KUYUDA
“Şu çöp toplayan çocuklar var ya, günde yüz elli iki yüz arası kazanıyorlar” demekle kendini rahatlatan adam , içinde haykıran vicdanının sesini bastırmaya çalışıyor.
“Bunların alayı mafya!” diye yalınayak koşuşturan çocuklara bakıp asabileşen adam da tıpkı onun gibi. Sadaka verirse kaybedeceğini zannediyor. İçinde fısıldayan genç adamın dediklerine aldırmıyor bile!
Komşusu tokken aç yatan adamın haline “memleketten çuvalla nevale geliyor” diyen komşu gece kalkıp park ettiği son model arabasını kontrol edince rahatlayıp nihayet derin uykuya dalabiliyor.
Elini açan özürlü gencin suratına köpükler saçarak “ git çalış senden beterleri ne işler yapıyor” diyerek fırça atan yaşlı adam, kalbindeki kırıkların izlerinden sızan “bir zamanlar şu Galata köprüsünün demir dubaları altındaki gölgede ekmek arası kaşar ile karnını doyururken hemen karşıdaki restorandan kendine bakıp ‘yediğim pirzoladan onun kadar lezzet almıyorum şerefsizim’ diyen şişman adamın görüntüsünü unutabilmiş midir?
Bir yanımız duyarsızlaşırken bir başka yanımız yeni değerler katıyor ruhumuza. İyilik artık cami avlusuna terk edilen gayr-ı meşru ilişkiden peyda olan “meşru” bebekler misali elinde kalanın parmaklarını yakıyor.
Merhamet sahile vuran balinalar gibi kurtarılmayı hak etmiyor mu sizce?
Yoksa biz acizlik ifadesi olarak idrak edilerek insanoğlunun meziyetleri arasından çıkarılıp, kurumsallaşma adına merhametli yüreklerden kazınıp suratsız, samimiyetsiz, sadece evrakların kabul ve geçerli olduğu insan edebinin, haysiyetinin dışarıda bırakıldığı katı bir resmiyete mi intikal ettiriliyor.
Karşılıksız hiçbir eylem ve iyiliğin olmadığı dünyada sevginin, merhametin terazilerde tartılıp değer biçildiğine, yapılan hayırların normal reklam faaliyetleri içerisinde anılıp bütçelendiğine üzülmek için bir su damlası kadar vicdana sahip olmak yeterli olacaktır.
Demek ki; bu kadar olsun vicdan sahibi değiliz.
Onun için her düz alanda görmeye alıştığımız yardım kuruluşlarının faaliyetleri yüreğimize tesir etmiyor, bizi heyecanlandırmaya yetmiyor afişlerdeki başı omzuna düşen yetim yüzleri.
Belki de kabahat bizde değildir?
Belki de biz duyarsız değiliz.
Algılarımız değişti belki de.
Bunun suçu bizde mi?
Her gün bütün kısıtlamalara, sansüre rağmen, büyük gayret ve inatla reddedilen iddiaların neticesinde biz bu hale geldik.
Yoksa biz merhamet yetiştiren bahçıvanların ellerinde açmadan solan goncalar mı olduk da haberimiz yok?
Gözyaşlarımız kaç zamandır bir başkası için dökülmedi yanaklarımıza?
Kulaklarımız kapalı başkalarının feryatlarına, ellerimiz küçük bir yetim başı okşamadı yıllardır.
Bir tek demir para sadaka vermedik, veremedik, bir çeyrek ekmek nasip olmadı cebimizden aç bir insana, bir kez gülemedik gözleriyle sevgi arayan masumlara.
Birey olarak yapmaktan daima imtina ettiğimiz vazifelerimizi “kurumsallaşma” martavalıyla elimizden gasp ettiler, artık bir selam vermek için bile form doldurup, adımızı kimlik numaramızı kaydeder olduk yarı resmi evraklara, kibrimiz kalbimizin erdemli yanını çürüttü.
Rahmet kayıt numarasıyla geldi kapımıza sanki başında süslü antetlerle donanmış kâğıtlarda ismimiz olmayınca yaptığımız iyiliğin yazılmayacağını zannettik, duyulsun istedik yaptığımız hayır hasenat evraklarda yazılarak ta Allah katında.
“Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek” diye vaaz verirken terk ettik kendi merhamet sandalımız, makul gerekçelerle hayırlar reklamlar malzemesi oldu sevaplarımız, kirlendi, kötülendi, kokuştu tertemiz alfabemiz tükürükler saçılarak yapılan dualar yerlerde süründü, anlamadık.
Bir vakit gece kem gözlerden ve kibirli sözlerden uzak olsun diye yapılan iyilikler davul zurna ile duyurulur oldu, patlayan flaşlara dönüldü yüzler, göbekler birleşti elden ele geçerken altın yaldızlı plaketler ve biz, nur gibi ışıltılı dünyamızı karanlık kuyularda hapsettik.
Ya Yusuf o kuyuda kalsaydı ebediyen?
YORUMLAR
Sevgili Erol
''Merhamet etmeyene merhamet olunmaz'' dedi Yüce Peygamber(S.A.S). ''Amenna ''Dedik. Çok doğru, çok haklı, ''Ne kadar güzel söylemiş Fahr-ı Kainat'' Dedik.
Dedik sadece.
Uygulamada ise '' Merhametten maraz doğar'' Daha hoşumuza gitti, daha işimize geldi.
Bilir misin bahçe duvarından sarkan dallarından yerlere dökülüyordu erikler. Bir arkadaşım işte o sarkan dallardan bir iki erik kopardı diye '' Ulan bu ağacı benimle mi diktiniz'' Diye bahçesindeki ağacı kesen insanlar tanıdım ben bu ülkede.
Ama aynı zamanda ''Hocam yeni montunuz ne kadar güzel '' diyen öğrencisinin kış günü ceketle dolaştığını görüp de o montu giymeyi kendisi için zül kabul edip öğrencisine veren öğretmenler de gördüm.
Allah hiç kimsenin kalbinden merhamet duygusunu eksik etmesin. O duygudur insanı insan yapan..Gerisi laf-ü güzaf.
Kutladım bu güzel yazıyı ve yazarını.
Selam ve sevgilerimle.
Aslında bu gibi insani olayları dinle bağdaştırmakla en büyük yanlışı yapıyoruz.Hiç bir dine mensup olmayan bir insan da vicdan taşır,iyilik yapar.İçinden gelir bu.
Dini bir gereklilik olarak görüp yapanların yüzünde hiç nur görmedim ben.Acıyıp,üzülerek yapanlarda gördüm.
Kayboldu dedikleriniz evrensel kurallar.Bence iyi insanların sonu gelmez.Öyle olsa dünya yıkılırdı.
Sevgiler...
Dinen yapılan her türlü eylemin insanın kendini terbiyesiyle ilgili olduğuna, Allah'ın rızası için değil (sadece) asıl kendi ruhunu arındırmak için yapılması gerektiğine ve ibadetin ve hayır işlerinin bir ticarete dönüştürülmemesi gerektiğine inanlardanım. Ne kadar namaz, sadaka, oruç... o kadar cennet. Değil işte.
Mevlana çile dönemini anlatırken en zorlandığı eylemin dilenmek olduğunu, ama insanın ruhunu da en çok sadaka verenin gözünde gördüğünü ifade eder.
Allah'ın bizim iyi ya da kötü olmamıza ihtiyacı yok. Vicdanına karşı sağır olmuş insanın her şeyi Allah için yapıyor olması yaptıklarının sorumluluğunu da Allah'a yüklemesini getirir.
İnsanlık yerlerde hocam. Müthiş bir yozlaşma ve deformasyon içindeyiz. Bilgiye bu kadar kolay ulaşılabilen çağda cahiliz.
Öyle bereketli bir konu açmışsınız ki. Söyletti vallahi suç benim değil :)
Saygılar.
Tok açın hâlinden anlamıyor, maalesef. Sadakadan geçtim, farz olan zekatı dahi vermiyoruz. Oysa ki zekat, "zenginin malına karışmış fakirin malı" olarak tarif ediliyor. Yani nasıl ki başkasının malı karıştığında iade ile yükümlü isek, şartları oluşan malımızdan da zekatı aynı şekilde vermekle sorumluyuz. Üstelik zekat; kurumlara, kuruluşlara, vakıflara, derneklere, camilere... verilemez. Belli özelliklere sahip gerçek kişilere, yani "insan"a verilebilir.
Bizim köyümüzde, ürünler kalktığında insanlar satmadan veya ambara koymadan ilk önce dul, fakir, hasta, yatalak, yetim... ihtiyaç sahibi kimler varsa onlara bir pay ayrılır, kapısına kadar götürülür, bırakılırdı. Öyle olurdu ki, o insanların çocukları bazan vereninkilerden daha iyi yer ve giyerlerdi. Şehirlileştikçe, binalar büyüdükçe içimizdeki insanlık küçülüyor galiba. Oysa yine bir hadiste buyurulduğu gibi:"Allah-u Teala der ki: 'Ey kulum! Ben acıktım sen beni doyurmadın. Kul der ki:' Ey Allah'ım! Sen her şeyin sahibi iken, acıkmaktan uzak iken ben seni nasıl doyurayım?' Allah-u Teaa der ki:' Ey kulum!Falan zamanda yanına fakir bir kulum gelmişti. Onu doyursaydın, beni doyuracaktın.' Bu şekilde diğer ihtiyaçlar da sayılarak fakir kula yapılanın Allah'a yapılmış sayılacağını beyan eden bir anlayıştan, geldiğimiz nokta "Nasıl daha çok çalarım, çırparım, devlet imkanlarını yağmalarım? Nasıl haksız kazanç elde ederim?"
Cümleler dağınık ve bazan da düşük oldu sanırım, ama bu güzel yazıdan yorumsuz geçmek istemedim. Tekrar yazmaya da şu an müsait değilim. Hoşgörünüzü istirham ederek...
Allah'tan kalpleri kararmış, vicdanları körelmiş insanlardan etmemesi temennisi ve selâm ile.
Sevgili Erolabi,
Böylesine ideal duyguları , masaya seren güzel yazınızı, ilgi ve göğsüm kabararak okudum.
Zamanın değişmesi ile insanlığın değişmesi neden bir birine karıştı bu kadar_ İnsanlar daha dindar görünerek suçlarını mı gizliyorlar?
Tek günah cinsel serbesti midir?Allah'ın bizlere bahşettiği vicdan ve hoşgörüyü yok edip gaddarlaşmak, günah değil de nedir?
Yardım etmek , elden tutup kaldırmak bizden ne eksiltir? Çaldığımız her şeyi tanrı görmüyor bilmiyor mu acaba? Hak edilmeyen her kuruşum, her yenilen hakkın hesabı sorulmaz mı?
Çok yesen, çok iyi giyinsek ,en iyi evde oturup, en güzel arabayı kullansak ne değişir,
Çok teşekkür ederim bu enfes hatırlatma için . Saygılarımla._
yanılmamışım. istanbulun galata köprüsünde mola veren biri her daim haliçin o akşam güneşin oynaştığı sularının keyfini tüm istanbula yaymıştır.
anlattıklarınız
yaşadıklarımızın gözümüze sokulması ki
kim ister gözüne birşey sokulmasını
arabasılı kitleyip karısının/kocasının koynunda sabahlamak varken
ben kısa kesiyorum yoksa
sayfanızın ahlâk değeri düşebilir sayemde