Dönen Elma Çiçeği
Bir varmış, bir yokmuş… Kafdağının yeşil eteklerine boncuk gibi işlenmiş evlerden birinde kırmızı yanaklı, tatlı mı tatlı bir kız ile sesi güzel annesi yaşarmış. Birbirlerinden başka kimsecikleri yokmuş. Annesi kızını çok sever ve üzerine titrermiş. Kız da annesini çok sever, onu üzememek için hep sözünü dinlermiş. Annesi en çok da kafdağının ardına gitmemesi için kızını uyarır, orada kötü şeyler olduğunu söylermiş. Küçük kız, oraya giden arkadaşlarından oranın çok güzel bir yer olduğunu duysa da annesini üzememek için- merak etse de- oraya gitmeyi hiç düşünmezmiş.
Günün birinde, annesi hastalanmış, yataklara düşmüş. Kız bildiği ne varsa yapmış; şifalı otlardan çaylar içirmiş, kötü ruhları kovmak için tütsüler yakmış ama hiçbiri fayda etmemiş. Hekimler çağırmış, hiçbir ilaç tesir etmemiş. En son köyün en yaşlı ve bilgini Otacı kadını çağırmış. Otacı kadın annesinin dermanının Kafdağı’nın ardında yetişen “dönen elma çiçeği” olduğunu söylemiş. Küçük kız, annesine Kafdağının ardına gitmemek için verdiği sözü hatırlamış ancak bu çiçeği getirmezse annesinin öleceğini söylemiş otacı kadın. Bu yüzden gitmeye karar vermiş kız. Ancak annesi onun için endişelenmesin diye gideceğini annesine söylememiş. Gelene kadar otacı kadına emanet etmiş annesini. Otacı kadın da merak etmemesini, elinden gelen her şeyi yapacağını söylemiş ve eklemiş:
“ Çiçek, boyalı kuşlar sarayının bahçesinde bulunur sadece. Ve her derde deva olduğundan herkes dönen elma çiçeklerinden almak ister. Çok dikkatli ol, birçok muhafız tarafından korunur.”
Küçük kızın bu sözlerden sonra gözü korkmuş. Ancak hemen annesi gelmiş aklına. Dünyada ondan başka kimsesi olmadığını hatırlamış. Hiç vakit kaybetmeden yola çıkmış. Bir taraftan da otacı kadının sesi çınlıyormuş kulaklarında:
“ Çiçeği kopardığın an rengi kırmızıdan yeşile dönmeye başlayacaktır. Çiçek yeşil olduğu vakit annene hiçbir faydası olmaz”
Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş küçük kız. Kimi zaman yetişemeyeceğini düşünerek umutsuzluğa kapılmış. Yine de vazgeçmeden ve hiç durup dinlenmeden yürümeye devam etmiş. Bir süre sonra yorgun düşmüş, karnı acıkmış. Güneş de tam tepesinde olduğu için sıcaktan bunalmış. Artık daha fazla dayanamayacağını anlayarak bir ağacın yanına gitmiş ve sırtını gövdesine dayamış. Çıkınından yiyeceklerini çıkarmış. Ama annesini düşündükçe yemeği boğazına diziliyormuş. Zar zor yemiş yemeğini, tam son lokmayı da ağzına atacakken düşer gibi bir kuş konmuş yanına.
Küçük kız daha önce böyle güzel bir kuş görmemiş. Tüyleri tıpkı bir gökkuşağı gibi rengarenkmiş. Gagası da öyleymiş üstelik. Kuşa daha dikkatli bakmış küçük kız. Yorgun bir görüntüsü varmış. Kızın elindeki lokmaya bakıyormuş. Kuşun aç olduğunu anlayan kız hemen elindekini ona uzatmış. Kuş hemen yemiş. Sonra:
- Teşekkür ederim, demiş boyalı kuş.
Kız şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacakmış. Ve korkmuş ilk önce. Ama kuş o kadar sevimliymiş ki korkmasına gerek olmadığını, küçücük bir kuştan ona zarar gelmeyeceğini anlamış ve merakla sormuş:
- Nasıl konuşuyorsun? Demiş şaşkınlığını gizleyemeyerek.
- Burası Boyalı Kuşlar Ülkesi. Burada benim gibi her kuş konuşabilir, demiş.
Küçük kız, annesine derman olacak dönen elma çiçeğinin Boyalı Kuşlar Sarayı’nda olduğunu hatırlamış ve belki kuş oranın yerini söyler diye sormuş:
- Peki, Boyalı Kuşlar Sarayı’nın nerede olduğunu biliyor musun?
Kuş hemen cevap vermiş:
- Boyalı Kuşlar Irmağı’nı geçtiğin zaman sarayı görmeye başlarsın.
Sonra merakla bakmış kıza ve sormuş:
- Neden soruyorsun sarayın nerede olduğunu?
Küçük kız, nedenini söyleyip söylememekte tereddüt etmiş. Ancak yalan söylemek de istemiyormuş. Çünkü yalanın çok kötü bir şey olduğunu öğretmiş annesi ona. Bu yüzden doğruyu söylemeye karar vermiş. Tekrar boyalı kuşa bakmış ve her şeyi anlatmış içtenlikle. Sözlerini:
“… Eğer o çiçeği zamanında götüremezsem annem ölecek ve bu dünyada yapayalnız kalacağım.” Diyerek bitirmiş ve hıçkırıklarla ağlamaya başlamış.
Boyalı Kuş da kızın durumuna öyle üzülmüş öyle üzülmüş ki gözlerinden iki damla yaş düşmesine engel olamamış. Küçük kıza yardım etmeye karar vermiş.
- Sen bana iyilik yaptın, elindeki son lokmayı hiç düşünmeden bana verdin. Ben de sana olan borcumu dönen elma çiçeğini almana yardım ederek ödeyeceğim, demiş.
Kız çok sevinmiş bu duruma ve teşekkürler etmiş boyalı kuşa. Ancak boyalı kuş:
- Hemen sevinme. Yardım edeceğim ama saraya öyle herkesi almazlar ki. Kapıdaki görevlilere ne diyeceksin? Diye sormuş.
Küçük kız bu işin bu kadar zor olduğunu daha önce hiç düşünmediği için büyük bir hayal kırıklığına düşmüş. Küçük kızın üzüldüğünü anlayan boyalı kuş ise hemen düşünmeye başlamış ve bir süre sonra:
- Buldum! Demiş.
Küçük kız ümitle boyalı kuşa sormuş:
- Ne buldun?
Boyalı kuş:
- İçeri nasıl girebileceğini.
Küçük kız heyecanla sormuş:
- Nasıl?
Boyalı kuş:
- Kılık değiştirerek.
Küçük kız büyük bir şaşkınlıkla:
- Kılık mı değiştireceğim? Demiş.
Boyalı kuş:
- Evet, kılık değiştireceksin.
Bu sefer de merak içinde sormuş küçük kız:
- Ne kılığına gireceğim?
Boyalı kuş:
- Büyücü kılığına gireceksin. Çünkü Boyalı Kuşlar Ülkesinin kralı büyücülere özel ilgi gösterir. Ülkenin dört bir yanından büyücü çağırır saraya, demiş.
Küçük kız içeri nasıl gireceğini bulduğu için çok sevinmiş. Fakat kralın büyücü merakını anlamayarak sormuş boyalı kuşa:
- Kralınız neden büyücülere bu kadar ilgi gösteriyor? Demiş.
Boyalı kuşun gözleri gölgelenmiş. Bir iç geçirmiş ve anlatmaya başlamış:
- Kral henüz genç bir prensken, yüzü güzel, sesi güzel ve gönlü güzel genç bir kıza âşık olmuştu. Kız da ona. Aşkları dillere destandı ama o zamanlar genç bir delikanlı olan kralımız bir türlü aşkını ilan edemiyordu. En sonunda genç kralımız cesaretini topladı ve halkın önünde aşkını ilan etti ve hemen ardından evlenme teklif etti. Prensesimiz de büyük bir sevinçle kabul etti. Boyalı Kuşlar Ülkesi’nin halkı da böyle iyi kalpli birinin prensesleri olacağı için çok sevinmişlerdi. Düğünleri kırk gün kırk gece sürmüş, civar ülkeleri kıskandıracak şekilde şenlikli olmuştu. Aradan bir süre geçti ama hala birbirlerini ilk günkü gibi seviyorlardı. Ta ki o kara güne kadar…
Hikâyeden etkilenen küçük kız boyalı kuşun sözünü yarıda kesmiş ve dayanamayarak:
- Ne oldu, o kara gün ne oldu?
Boyalı kuş:
- Prensesimiz bir gün ortalıktan kayboldu.
Şaşkınlıktan gözleri açılan küçük kız:
- Nasıl kayboldu? Demiş.
Boyalı kuş da bilmediğini ifade etmek için kafasını iki yana sallamış ve:
- Bilmiyorum. Bir sürü söylenti var. Kimisi kaçtı, kimisi kaçırıldı, kimisi de esrarengiz bir şekilde yok oldu diyorlar, demiş.
Duyduğu hikâyeden etkilenen küçük kız, kralın bu üzücü durumundan faydalanacağı için vicdan azabı çekmiş. Fakat annesini kurtarması için kralın bu durumundan da faydalanması gerekiyormuş…
Boyalı Kuşlar Sarayı’na nasıl gireceklerini bulan boyalı kuş ile küçük kız, vakit kaybetmeden yola çıkmışlar. Dere tepe aşındırmış, sonunda Boyalı Kuşlar Irmağı’na varmışlar. Boyalı kuş, uçtuğu için bir çabuk geçmiş ırmağın üstünden. Fakat ırmağın içinde bir sürü taş olduğu için küçük kız adımını atar atmaz küçük taşlar kızın ayağına batmış. Can havliyle sudan çıkmış küçük kız. Bunu gören boyalı kuş da hemen küçük kızın yanına gelmiş. Küçük kızın ayağı kanıyor, canı acıyormuş. Ağlamaya başlamış küçük kız. Ne yapacağını şaşıran boyalı kuş yakınlardaki bir ağaçtan yaprak koparıp kanayan yere koymuş ve teselli etmeye çalışmış. Ama bir türlü ağlamasını durduramamış. Sürekli:
- Irmağı geçemeyeceğim, anneme çiçeği yetiştiremeyeceğim, diyerek ağlıyormuş.
Aklına bir fikir gelen boyalı kuş:
- Beni burada bekle, hemen döneceğim, diyerek uçup gitmiş.
*
Boyalı kuş, Uzak Düş Tepesi’nde yaşayan arkadaşlarının yanına uçmuş ve başından geçen her şeyi anlatmış; küçük bir kızla karşılaştığını, onun annesine dönen elma çiçeği götürmesi gerektiğini, kız ona yiyecek verdiği için borçlu olduğunu ve borcunu ona yardım ederek ödemek istediğini ve en önemlisi küçük bir kızın annesinden ayrılmasını engellemek istediğini…
Hikâyeyi yer yer gözleri dolarak dinleyen boyalı kuşun arkadaşları, boyalı kuşun küçük kıza yardım edip etmeyeceklerini sorduğu zaman hemen kabul etmişler. Küçük kızın yanına varmışlar bir çabuk. Bir sürü boyalı kuş gören küçük kız ilk önce şaşırmış sonra arkadaşı olan boyalı kuş yanına gelmiş ve:
- Sana yardım etmek için arkadaşlarımı çağırdım, demiş.
Sevinçten gözleri dolan küçük kız:
- Çok teşekkür ederim hepinize, demiş.
Sonra onu nasıl karşıya geçireceklerini sormuş.
Akıllı boyalı kuş:
- Hepimiz yanyana dizilip seni kaldıracağız ve karşıya geçireceğiz, demiş.
Gerçekten de küçük kızı hep birikte kaldırmışlar ve Boyalı Kuşlar Irmağı’nın üzerinden karşıya geçirmişler. Kız tekrar minnetle:
- Çok teşekkür ederim hepinize, demiş.
Boyalı kuşlar da önemli olmadığını, küçük bir kızın yardımına kayıtsız kalamayacaklarını söylemiş ve gitmişler.
*
Küçük kızla tekrar yalnız kalan boyalı kuş:
- Irmağı geçtiğimize göre, saraya da yaklaştık demektir, demiş.
Telaşa kapılan küçük kız:
- Peki, büyücü kıyafetini nerden bulacağım?
Küçük kızın kıyafeti nereden bulacağını düşünen boyalı kuş bir süre sonra:
- Cubir adlı bir yamacı var kasabada. Elbisesi sökülenlerin elbiselerini yamar. Belki orda buluruz işimize yarayan bir şey, demiş ve Cubir’in evine gitmişler.
Cubir’e istedikleri gibi bir elbisenin sökük de olsa onda var olup olmadığını sormuşlar. Yamacı:
- Olsa bile ben bunları satmıyorum. Söküklerini dikip sahiplerine teslim ediyorum, demiş.
Kurnazlığını kullanan boyalı kuş:
- Biz sana ‘bize böyle bir kıyafet sat’ demeyecektik ki. Sadece ödünç verip vermeyeceğini soracaktık, demiş.
Bilge yamacı ise:
- Öyle olsa bile başkasının kıyafetini sahibinden izinsiz size ödünç versem bu doğru olur mu? Demiş.
Boyalı kuş ve küçük kız Cubir’e hak vernişler. Küçük kız ise üzüntüyle “ Bir elbise bile bulamıyorum, saraydan çiçeği nasıl alıp da anneme yetiştireceğim” diye geçirmiş içinden. Tam gideceklerken:
- Durun nereye gidiyorsunuz? Demiş bilge yamacı.
İki arkadaş Cubir’e dönmüş:
- Size, bana yamamam için verilen kıyafetleri satmam, ödünç vermem. Ama bana ait olan bir kıyafeti seve seve verebilirim, demiş.
Bunu duyan boyalı kuş, kendilerine zaman kaybettirdikleri için yamacıya kızmış ve:
- Bunu neden daha önce söylemedin ey Cubir? Demiş.
Cubir:
- Eğer size hiçbir açıklama yapmasaydım, başkasına ait olan bir şeyi izinsiz almanın kötü bir şey olduğunun farkına varamayacaktınız, demiş ve iki arkadaşa pelerin ile ürkünç bir cadı şapkası vermiş.
Boyalı kuş ile küçük kız ders alarak alarak ayrılmışlar bilge yamacının yanından. Nihayet saraya varmışlar. Küçük kız pelerini sırtına, cadı şapkasını kafasına geçirmiş ve heyecanla yaklaşmış sarayın kapısına…
Kapıya vardıklarında küçük kız ile boyalı kuş ayrılmış, boyalı kuş saraya önceden girerek dönen elma çiçeğini aramaya başlamış. Küçük kız ise sırtını kamburlaştırmış, yüzünün bir kısmını saçlarıyla örtmüş ve kapıdaki muhafızların karşısına geçmiş ve:
- Ne dikiliyorsunuz, açsanıza kapıyı. Karşınızda büyücülerin en yücesi duruyor, demiş.
Nöbetçiler, birden böyle bir tepkiyle karşılaşında afallamışlar ilk önce. Küçük kız da fazla abarttığını anlamış ancak hiç renk vermeden devam etmiş:
- Benim gibi yaşlı ve günleri sayılı olan bir büyücünün sizinle kaybedeceği zamanı yok. Gazabımdan korkuyorsanız bir an önce şu kapıyı açın. Duydum ki kralınız sevdiceğini arıyormuş. Aradığını bulmaya geldim, demiş.
Nöbetçiler bunu duyunca sevinçle kapıyı açmışlar. Küçük kız da ilk engeli atlatmanın mutluluğuyla içeriye girmiş. Ve çok güzel rol yaptığı için kendiyle gurur duymuş. Gökyüzüne bakmış. Yukarıda boyalı kuş, onu sarayın bahçesine götürmek için bekliyormuş. Birlikte büyük bir dikkatle bahçeye girmişler.
Küçük kız, gördüğü manzara karşısında büyülenmiş adeta. Tüm bahçe kıpkırmızı çiçeklerle doluymuş. Boyalı kuş, küçük kızın yanına gelmiş ve:
- Aradığın çiçekler bunlar işte, demiş.
Tam eğilip koparacakken küçük kız, Cubir’in onlara verdiği ders gelmiş aklına. “Başkasına ait olan bir şeyi, sahibinden izinsiz almak ne kadar doğru?” diye Cubir’in sözleri çınlamış kulaklarında.
Küçük kız bunları düşünürken, bahçeye doğru gelen sesler duymuş uzaktan.
- Geliyorlar! Demiş boyalı kuş telaşla.
Heyecana kapılan küçük kız birden koparıvermiş kıpkırmızı dönen elma çiçeğini topraktan. Elindeki çiçeği boyalı kuşa uzatarak:
- Senden son bir ricam var. Bu çiçeği rengi yeşile dönmeden anneme ulaştırmanı istiyorum, demiş aceleyle küçük kız.
Boyalı kuş:
- Peki sen ne olacaksın? demiş endişeyle.
Yol boyunca başının çaresine bakmasının gerektiğini öğrenen küçük kız:
- Merak etme beni. Bir şekilde kurtulurum. Lütfen bu çiçeği anneme ulaştır, demiş.
Boyalı kuş:
- Tamam, annene yetiştireceğim çiçeği. Sen de çok dikkatli ol, demiş ve çiçeği küçük kızın elinden alarak gözden kaybolmuş.
O sırada, sarayın bahçesini korumakla görevli birkaç muhafız, bahçeye gelimişler. Bahçenin içinde yabancı birini görünce tedirgin olmuşlar ve:
- Sen de kimsin?
- Ne işin var burada?
- Nasıl girdin bahçeye? Diyerek soru yağmuruna tutmuşlar büyücü görünümlü küçük kızı.
Küçük kız, büyücü rolüne bürünerek:
- Demek benim gibi bir büyücünün Boyalı Kuşlar Sarayı’na teşrif ettiği saray görevlilerince bilinmiyor, ha? Ah, ben ki bu yaşlı halimle dağ tepe demeden onca yol aşındırayım fakat kıymetim bilinmesin.
Kafası karışan muhafızlar:
- Büyücü müsünüz?
- Sarayın bahçesinde ne yapıyordunuz? Diye sormuşlar tedirginlikle.
Küçük kız, kızmış taklidi yaparak:
- Ne yapacağım! Kimse beni şanıma yaraşır şekilde karşılamadığı için yolu kendim bulmaya çalışıyordum fakat kendimi işte bu bahçede buldum! Demiş.
Muhafızlardan biri:
- Nereyi arıyordunuz? Demiş.
Küçük kız iyice sinirlenmiş gibi:
- Nereyi olacak kralınız neredeyse orayı!
İçlerinde en toy görünen bir muhafız:
- Neden arıyorsunuz kralımızı?
Küçük kız:
- Neden olacak, yardım etmek için, demiş.
Toy muhafız:
- Ne konuda yardım edeceksiniz kralımıza? Diye sormuş safça.
İyice zıvanadan çıkmış gibi söylenmiş küçük kız da:
- Yıllardır aradığı prensesi bulmak için yardım etmeye geldim, oldu mu? Sayenizde bir yaş daha yaşlandım! Artık götürecek misiniz beni kralınızın yanına?
Bu tuhaf görünüşlü huysuz kadına anlam veremeseler de krala yardım edebileceği ihtimalini göz ardı etmeyerek kralın yanına götürmeye karar vermişler. Genç kız da bu arada sıkıntıyla ne yapacağını düşünüyor, kendine kızıyormuş:
- Neden kralın yanına gitmek istediğimi söyledim ki sanki! Kendi elimle ateşe attım kendimi. Ya anlarlarsa büyücü olmadığımı, o zaman ne yaparım ben? Ama yok, şimdiye kadar iyi oynadım bundan sonra da devam ederim. Ama kral bunlar kadar saf değildir ki! Yüzümü daha çok saklayayım ki küçük bir kız olmadığımı anlamasın,
diye böyle bir sürü düşünceler aklından geçiyor, kafası daha çok karışıyormuş. Gözlerinin önüne annesi gelmiş. Onun Kafdağının ardında bir ülkede olduğunu öğrense kim bilir ne kadar endişelenirmiş. “keşke hiç gelmeseydim” demiş içinden ama hemen sonra annesi için geldiğini, gelmese annesinin hayata veda edeceğini aklına getirmiş. Küçük kız, annesini düşününce cesaretini toplayacak gücü bulmuş kendinde.
Aklından bunlar geçerken kralın huzuruna varmışlar. Muhafızlardan biri tahtında oturan krala:
- Kralım, bu büyücü size yardımcı olacağını söylüyor, demiş.
Kralın gözleri parlamış. Fakat hemen ardından endişe bulutu geçmiş gözlerinden. Çünkü kralın bu üzücü hikâyesinden faydalanıp nice sahte büyücüler gelmiş saraya. Kral temkinli davranarak:
- Kimsin, nerelerden geldin? Demiş.
Küçük kız heyecanlanmış ancak güçlü durması gerekiyormuş. Lafı dolandırmaya çalışmış:
- Duymadın mı kral hazretleri? Büyücüyüm ben büyücüü!
Kral yüzlerce büyücüyle karşılaştığı için karşısındaki garip görünüşlü büyücünün huysuzluğunu hoş görmüş.
- Duydum büyücü kadın, duydum. Nereden gelirsin peki? Demiş.
Etekleri tutuşan küçük kız, ne diyeeğini bilemeyerek aklına ilk gelen kelimeyi söyleyivermiş:
- Horoz Şekeri Ülkesi’nden geliyorum, demiş ve “İşte şimdi foyam ortaya çıkacak.” Diye içinden geçirmiş, söylediğine pişman olmuş.
Ancak küçük kızın korktuğu gibi olmamış. Kral kahkahalarla gülmeye başlamış:
- Madem gizemli olmak istiyorsun, tamam o zaman sormuyorum nereden geldiğini. Amma da huysuzmuşsun yahu! Demiş gülerek ve devam etmiş:
- Neyse. Hoşgelmişsin Boyalı Kuşlar Sarayı’na.
Küçük kız, kralın hoş görüsüne hayran kalmış ve merak etmiş Boyalı Kuşlar Ülkesi kralının yüzünü. Belli etmeden yüzüne bakmış. Başından aşağıya kaynar sular dökülür gibi olmuş, ayakları titremiş. Bunu gören kral, yaşlı büyücünün onca yol yürümekten yorgun düştüğünü zannetmiş ve bir yere oturmuş onu. Küçük kız ise hala inanamıyormuş. “ Yok yok, böyle bir şey imkansız.” Demiş içinden. “ Peki ya oysa” diye de düşünmekten alıkoyamamış kendisini. “ Ne kadar da uyuşuyor annemin anlattıklarına” diye geçirmiş içinden. Sonra bir an önce kafasını toplaması gerektiğini anlamış. Düşündüklerine haklı olup- olmadığını anlaması gerekiyormuş. Kendini toplamış ve:
- Ben iyiyim kral efendi. Artık sadede gelelim, demiş.
Kral, büyücünün iyi olduğuna sevinmiş ve konuya girecekleri için ciddi bir tavır takınmış. Tüm muhafızları çıkarmış huzurundan.
- Nasıl biriydi prenses, tarif et hele, demiş büyücü kılığındaki küçük kız.
Kral ise tedbiri elden bırakmıyormuş.
- Asıl sen tarif et. Büyücü olan sensin. Güçlerini kullanarak pekâlâ tarif edebilirsin prensesimi, demiş.
Küçük kız, akıllı kral karşısında uyanık davranması gerektiğini anlamış ve:
- De hele kral efendi. Her büyücünün yöntemi farklıdır. Benim de bildiğim yöntem budur.
Kral inanmış sözlerine ve biraz da hüzünle anlatmaya başlamış. Ağzından her kelime çıkışında küçük kız, düşündüğünde haklı olduğunu anlıyormuş:
- Sapsarı saçları vardı, beline kadar. Gözleri masmaviydi. Sesi hiç kimsenin olmadığı kadar güzel, berraktı. Şarkı söylemeyi çok severdi. Çok da iyi kalpliydi.
Kral anlattıklarının etkisiyle hüzünlenmiş. Bir süre ikisi de hiç konuşmamış.
Küçük kız kafasını toplamaya çalımış; annesinin babasını nasıl tarif ettiğini hatırlamış. Bu tarif karşısındaki kralın görüntüsüyle birebir uyuşuyormuş. Sonra kralın, prenses hakkında anlattıklarını düşünmüş. Sanki annesini tarif ediyormuş… Evet, annesini tarif ediyormuş! Yani kraşısındaki kral, kendi babası, annesi de kralın eşi yani prensesmiş!
“ Demek o yüzden annem Kafdağı’nın ardına gitmemi istemiyordu, babamla karşılaşmamam için. Ama neden! Boyalı kuşun anlattığına göre çok iyi geçiniyorlarmış. Kral da hala prensesini aradığına göre vazgeçmemiş ondan. Anlayamıyorum! Ne demişti boyalı kuş: ‘… bir gün prenses ortadan kayboldu’ yani annem. Neden ortadan kayboldu. Bu soruya yalnız annem cevap verebilir. Şu an ölüm döşeğinde olan annem!” Küçük kız, öğrendiği tüm şeylere karşın annesinin hasta olduğunu, eğer hayata veda ederse gerçeği asla öğrenemeyeceğini hatırlamış. Hemen yola çıkması gerekiyormuş. Küçük kızı tüm bu düşüncelerden kral çıkarmış:
- Ee, büyücü kadın, yardım edecek misin bana?
Hemen büyücü havasına giren küçük kız:
- Edeceğim. Ama bunun için benimle gelmen gerekir.
Kral şaşkınlıkla:
- Beni prensesime mi götüreceksin? Demiş.
- Evet, demiş küçük kız da.
Hayretini gizleyemeyen kral:
- Doğrusu çok şaşırdım. Bir tarife mi bakıyordu? Ne biliyim bi sihirli küre, fokur fokur kaynayan koca bir kazan falan kullanırsın sanmıştım, demiş kral.
Küçük kız:
- Dediğim gibi her büyücünün yöntemi farklıdır… Haticeye değil neticeye bak sen. Geliyor musun gelmiyor musun söyle onu?
Sevinçten gözü hiçbir şey görmeyen kral geleceğini söylemiş ve hemen yola koyulmuşlar. Yürümüşler, yürümüşler… Bu arada küçük kız, boyalı kuşun annesine çiçeği ulaştırıp- ulaştıramadığını merak ediyormuş…
*
Küçük kızın yanından telaşla ayrılan boyalı kuş, aklı küçük kızda Kafdağının eteklerine doğru uçmuş, uçmuş. Dönen elma çiçeği yeşile dönmeden varmış koca dağın eteklerine. Ararken küçük kızın evini, otacı kadınla karşılaşmış. Küçük bir kızın annesini aradığını, annesinin hasta olduğunu ve iyileşmesi için dönen elma çiçeği getirdiğini anlatmış. Otacı kadın da;
- Tam zamanında geldin, demiş ve boyalı kuşa teşekkür ederek dönen elma çiçeğinden bir takım otlarla karıştırarak ilaç yapmış ve küçük kızın annesine içirmiş…
*
Kral ve küçük kız dağ tepe aşındırdıktan sonra varmışlar Kafdağı’nın eteklerine. Eve vardıklarında küçük kız, krala dışarda beklemesi gerektiğini söylemiş. Buna anlam veremeyen kral sabırsızca söylenmiş.
- Pat diye çıkılır mı öyle karşısına. Ben mi konuşayım, alıştıra alıştıra söyleyeyim senin burada olduğunu, demiş ve kralı dışarıda bırakarak eve girmiş.
Annesinin odasına giren küçük kız, onu mışıl mışıl uyurken bulmuş. Yanında da otacı kadın bekliyormuş. Küçük kızın geldiğini gören otacı kadın:
- Geldin demek.
- Boyalı kuş çiçeği getirdi mi?
- Evet getirdi. Çiçekten yaptığım ilacı içince hemen iyileşti. Kuş olanları anlatınca öyle endişelendim ki senin için…
- Şimdi söyleyeceklerimi duyunca daha da endişeleneceksin, demiş küçük kız ve anlatmaya başlamış.
Boyalı Kuşlar Ülkesi’nin kralının kapıda olduğunu öğrenen otacı kadın şaşkınlıktan:
- Nee, kral burda mı? Diye bağırmış.
Hasta yatağında mışıl mışıl uyuyan küçük kızın annesi, otacı kadının bağırarak söylediklerini duymuş ve uyanmış aniden:
- Ne oluyor, ne kralı? Demiş.
Hesap sorar bir ifadeyle:
- Her şeyi öğrendim anne, demiş küçük kız ve iyileşmesi için Boyalı Kuşlar Ülkesine gittiğini, oranın kralıyla karşılaştığını, her şeyi anlatmış. En sonunda:
- O kral benim babam değil mi anne? Demiş.
Küçük kızın annesi de:
- Evet, diyince küçük kız:
- O zaman neden saraydan hatta ülkeden bir anda kaybolduğunu açıklaman gerekiyor, demiş.
Küçük kızın annesi büyük bir üzüntüyle anlatmaya başlamış; Boyalı Kuşlar Ülkesi’nin prensesi, krala düşman olan bir büyücü tarafından kaçırılmış. Prensesin billur sesine büyü yapmış kötü kalpli büyücü kadın. Prensesin büyülü sesi, prenses kralla karşılaşınca şarkı söylemeye başlayacak ve kralı öldürecekmiş. Bunu öğrenen prenses, kral ölmesin diye saraya dönmemiş.
Tüm bunlardan sonra aklı karışan küçük kız:
- Peki, kral seni onca büyücüye aratmasına rağmen neden bulamamış? Diye sormuş.
- Saraya, büyüden kurtulduktan sonra dönecektim. Ama gittiğim hiçbir büyücü, büyüyü bozamadı. Kralın da beni arayacağını biliyordum. Eğer beni bulsaydı, büyüden kurtulamadığım için ölecekti. Bu yüzden ben de bulamaması için büyü yaptırdım bir büyücüye, Demiş.
Her şeyi öğrenen küçük kız, bu durumdan kurtulmak için bir çare düşünmüş. Krala danışması gerektiğine karar vermiş. Kralın yanına çıktığı zaman ne kafasında şapka ne de sırtında pelerin varmış. Olanları bir bir anlatmış. Kral en çok da karşısındaki küçük kızın kendi kızı olduğuna şaşırmış. Birlikte düşünmeye başlamışlar. Kral, prensesi bulmak için yüzlerce büyücüyle görüştüğünden, içlerinde en bilginini çağırtmış yanına ve büyüyü bozmasını söylemiş. Bilge büyücü, binbir zorluktan sonra büyüyü bozmuş.
Boyalı Kuşlar Ülkesi prensesine, prenses kralına, kral ve kızı birbirlerine kavuşmuşlar nihayet. Küçük kızın başından geçenleri öğrenen kral, kızına yardım eden boyalı kuş ile arkadaşlarına bir yıl yetecek kadar arpa ve darı vermiş. Bilge yamacıyı ise kızına hem ders verdiği hem de cömertçe yardım ettiği için ödüllendirmiş. Otacı kadını da sarayın hekimbaşı ilan etmiş.
Gökten üç dönen elma çiçeği düşmüş; biri küçük kıza, biri krala, biri de prensese; onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…
-SON-