Eski Çengelköy’de Mehtaplı Geceler
Eski Çengelköy’de Mehtaplı Geceler
Sevgili okur, bu yazımızda eski Çengelköy’ün o mis gibi yasemin ve hanımeli kokan, mehtaplı gecelerinden söz edeceğiz. 1950’li Yıllar da Çengelköy geceleri, kandil, lâmba, mum gibi mehtabın akrabası hafif ve yumuşak eski ışıklarla aydınlanırdı.
Milyonlarca ateş böceğinin yanı sıra, mehtabın şüphesiz, daha dokunulmamış bir büyüklüğü, el sürülmemiş bir temizliği, eşsiz bir doğallığı vardı. İstanbul’un diğer semtlerinden Çengelköy’e gelenler, burada mehtabı o kadar büyüleyici bulurlardı ki âdeta sarhoş oldukları ve hatta bu büyüleyici güzelliğin sanki bir rüya olduğunu sanarak, çarpılmaktan korktukları olurdu. Oysa her şey aslında bir alışkanlık olduğundan, Çengelköy’de yaşayanların sulardaki mehtaba senelerin verdiği öyle bir alışkanlıkları vardı ki, ikili ilişkilerinde bir özellik doğar, bir akrabalık girer, artık onlar mehtaba yabancılar gibi şaşmazlar, alışkın gözlerle bakarlar, kendilerini ilk görüşte tanıdıkları bir eski ortam içinde bulurlardı.
Efendim, onların bunu söylemekle mehtabı daha az beğendiklerini değil, aksine mehtabın zevkini çıkarmasını daha çok bildiklerini söylemiş oluyoruz. Daha önce de değindiğimiz gibi, her şey bir alışkanlık sonucudur. Herhangi bir şeyi, iyi sevebilmek için çok tatmış olmak gerekir. Nasıl ki bir kadının güzelliğini en iyi bilen, onu en çok sevmiş olan âşığıdır. Dolayısıyla mehtapta bize bir nurlu avize gibi gelirdi. İşte biz onun zevkine alışmıştık.
Saçsız bir başa benzeyen ve birden bire Çengelköy’ün sanki en parlak ve parıltılı kafası oluveren, bir tepenin arkasından, hazır ve bütün bir ay, doğmaya başlar, doğar ve yine yavaş yavaş yükselirdi. Ay doğunca Çengelköy sahilleri, tıpkı bir vücudun yatağında emniyetle uzanışını hatırlatan öyle büyüleyici bir hâl alırlardı ki, bu, toprağın göklere ve sulara olan aşkını düşündürürdü. Gece, gönüllere doğanın bir armağanı gibi görünürdü. Ay’ın altınlı, elmaslı ışığı altında Çengelköy’ün suları, seven canlı bir vücut gibi ürperirlerdi.
Çengelköy, sahillerin, suların ve göklerin birbirleriyle karışır gibi olduğu bu geceler, ruhlarımıza bir sevgilinin kokusu gibi sinerdi. Öyle bir güzelliğe bürünürdü ki, ay ışığında biz uyanık olarak gördüklerimizi bir rüya âlemi sanırdık. Geceleri hava, mehtapla yarışan bir sihir gibiydi. Hiçbir rüzgâr esmezken sular bazen sanki kendi içlerinden gelen, hafif bir ürperişle dalgalanarak, ışıldarlardı. Böyle zamanlarda sanılırdı ki ürperen sular değil, onların üzerinde oynaşan ufak, kesik, ıslak, ışık parçalarıdır. Sularda binlerce küçücük dalgacıklar ışıktan ve altından mini mini yelpazeler gibi durmadan açılır, kapanırdı.
Çengelköy’ün bu rüya denizi, yavaş yavaş gönüllerimizi sararak onlarla doluyordu. Bu gönüllerin sınırları bütün dünyayı, suları, ayı, gökleri kucaklayacak kadar genişler, yükselir, derinleşir ve büyürdü. Ay, göğün ortasında bir yere uçmaya hazır gibi, o kadar güzeldi ki, tüm doğa ona kalırdı. Dünya hareketsiz, sular sessiz. Gönülleri göklere bağlar gibi bütün menekşe ve mor renkte geceden ruhlara âdeta kokular halinde sızan bu güzellikler, hayat karşısında acaba doğa’nın manevi bir duygusu var mıydı? Çengelköy bir şiirin suskunluğu içerisinde, iskelesiyle, eşsiz manzarasıyla, bu sulara, bu mehtaba bu şiiri söyletmiş oluyordu. Çengelköy ise, bu şiirin mucizesini gözle görülür ve elle tutulur şekilde, kendi köylülerine ikram ediyordu.
Efendim, şiirin iki büyük unsuru olan, ay ve deniz sanki el ele vererek, bizlere fizik ötesi, bir doğal “aşk mevsimi” açıyor, dolayısıyla Çengelköy’de doğa ile hayatı aşka erdiren bir yerleşim bölgesi oluyordu. Bu gecelerde, Çengelköy, bütün mehtabı sanki o küçücük koyunun içerisine almak ve sıkıştırmak isterdi. Mehtap sizlerle beraber sürüklenirdi. Ay’ın bir gümüş fanustan sızıyor gibi yansıyan donuk ışığı güneşin materyalist görünüşü yerine, bir tılsımlı maneviyat âleminin nuru olur. Yaşam kaynağı ve hakikat ışığı güneş aydınlığı yerine, mehtap bir büyü, hayal ve aşk ışığı döker ve gönlünden taşan bu ışıkla aydınlattığı her şeye biraz kendi huyunu aşılardı.
Sevgili okur bakınız, dünya önümüze aşk ve zevk için ne kadar güzel bir gecenin mehtabını sermiş! Bu fani gözlerimiz karşısında, Çengelköy’ün müthiş uçurumu mırıltılı menekşe renkli sularla örülmüş ve üzerine mehtap serilmiş. Bakınız, suların üstüne dökülmüş görünen ışıklar! Sulara karışan aydınlık toprak gibi cansız görünüşlü değil, maddenin üstünde bir unsur gibi canlıdır. Kaynaşan, gözleri kamaştıran bir hayat gösterir. Bu olay gündüz güneşin ışıklarında olduğundan çok, gece ay’ın tılsımlı nurlarında etkili bir albeni oluşturuyor. Bakınız, ay’ın gökte bir fanus gibi asıldığı gece; Çengelköy sahilleri, sularıyla sanki bir gelin odası olmuş. Hayat hayli güç bir bilmece değil, bilinmez göklerin zorluklarına katlanmak zorunda olduğumuz bir mesele değil. Her nefes alışımızda başımızı döndüren bir koku, çiğnenen bir lezzet, duyulan bir tat, öpülen dudaklar gibi seviliyor.
Sevgili Çengelköy, biz bu yazımızda, Çengelköy’ün mehtaplı gecelerinde yıllarca gezinmekten gönlümüzde kalmış bazı duyguları, zihnimizde kalmış bazı hayalleri ve bilgi dağarcığımızda yer etmiş bazı hatıraları kaleme alıyoruz. Öyle ki, bazen mehtap sularda ıslanarak ve sular mehtapla ışıklanarak bütün gördüklerimiz sanki inanılmaz bir rüya manzarasına döndüğü için, bazen simsiyah bir şilep mehtabın elmaslı suları içinden bu elmasları ezip geçtiğinin acısını yüreğimizde duyduğumuz için. Hamallar iskelesinden aldığımız kayığın suya dalan kürekleri, onları hafif hafif yırttıkça nazlı ipeklerin yırtılışlarını andırarak yüreğimize dokunan sesler duyduğumuz için, kısacası her şey Çengelköy’ün mehtaplı geceleri için, Çengelköy için. Sağlıcakla kalınız.
Hüseyin Tuna
T U N A C A N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.