- 960 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Poğaçalar Yanıyor / Bitmez Yolculuk
İstanbul’da çalıştığım gençliğimin civan günleriydi, Küçük pazarda hemşerilerimin fırınında çalışıyordum ve en güzel günlerimdi ilk sevgilim İstanbul’un koynunda.
Bir gün ayrılık vakti geldi çattı ve memlekete dönüş vaktine birkaç gün kaldı. Fırında beraber çalıştığım arkadaşlar veda geceleri düzenlemeye başladılar. İşimiz gece dörtte başlıyor ve öğlen gibi bitiyordu. Bana dediler ki;
-Oğlum gidişine üç gün kalmış sana uyku yok gidene kadar, İstanbul’un altını üstüne getireceğiz. Memlekete varınca uyursun istediğin kadar dediler.
O kadar dedim yapmayın diye ama dinletemedim ve İstanbul’un da altını üstüne getirdik, bir gece Haliç’te sabahladık, bir gece Taksim’de, bir gece de o çok sevdiğim Eminönü’nde.
Neyse son günümü de çalışıp herkesle helalleştikten sonra bitmiş bir vücut ile uykusuz bir şekilde yollandım otogara.
Doğru Karabük’e giden yazıhaneye, tabi firma küçük olduğu için birkaç firma aynı yazıhaneyi paylaşıyorlar. Saatte akşam dokuz civarı ve yazıhanede güleç yüzlü bir işgüzar arkadaş,
-İyi akşamlar.
-Efendim hoş geldiniz yolculuk nereye.
-Karabük’e ilk araba ne zaman?
-Abicim gece on ikide ama on bir buçuk da Kastamonu arabamız var istersen ondan bilet vereyim size.
Ben garibimde başıma geleceği hissetmiş olmalıyım ki;
-Yok kardeşim sağ ol ben çok yorgun ve uykusuzum, sen bana Karabük arabasından bir yer ver, varsa en arkadan olsun.
-Abicim bak bu araba daha erken geçer Karabük’ten, sana bundan vereyim hem ucuz beş lira daha.
-Ya istemiyorum kardeşim bana Karabük arabasından ver sen.
-Ya tamam abi ne kızıyorsun biz senin iyiliğini düşünüyoruz, kimseye de yaranamıyoruz.
-Ya iyiliğimi isteme kardeşim benim biletimi ver yeter.
Tabi adam kıza kıza kesti bizim bileti, hayatımın hatası işte baksana bilete. Neyse biletimi alıp kafeteryalarda vakit geçirdim biraz saat on bir çeyrek gibi yazıhane önüne gelip arabanın yanaşmasını beklemeye başladım. Tabi sigara ile ayakta duruyorum. Bu arada Kastamonu arabası geldi ve yolcular yerleşmeye başladı. Bende tam otobüsün önünde dikiliyorum. Saat geldi ama bir gariplik var, muavin ve şoför sürekli içeri dışarı dolaşıyorlar. Saati geçti otobüsün yolcular rahatsız tabi ki, en sonunda yaşlı bir kadın bağırdı şoföre,
-Evladım bir otobüs insanı bekletiyorsun burada bir kişi için, gelmediyse bize ne. Onu da başka arabayla gönderiverin.
Tabi ki bu arada saat 23.45 civarı, bende yaşlı kadına destek çıktım haliyle.
-Şoför bey, teyze doğru söylüyor, bu kadar insan bekletilir mi? Gelmediyse gelmedi, siz beklediniz bu kadar.
Şoför kızgın tabi ki, bana dönüp;
-Ya bak işte görüyor musun kardeşim nelerle uğraşıyoruz, insan gelmeyecekse bir telefon açar değil mi?
-Abi çok doğru söylüyorsun dedim birde adama.
Neyse saat 23.55 ve Kastamonu arabası hareket etti selametle.
Bense bir sigara daha yakmıştım ki, Karabük arabası yanaştı perona, oh dedim içimden, nihayet, bacaklarımda derman kalmadı, muavine yanaşıp;
-Ya kardeşim ben erken binip uyuyacağım Karabük terminal son durakta ineceğim beni uyandırma lütfen, ben servis filan istemiyorum dedim.
Muavin sordu;
-Abi kaç numara senin koltuğun?
-Dur şu bilete bir bakayım dedim ve bileti açar açmaz bu çıkmaz öykü başladı. Muavin yüzümdeki garipliği görünce bana bakıp;
-Abi bu giden Kastamonu arabasının bileti bizim değil dedi.
Nasıl bir öfkeyle içeri gittim bilmiyorum.
-Ya kardeşim ben sana demedim mi Karabük arabasına bilet kes diye?
Adam gayet pişkin ve kızarak bana;
-Kestik ya kardeşim daha ne istiyorsun?
-O zaman bu ne? Diye bileti uzattım.
-Allah Allah nasıl olmuş bu, sen bizim aradığımız yolcusun o zaman, Abi pes ya araba o kadar bekledi niye demedin ki bize?
-Ya kardeşim sen hasta mısın bilsem niye söylemeyeyim, ne bileyim ben bilete mi baktım.
Ve inanılmaz olanı başardı adam pişkinliğini hiç bozmadan. Eliyle birine işaret ederek;
-Ahmet, oğlum koş servis minibüsünü getir, Abiyi bizim otobüse yetiştir, acele et, acele.
-Ya beni anlamıyor musunuz siz, biletimi değiştir benim Karabük arabasına.
Ben bunun mücadelesini verirken kendimi nasıl olduğunu bile anlamadan servis arabasında buldum ve korkunç bir hızla geçerken yollardan korkudan koltuğa yapıştım.
-Abicim biraz yavaş gitsene, otobüs derken ölüme yetiştireceksin beni.
-Müslüm’ün acı feryatları eşliğinde döndü ve;
-Sen hiç merak etme Okmeydanı bilemedin Harem, gerekirse Karabük’e kadar kovalarım otobüsü, benim adım Rüzgar Ahmet, rahat ol sen kardeşim yaslan arkana.
Bu da laftan anlayan cinsten değil demek ki dedim, Kelime-i Şahadet ve dualar eşliğinde Okmeydanı’nda yakaladık otobüsü. Tabi beni görünce bütün otobüsün yüzü düştü, ben tamda otobüsün önünde 25 dakika bekleyen kişi. Şoför kızgın haliyle yolcular mırıldanıyorlar, utancımdan yerin dibine de geçsem yapacak bir şey yok.
Herkese olayı anlatan bir iki cümlelik kısa bir konuşma yapıp özür diledikten sonra en arka koltuğa geçip gömüldüm iyice, yolcular hala bana bakıp konuşuyorlar. Arabanın sıcaklığı ile otobüste en fazla bir iki dakikayı hatırlıyorum.
Ve öylesine bir derin uyku ki, tarifsiz güzel.
Normalde çok sık görmesem de yorgunluktan galiba rüya görüyorum. Fırındaki usta ile poğaça yapıyoruz ve tepsilere diziyoruz hepsini ve fırına diziyorum tepsileri başlıyorlar pişmeye ama usta nedense fırının önüne oturup bekliyor, poğaçalar pişti ama bir türlü çıkartmıyor usta. Yanık kokuları geliyor ve fırından siyah dumanlar tütmeye başladı, usta umursamıyor. Adama defalarca söylüyorum oralı olmuyor ve tepsi tepsi poğaça yanıp gidiyor ve tabi ki benden koca bir feryat;
-Yanıyoooor.
-Yanıyoooor.
-Poaçalar yanıyoooor...
Ve suratıma patlayan bir tokatla uykumdan ve rüyamdan irkildim. Bütün otobüs arkaya toplanmış, şoför başımda bana bakıyorlar. Tabi ki tokatın acısıyla şoföre çıkıştım.
-Ne vuruyorsun kardeşim, manyak mısın sen?
Adam o kadar kızmış olmalı ki;
-Asıl sen manyaksın kardeşim bir saattir bağırıyorsun ’yanıyor, yanıyor’ diye, otobanda araba durdurduk senin yüzünden, hani ne yanıyor?
-Ne yanması, ne yangını anlamadım ben bir şey.
Şoför haklı olarak tabi ki,
-Asıl ben seni anlamadım kardeşim, akşamdan beri bir uğursuzluk varabilsek bari memlekete.
Şoför La Havle çekerek gitti ve yolcularda yerine geçti tabi utancım tavan yapmış durumda, usulca muavini çağırıp tekrar uyardım onu;
-Kardeş beni Karabük’te indirmeyi unutma gözünü seveyim, bak çok uykum var, servis filan istemiyorum, tamam mı?
Ne dese beğenirsiniz?
-Biz salak mıyız kardeşim, niye unutalım seni?
İçim ferahladı biraz bu muavin işini ciddiye alıyor dedim içimden, zaten uykusuzluktan da başka bir şey hatırlamıyorum.
Tekrar uyumuşum, rüyamda üşüdüğümü hissediyorum nedense, ama sadece parmaklarım üşüyor, birden irkildim ve parmaklarımın kola bardağı içinde olduğunu gördüm,
Hey Allah’ım ya uyuyan insana kola mı verilir? Bu ne acayiplik derken neredeyiz telaşesi sardı birden, etrafıma baktım, Karabük’ün girişindeki çay boyu yoluna benziyordu aynı ve ileride bir tabela gördüm kendime tam teselli veriyordum ki;
-Ne güzel ya, Karabük’e gelmeden uyanmışım diye tabela bütün hayallerimi yıktı. ’Kastamonu 35 Km’ Allah’ım dedim içimden bunda da vardır bir hayır, muavine seslendim hemen, geldi.
-Kardeşim sen beni Karabük’te indirmeyecek miydin, Kastamonu’ya gelmişiz.
-Abi kusura bakma nasıl unuttum seni, neyse seni Kastamonu’dan geri göndeririz o zaman dedi.
Yapacak bir şey yok zaten.
Kastamonu terminaline girmemiş araba, daha önce hiç gitmediğim için bilmiyorum yerini, araba bir ara yolda durup bir yolcu indirdi ve devam etti artık evler filan geride kalmaya ve tarlalar her yeri sarmaya başladı.
Bense hem kızmaya hem de işkillenmeye başladım açıkçası, muavini çağırdım tekrar;
-Kardeşim biz Kastamonu’yu mu geçtik az önce?
-Evet abi.
-Sen beni indirmeyecek miydin burada?
-Abi kusura bakma unuttum ben ya?
-Ya kardeşim bu araba nereye gidiyor peki hâlen?
-Abi biz Taşköprü’ye gidiyoruz.
-Orası neresi kardeşim?
-Abi sen bizle geri dönersin oradan hem benim memleketi görürsün, çok güzeldir memleket.
-Ya kardeşim kabus gibi bu ya, ne yapayım senin memleketi benim eve gitmem lazım.
-Tamam abi bizle geri dönersin. Sorun yok.
Kendi kendime gülüyorum içimden, sen bunu hak ettin diyorum.
Muavinin sayesinde Taşköprü’yü de görmüş olduk, sabah altıda Karabük’te olmam lazımdı saat öğlen 12.30 ve geri dönüyoruz Taşköprü’den. Bu sefer güvencim kalmasa da muavine yine de sıkı sıkı tembihledim beni indir Karabük’te diye.
Bin bir kelimeyi bir araya getirip lafı biz eşek miyiz kardeşime bağladı. Oda öyle deyince bir şey diyemedim ve uyumamaya çalıştım, Karabük’e 30 km kaldığını hatırlıyorum ama içim geçmiş, gözümü bir açtım ki, Karabük’ü yaklaşık 10 km çıkmışız ve gidiyoruz İstanbul’a doğru. Tabi ki bütün öfkemle ses tonumu da yükseltip bağırdım muavine;
-Kardeşim durdur şu otobüsü.
Yine tüm yolcular bana bakıyor garip garip.
-Ya siz beni niye indirmiyorsunuz kardeşim Karabük’te?
Muavin geldi ve dediği o kadar komikti ki,
-Abi Gerede’de mola vereceğiz, seni oradan başka bir otobüsle göndereyim ben, demez mi?
Tüm tüylerim havaya kalktı ve yine bağırdım;
-Ya durdur şoför bey arabayı ben artık inmek istiyorum bu arabadan.
Neyse otobüs durdu, Allah’tan Karabük Sanayi sitesinden gelen dolmuşlar var geri gitmek için.
Tam ben inerken yaşlı bir çift bana demez mi?
-Oğlum niye kızıyorsun bak ne güzel diyor seni başka otobüsle gönderelim diye,
Dönüp teyzeye sordum;
-Teyze nereye gidiyorsun?
-İstanbul’a oğlum.
-Ben akşamdan beri İstanbul’dan geliyorum bak saat öğleden sonra üç olmuş.
-Oğlum ben hiçbir şey anlamadım dediğinden.
-Teyze merak etme bende anlamadım zaten bir şu muavin anladı, istersen sen ona sor.
Ve hızlı adımlarla uzaklaştım otobüsten daha hareket etmeden, neme lazım şimdi tekrar bindirirler filan, Karabük’e bu kadar yaklaşmışken gerekirse yürüyerek dönerim geri.
Değil mi?
Ve nihayet biten yolculuğum,
Ve mutlu son...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.