söyleyense zaten bunları söylemek için hazırlanıyordu. Bu defa bir şey var: Öyküleriniz genelde içime işler benim. Ama b ukez doymadım. Sanki çok belirli, sanki çok yönlendirilen bir karekterler dizini vardı.