- 1105 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Adam kadının gözlerine titrek yüz mimikleri ile konuşuyordu…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Biliyor musun ben seni özlemeyi öğreniyorum.
Bunun yarını da yok, dünü de yoktu, bu gün bir başlangıçtı aslında...
Taşlaştı boğazımdaki tıkanıklar, bir dünya yumağı oldu gırtlağımın tamamında, hayatın tüm ipleri örülmüş boğazıma, tüm cümleler düğüm olmuş iç içe, tüm yazgıların örgüsü bunlar can damarıma işlemiş, tüm kış yorgunluğunun nefessiz dakikaları artık geride kaldı, bir ağırlık musalla taşında görmez gözlerin ışığında kaybolmuş tüm yaşam karelerinin istekleri, neden zorlanır bir beden bu kadar ki kaç mezar taşında var bu hikâye, kaç göz karası sönmüş bu hikâyenin benzerinde?
Sahipsiz düşüncelerin ardında kalan kadın, gözlerin bir süzgeç düşüşü yaş, yüzün kır beyazı, hayatın vaz geçilmiş nutkundan kalan ne var elde, ne idi sarmalandığın acı veren düşünceler, karanlığın gözyaşları bunlar, ucu gün ışığına uzamış, binlerce resim karesi taranmış mutluluğun resmini görebilmek için… Karanlıktaki gözler bunlar mutluluktan uzak...
Kaçıncı ölüş bu, kaçıncı kaçış bu yangın düşlerinden, kayıp düşüncelerin serenadı bunlar, sahipsiz bakışların içinde kalan, sen kadın, ben sana ağlamakla, dünyamı ıslattım, sen kadın, güldürdüğün günlerin hesabı kaldı mezar taşlarına yazılacak, sen kadın ben senin gözlerine ağladım hep, sen kadın ben sende tükendim bilmez misin şimdiki pervasızlık bir acemi ıslığıyla bölünecek…
Sen kadın ben senin gözlerine ağladım hep, sen kadın ben sende tükendim bilmez misin şimdiki pervasızlık bir acemi ıslığıyla bölünecek…
Kayda meyilli düşlerim vardı, adına kahır düşleri denirdi, söylesene kadın düşler nasıl silinir, haberin var mı ağrıyan yanlarımdan, kaburgalarım sancılar içinde, dermansızlık derken, neden hep senden akar bu acı demeti sol bağrıma… Lâl olmuş düşleri anlatacak dilim, lâl olmuş dökülecek kelimeleri söyleyecek dilim, canım aksa toprağa damlalarla damla damla, haber verecek dilim lâl ki sen neredesin cehennemin kaç köşesi var, bir köşesini bana ver diyeceğim ama dilim lâl...
Biz aşkı su damlaları ile toplarken, sen sağanaklar sardın üstüme...
Baharı anlatıyorum sana, kıştan artan yaslarla, günleri anlatıyorum sana, yıllardan kalma günler, hepsinin içinde taş bir beden, mermer bir bakış soğukluğu ve acının resminde görüyorum gözlerini az kalsın oyulacaktım içine ve ben sana kendimi anlatırken baktım ki sen benden önce yürümüşsün bu yas cehennemine…
Kaybedecek neyimiz kaldı kadın, neyimiz kaldı ki almadığın ve de harap etmediğin, şimdi baharın bir çiçeğini sundum sana geçmiş günlerin hatırına…
Alıp koynuna sokmazsan eğer, bas geç üstünden alışık olduğun eda ile…
Selam sana cehennem kuşu…
Ansızın bir pencere camı kırıldı ve bir serçe yaralandı, kan sızısı sardı havaya kokusuyla, benim canım yandı, içim is kokuyor, serçe kanat döküyor yere doğru, yenildi bir cam kırığına, hayatı düştü, kalkmak istedi sallandı, tekrar denedi avuçlarımın içinden kanat çırpmayı ve süzüldü bulutların arasına, içimden bir ferahlık bir ohhh çekme geldi, kazanmıştık sonunda, serçe uçmayı başardı, ben de onu unutmayı…
Ne berbat bir rüya bu, her tarafım titriyor, tutunuyorum camın pervazına kaybettiklerim düşüyor göz diplerimden, ne berbat şey unutamamak, ne oldu sanki ne yaptık ki fazladan mutlu olmak için üç beş nefes almak istediydik erguvan kokulu…
Önce sevdayı tetiklediler yüreğimize doğru atakları ile sonda ihaneti kırbaçladılar bedenimizde, aşkı öğrettiler ki sevdiğimizi, sevildiğimizi sandık, sonra merhametimize sığındılar, daha sonrada arkamızı döndüğümüz anlarda durmayasıya bedenimize kustular tüm öfkelerini ve yalnız kaldık hayata tüm baskın çıkmış duygularımızla, karşımıza çıkıp öfkeli bakışlarımızda sinsi gülüşler yapıştırdılar, adına da sevgi dendi...
Bazen ne gitmek istersin ne de durmak…
Ters dönüp geriye doğru da gidemezsin, sanki zımbalanmışsındır olduğun yere. Omuzlarında bir yük vardır, uykusuzluğunu sahiplenmiş bir ağırlık, ödemesi çok gerekli ve elzem olan bir bedel vardır aslında, seni kendi etrafında çevresel döndüren…
Tek sebeple terk edilecek düşüncelerimiz vardı, tek düşle ağlamalarımız, bir bakışa hasret gitmiş arzularımız vardı belkilerle dolu, en çok özlenen için akardı gözyaşları, arkasında pişmanlıklar olsa da, geriye dizginlemek kalırdı belki de ağlayışları ertelemek için ama bir sen vardın ki her şeyi an be an yok eden, şimdilerde ki artık yokluğun oldu sanki her şeyi ateşleyen, tek çözüm müydü aslında boş ver demekler...
Vaat edilmiş sözlerle bir yaşam vardır aslında, sırtında taşıyıp terk edemediğin, zamanı kolladığın her şeye rağmen uykunun esaretinden kurtulduğun, ne kadar cümle varsa sığdıramadığın ve de ödenmesi gereken zamanın rakamlarına sığdırabildiğin bir yaşamın tutsağısındır aslında...
Ve inatla haykırmak isteyip de haykıramadığın bir cümle vardır, "sen benim sevmelere gebe yıllarımdın " derken, kaç uykusuz sabahın ardına saklandın ki bu gece de sabahı çok uzun bir gece oldu derken, kendi uykularının peşinden koşarken, titreşimlere uğrayan yürek gözlerinin atışları ile irkilirsin...
Zamanın atlama seslerini duyarsın içinde düzenli olarak ama zamana yön veremezsin, asla istediğin anda, hiçbir zamanı durduramazsın ve çoğu zaman durduramadığın zaman sana eşlik edemez ve işte o anlarda hayatın boşluğunda kayboldun demektir, o boşluğun ne önü vardır ne de ardı, tam da o anlarda anlarsın kimsesizliğini…
Oysa o durduramadığın zamanın içinde ne kadar çok pişmanlıkların vardır. Ne giden sevgilinin peşinden onun şehrine gidebilirsin, ne de kendi şehrinde kaybedebilirsin kendini…
Beni daha fazla bekletme, emrini ver ve kestir bu ipi düğümünden, yıllarımın güneşini keserken hiç bir şey düşünmezken, elime aldığım “Son Oyun” kitabı bitmeden sen bitir bu okumayı, beni kendime saklatıp, yıllarımı gömerken gölgeliklere, kaç bin nefes aldım ben izbe kokulu hayatımla, gidemedim senden, gidemem de, hayat bir urgan sarmış omuzlarıma, işaretlemiş beni, geçmişe ait ne varsa, acılar dışında bir şey olmayan, bütün bu yükler omuzlarımdayken ben seni bırakıp koşamam ki hayata doğru, tek çarem var, sek sek başlamalıyım tekrar yürümeye ve de dar nefesler alarak yaşamaya, bu yüzden ben senden yine de gidemem... Uzaklaşamam ki…
Derken, hep pişmanlıkların hüküm sürer beyninde, çoğu zaman boynundan arkaya, aşağıya doğru süzülür terler, beyninden, saç tellerinden, aşağıya doğru süzülür…
Oysa her akıttığımız bir damla terin bir bedeli, bir sebebi vardı ve asla geri alınamazdı bu bedel…
Çoğu zaman veya hiçbir zaman pişmanlıklarını geri alamazsın ve hiçbir pişmanlık sebebi hiçbir zaman geri dönemez…
Bu yüzdendir yana yakıla akıttığımız gözyaşları, mendilleri ıslattıkça, sadece içimizdeki kin kendini koyverir
sonsuza, yaşam sonuna…
En önemlisi her kes kendi şehrindeyken, her iki canını yakarken sahipsiz kalır acıların tınısı ve ağıta dönüşen ayrılık şarkıları artık, duyanı da söyleyen kadar yakar. Böylece, her acı kendi çemberinde ağıta dönüştükçe, kendi şarkısını besteler…
Öfkemdi, sabrımdı, ayaklarıma derman dağıtan…
Yürüdüm darmadağın olmuş hayatımın karelerinde duramayasıya…
Vazgeçemediğim onurumdu öfkemi körükleyen, öfkeliydim yoluna kendimi adadığım hayatımı tüm yolun bataklığı ile darmadağın edip acıları gövdeme perçinleyen…
Kahredici zaman karelerimi bana armağan edendi öfkemin kökünde yatan anlam…
Bitmeyesiye bir tiksintiye benliğimle beni atan karanlıkların korkulu yolculuğunu yaparken sade e tekliğimin içinde kalan bir düş yaşamıydı bu…
Yaşamda sahip olabileceğin en önemli ve de hoş şey, yanında olduğun zaman, içinde gülümsemenin ardında yalnızlığını unutabiliyorsan yanındakinin nefesi çok duygu yükler insana...
Renkler ve de gece, insanın içinde yaşadığı yalnızlık kulvarları...
Gece de çok karanlıktır aslında hiç renk görünmez ama sesler ortaya çıkınca insan o seslerin içinde bulur kendini, belki de bir merhaba denmiş gibi, insan bazen bir merhabaya bel büker...
Kaybolmuşluğumun sesleri peşinde koşuyorum aslında gecenin körleşmiş ışıkları ile göz karartıları ile dolaştığım kulvarlar ki hayatımın karanlık noktalarının saklandığı veya göz ardı ettiğim anları saklar, oysa biz karanlıkların çocukları olmuştuk çok yıllar önce, çok şeylerimiz saklıydı o karanlıklarda biz de saklanırken, senli olan her şey güzeldi, karanlıklarda olsak bile ama var oluşumuz karanlıklarda gizlenmekten veya saklanmaktan geçmemeliydi, her ne kadar karanlıklarda koybolmuşluğumuzu güçlendirirken aslında hasretimiz gün ışığındaki berraklığa idi, utku berraklığa ulaşmak için kat ettiğimiz gece yolculuğu veya gecenin sesinin ardından koşarak kendi ışığımıza erişmek azmiydi…
Ve zaman karşımda sarkacı sallanan bir saat, sesi ise ansızın çıktığında ürperti verir içime, kaybettiğim nelerim varsa saklar içinde halbuki, tüm yoksulluğumun şahididir umursamadan, gün gelir onun hatırladıklarını hatırlamaya çalışırken, bir zamanlar mutluluğumuz taşardı yüreğimizden derdik, oysa o hiç aldırış etmeden geçmeye devam ederdi vagon vagon önümüzden, sahipsizdik ona karşı, oysa o tüm saklılarımızı içinde barındıran dili lâl olmuş gizlilerimizi saklayandı, bir gidenin ardından görüşürüz yine günün birinde dememiz, giden gibi onun da umurunda olmazdı...
Sahnedekilerin telaşlı bakışları arasında oynanıyordu hayatımın sahnesine konmuş oyun, sadece tek kişi pür dikkatle bekliyordu son cümleyi, oyun detaylarla devam ediyordu, oysa şeytanın asası detayların içindeydi, karşılıklı bakışlarla etmedikleri laflar kalmadı hepsi saklıda kalanlardı, kim kime bariz bir şekilde meydan okuyordu, adam ansızın , "sen beni yok etmeye çalıştıkça, ben sadece öfkeme ve de hırsıma mağlup olurum ama gene de sana eğmem başımı ki giyotinin altına konsa gene de yalvarmam sana beni öldür diye" oysa zaman zaten bu oyunun içindeydi ve çanlar biri için tekrar çalıyordu, Maistro “oyun bitti” diye zili çalamıyordu hâlâ ve sadece yürekler yaralanıyordu gecenin karanlığındaki tek tük değişen ışıklarla...
Vurdu yine yine, vurdu geçti sonbaharla kışı tüketip yaza atladık duramayasıya, aldanılmış düşünceler bunlar, sabrı zor bu cümlelerin, kahrolası bir hıçkırış bu, dermansız bir yakarış bu, bir çember bu içinde döndüğümüz gülüm, bana hayatı sorma, hele geçmişi hiç deme, ölümse asla tüketme nefesi, bu yalnızlık başka bir şey gülüm...
Gülem ben kendi sözüme gülem, içimde güller var, ben gülem, hayatta güller var, bende de var, gülem ben, vakit akşamsa hele ben çok gülem halime; çünkü güneş bitecek, ben sadece sevdiğimin gözlerinde kalacam ki gülem ben...
Bazen başıboş, boş vermişlikle dolanırken kulvarlarda, bir anda aklına bir isim gelip takılır, önceleri aldırmaz gibi yaparsın kendi kendine söylenirken, bir anda en azından bir merhaba diyeyim dersin ama yetiksiz kalırsın kendine doyumsuz olurken ve bütün bedenin sarsılır gibi olurken bir cümle ile dağılır gidersin “onu sevdiğimi söylesem mi” dersin, işte o an kalbin duracakmış gibi tekrar çarpmaya başlar, bu düşünce ile...
Sevdiğime selam söyle rüzgâr, "bir de onu sevdiğimi bilsin" selamımı almazsa, onu da bırak selamı al da gel, demeyi düşünürken, bazen insanın içinden bir şeyler geçer, dudaklarını sıkar susmak için, oysa o kadar önemlidir ki onun için ve der ki vakit erken, daha nice cümlelerle kelimeler birikecek içinde sevdaya, sevmeye, saygıya dahil...
Adam kadına seni sevmek isterdim, bu cümleyi de sana söylemek isterdim ve de sesine sesimi karıştırırdım ki nefessiz anlarımda yanımda sadece sen ol diye...
Adam kadının gözlerine titrek yüz mimikleri ile konuşuyordu, anlattığı çok şey yoktu aslında, sadece yaşamının zorluklarına dair bir şeyler konuşuyordu, o bir şeylerin içinde ayrılık korkuları ve de kayıplık korkuları vardı, sadece kaybetme korkusuydu anlatmak istediği…
Kaybedersem seni, kaybolurum diyordu, titrek yüzü ile…
Ona denizin kıpırtılarını, kahverengi rüzgârın kokusunu, özlemlerini, sevgilerinin kutsallığını, acılarını, çok az olan
gülmelerini, kadının onun bakışlarını nasıl anladığını anlatıyordu, ara sıra oynattığı elleri ve de parmakları ile kadının tekliğinden ve de zaman zaman acımasızlığından, bahsediyordu…
Yüz ifadeleri değişip durdukça kadının “ben de seni çok sevdim” deyişini duyar ve içi titriyordu yalan cümlelere kızgınlıkları ile ve sordu, nasıl geçti senin hayatın, benimki kadar zor muydu derken rüzgârın pencereyi zorladığı sesle uyandı…
Derin bir yeis içindeydi, yılların ardında kalan bastırılmış duygulardı ve kısık sesle kendi kendine “sen bende biteli çok zaman geçti biliyor musun, kaç yılbaşı gecesi yalnız geçti” dedi ve sustu… Susmaları yine yine “o’na” götürüyordu, apaçık yine “o’na” çünkü “o” ne vakit sussa kadın konuşuyordu…
İnsan bazen yüreğindeki yerdedir ama bazen de gördüğü yerdedir…
Benim tek vazgeçilmezim vardır derken nefesim dahil değildi bu tanıma ama nefes kadar önem verdiğim sevgiydi adını sırlarla kapladığım kadına karşı, şimdilerde ise sevgi adına gelen acılar istem dışı olsa da vazgeçilmezlerime dahil oldu ama acısız sevginin dayanma gücü de çok fazla olmazdı, bu yüzden sevgi, acı bileşkesi, vazgeçilmezlerimize dahil olur...
Bazen tüm geçmişimizi buharlaşmış bir camın yüzeyinden bir kaç el sürtmesi ile silebilsek de izleri unutulmaza yolcu olur durmayasıya ama sevgi ama dostluk çoğu zaman bu cam bakışlarının ardında kalan bakışlarla yoldaş olur acılarımıza, nefes almalarımıza, kurtuluşa ulaşacak zamanlara kavuşmak için siper olur bize bu cam dostluğu...
Kadındı, geceydi, umuttu sabaha ulaşmak, belkileri vardı, utkuları vardı, adamdı, sadece var olmak istedi sevgide, düşleri vardı ulaşmak istediği, sonsuza uzardı sevgisi, yanıldı, acıları oldu, camdaki arkadaşı oldu kendisi ve sonsuza ant içti vazgeçilmezi olacaktı sevdası…
Yanıldım sende diyordu aslında içinden gelmeyerek, sadece bakınıyordu geçmişin buğulu penceresinden, tüm pişmanlıklarını sarmalamıştı, adını ezberlediği ve yutkundu ezberi bozulmuştu kar koyusu bir düş ertesinde, sadece beklentisizdi dağılması gerek kar yangınının, zorunaydı her şey ve sahipsizlik almış başını gitmişti ve yol uzamıştı geleceğin köprüsüne, yanılmıştı, her kesleri ve de her keslerden çok sevdiğince yanıltılmıştı...
Kaç kez arındık içimizdeki eksiklerimizden, kaç kez boşalttık beynimizdeki kuruntuları, kaç kez korkularımızdan vaz geçtik el tutuştukça, sonunda ruhumuzu boşa aldık mutluluğun özgürlüğünde dolansın diye ve sonunda gecenin kündesine düşürüldük hüsranla, sevgi yaralıydı ve biz artık birbirimizden gitmiştik...
Bir gün daha karışmakta bahara, bir günde bin çiçek düştü denize, bir dilekle, bin defa özlenmiştir aslında günleri sayarken, koluna uzandığı günlerden birini daha dilerken, bir ömre bir gün daha karıştı, bu bahara da hayat be sevgili, kaçı kaça gitmiş günlerin boşunalıklarını sayarken, bir de seni sayarken her gece sonrasına kadar açık kalmış gözlerle, kendi payına düşen oysa yalnızlıktı boşuna saydı günleri, boşuna düştü düşleri sevgi düşleri...
Bir gün daha karışmakta bahara, bir günde bin çiçek düştü denize, bir dilekle, bin defa özlenmiştir aslında günleri sayarken, koluna uzandığı günlerden birini daha dilerken, bir ömre bir gün daha karıştı, bu bahara da hayat be sevgili, kaçı kaça gitmiş günlerin boşunalıklarını sayarken, bir de seni sayarken her gece sonrasına kadar açık kalmış gözlerle, kendi payına düşen oysa yalnızlıktı boşuna saydı günleri, boşuna düştü düşleri sevgi düşleri...
Uzun bir yolculuk bu yazmalar, nerede başladı bilinir ama nerede, neden biter hiç bilinmez…
Oysa ayrılık başlamıştır düşünce yolculuğunda, durmayasıya yazılır bu yol, nerede bitecekse sanırım orada son bulacak bu kalem ucu, nelerin peşindeydik, neyi ispat ediyorduk, çok sevmeye dair cümlelerin sonu var mıdır veya özleme dahil, bilinmez ama öyle incelmiştir ki yürek cidarları, artık yokuştaki yorgunluk başlamıştır kalem ucunda, oysa direnir kalem yazmak için ısrarla, söylenmemiş sözlerin ardında ezilmekti belki de bu istek, neden durulmaz bu yokuşun sonunda, kaç kişilik bir yaşamımız vardır bilinmez ama biri vardır ki durma der durma, duracak olursan düşersin o dibe doğru ve tutunacak kimsen yoktur artık, her şey boşuna yaşanmış ve boşta kalmış bir hayat olur sanki, değmeyenler alıp götürmüştür tüm değerlerimizi, oysa can feda dediğimiz yürek vardı bir zamanlar ki o alıp gitti o halde canımızdan bir canpare, hayat bu değmeyenlere zorlayıp durduğumuz hayat, ortası neresidir ki hatamız neresindedir hâlâ çözememişsek basıp geçmişizdir bam teline yok saydıklarımızla beraber...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Bence, Bu yazı bir kaç başlık taşısada kendi içinde bir bütünlüğü zorlayan gerçekten güzel bir sesiz çığlık. Bu da hayata dair bir ibadet mırıldanması, ben hayatın içinde var olan yaşam formlarının kendi kıblesine dönerek ve ortaklaşa dudak kıpırtılarıyla farkında olsalar da olmasalar da kutsal bir müzik ürettiklerini düşünürüm. Bu başlangıcı bilinmeyen bitimsiz yaşamın bir karesindeki o kutsal sestir bu yazı, O sesi şimdi Sevgili Mustafa Yılmazın kalem ucundan dinliyoruz
Bu yazı bana şu dizeleri söyletir şimdi;
GEÇMİŞLE GELECEĞİN/
KIYASIYA SAVAŞTIĞI/
GEÇMİŞİN/
BİRAZDA AĞIR BASTIĞI YERDE/
KALMIŞIM BİR BAŞIMA/
BİR YANIM AZAP DERESİ/
BİR YANIM ÖLÜM/
YÜREĞİMDE SEN VARSIN/
KALMIŞIM BİR BAŞIMA/
ŞAŞKIN/
UZAT ELİNİ, AL KOLLARINA
GÖTÜR BENİ
İSTERSE SONU ÖLÜM OLSUN...
Sevgili Mustafa Yılmaz Beyin vuslata giden yolda yaptığı kutsal bir dans, müzikli bir ayındir bu yazı. Yaşamın ve vuslatın kutsallığı adına bu yazıyı yazan yüreği öpüyorum.
yolcu9901 tarafından 5/18/2013 5:15:03 PM zamanında düzenlenmiştir.