- 483 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yara
Adımı büyükannem koydu, üzerine toprak attığım ilk insan.
Son kez kaldırıldığı yoğun bakımdan çıkmasının mümkün olmayacağını biliyordum ve bu yüzden hastanede değildim. Gelen telefonlarda her şeyin yoluna gireceğini, onun bu kadar kolay ölmeyeceğini söylüyorlardı. Annem, annemin kardeşleri, kardeşim.
Ölüm söz konusu olduğunda bile böylesine büyük oyunlar oynanabileceğini anladığımda, hala istediği şeyi bilmeyen, amacı olmayan ve bir yol tutamamış bir adamdım. Ama her zaman, birkaç dakika sonra arayıp büyük annemin öldüğünü söyleyecekleri şu an bile onlardan çok daha doluydum ve bu en büyük gerçekliğin karşısında taşmaya niyetli değildim.
O güne kadar hiçbir zaman bakmadığım kadar iyi baktım kendime aynada, dışarıdan bakıldığında kendime acınsın istemiyordum.
Telefon çaldığında ayakkabılarımı giyiyordum. Kardeşim büyükannemin öldüğü haberini verdi. Ayakkabılarımın iplerini kenarlarına soktum, herhangi bir gün gibi, uyanıp, bir sigara yakıp yürümeye çıktığım günler gibi çıktım sokağa. Komşular sordular, nasıl dediler, öldü dedim. Onlar dövündükçe ben gülümsedim.
Büyükannemin evini açacak olan ve ilk taziyeleri kabul edecek olan bendim. Büyükannemin müstakilinin olduğu çıkmaza girdim. Sokak karanlıktı, yanındaki yeni yapılmış apartmana sırtını dayamıştı ev. Sanki o yeni bina olmasa tek başına ayakta duramayacak, devrilecek gibiydi. Hiçbir ışığı yanmıyordu ve kendisine benzeyen terk edilmiş diğer müstakillerden farksızdı. Birkaç saat içinde tüm ışıkları yanacak, gürültüler yükselecek ve daha önce hiç olmadığı kadar çok insan aynı anda bulunacaktı o evin içinde. Herkes gelsin istiyordum, herkes. Yeryüzündeki tüm insanları o evin içinde görmek istiyordum. Ölümün karşısında bile nasıl dik durduğumu, böylesine bir gerçekliğin beni alt edemeyeceğini herkese göstermek istiyordum.
Demir dış kapıyı açtıktan sonra eve girebilmek için merdivenleri çıkmak gerekiyordu. Merdivenlerin önünde durdum. Elim saçlarımın arasında dolaştı. İlk basamağa adım atmaya çalıştım, olmadı. Titreyerek geri çekildim ve yeni binanın diğer yanına yasladım sırtımı. Bir ağlama nöbeti geliyordu hissediyordum, taşıyordum. Ama nasıl olurdu böyle bir şey? Dik durmalıydım. Yıllardır kendisinden dayak yediğim o kadın, yıllardır gölgesinde yaşadığım o adam, beni kıt akıllılıkla itham eden ve bu hayatta hiçbir şey başaramayacağımı söyleyen tüm o insanlar görmeliydi ne kadar dayanıklı olduğumu.
Kendimi toparladım ve merdivenlere doğru bir hamle daha yaptım. Ama yine olmadı. O dayanıksız, her an devrilebilecek kadar yaşlı, hayatını bir başkasının sırtına yaslanarak geçiren o ev bile kabul etmiyordu beni.
Güçlü durmalıydım ve bağırmalıydım avazım çıktığı kadar. Bir kadın gelmeliydi ve durmalıydık birlikte o evin karşısında, o kadına dönüp şöyle demeliydim: “Görüyor musun ne kadar da güçlü duruyorum ölümün karşısında!”
Bir kadın gelmeliydi o an. Bir kadın çıkıp gelmeli ve arzuyla gezdirmeliydi ellerini saçlarımın arasında. Saçlarımı geriye atmalı, tüm o yara izlerini ortaya çıkarmalı ve göstermeliydi o eve. Bağırmalıydım avazım çıktığı kadar bir kez daha. Hey! Görüyor musun? Bu yara izlerini sen yaptın, sana ulaşabilmek için çıktığım o merdivenlerde takılıp düştüm ve yuvarlandım, az önce basmama müsaade etmediğim o ilk basamağa kadar! Çünkü çocuktum.
Çünkü çocuktum ve büyüdüm artık. Daha fazla direnmedim. Yeni bina gökyüzüne yükseliyordu. Büyükannemin müstakili bir yanına yaslanmış, ben diğer yanına yaslanmıştım. Birbirimize bakıyor ve ağlıyorduk.
Kabullen diyordu, yalnızca kabullen.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.