EFKÂRI HAYALDEN EFSUNLU BİR GERÇEĞE
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
m_meyra
Seni aradı gözlerim anne ,
İçim titredi her kalbime geldiğinde,
Seni yaşadım bu gurbet denen illette,
Seni anladım anne…
Ağladığımızda, üzüldüğümüzde, canımız sıkıldığında, mutluluğumuzda, sevincimizde, neşemizde hep sığınacak bir kapı, bizi ısıtacak bir sıcaklık, içine gömülüp orada kaybolacak bir sine ararız. Her daim yanımızda olsun istediğimiz birini arar kalbimiz.
Yaratılan her canlının ihtiyacıdır anne. Kaç yaşında olursan ol, ne kadar tecrübeli olursan ol, ister anne ol, ister baba, ister dede ol, ister babaanne, ister anneanne sen annen için ilk doğduğun andaki bebeksin, hiç büyütülemeyen ve hiç büyümeyen yavrususun. Yaşamadığımız bir olgunun duygusunu bilemiyoruz. Ancak yaşayınca empati yapıyor ve karşımızdakinin hissettiklerini anlayabiliyoruz.
Anne olmak korumak, kollamak, büyütmek, sevmek ve sakınmaktır çocuğunu hayatın içinde…
Anne attığı her adımını çocuğunun mutluluğu, huzuru, başarısı ve rahat bir hayat sürdürmesi için atar. Kendine ait olan bütün isteklerinden, giyinme, gezinme, eğlenme yeme içme hatta yavruları adına bazen duygularından bile vazgeçen anneler. İşte kendini, çocuklarının gelecek yaşamlarında daha etkili ve daha kaliteli olabilmeleri için adamış annelerden biri Hayal Hanım.
Benim nazarımda Hayal Sultan Hatun olan bu kişiyi nasıl tanıdık? Yurt dışına geleceğimiz zaman eşim sürekli Ankara da oturan birisinden telefonla bilgi alıyordu. Meğer Hayal Hanım’a Suudi Arabistan’a gelecek olan öğretmenlere bakanlıktan bilgi alma ve ulaştırma görevi verilmişti. Önceleri sadece telefonla tanıdığım insanı merak ediyordum. Heyecanla o günü yani tanışmayı bekliyordum. O gün gelene kadar aklımda birçok soru vardı Hayal Hanım’a dair. Eşim yurt dışı eğitim seminerinden döndüğünde, Hayal Hanım’ın tek başına geleceğini söyledi; kendi ve çocukları… Suudi Arabistan’ın şartlarını düşününce bir bayan olarak onun ne kadar zor günler geçireceğini düşünürdüm her zaman. Yabancı bir ülkede kadın olarak yaşamak bazen bana da zor gelirdi. Bunu bazen bir cesaret göstergesi bazen de takdire şayan bir davranış olarak görürdüm.
İnsan hayata karşı dimdik durabiliyorsa ve ben de yapabiliyorum, ben de başardım diye biliyorsa asıl o zaman dolu dolu yaşıyor demektir. Yorulursun, bunalırsın, sıkılırsın, üzülürsün, ağlarsın, aklının çalışmadığı anlar olur, pes edersin, bitti yenildim dersin, gece yastığa başını koyduğunda biten ümitlerinle birlikte uyursun. Ve sonra yeni günün habercisi hülyalarla uyanırsın. Yeni doğan güneş umutla, mutlulukla, huzurla ışık huzmelerini gönderir sana. Ömrünün ufkunda yeni umutlar belirir, sevgi kıvılcımları sıçrar etrafa, sil baştan başlar yaşam. Seni yoran, pes ettiren hayat aynı zamanda seni yoğurmuştur da, bilmezsin. Zor hayat içinde ne kadar yoğrulduğunu ancak yaşlanınca anlarsın. Çünkü ayakta kalma mücadelesi içerisindeyken, seni pişiren, özleştiren tempo buna izin vermez. Ancak hız kesince durduğunu anlarsın.
Arabistan’a gelebilmek için evrak işlemlerimizi tamamlamaya Ankara’ya gitmemiz gerekiyordu. Sağlık raporu almak maksadıyla orada bir sağlık merkezine gittik. Nihayet o gün geldi Hayal Hanımla tanışacağız diyordum. Dört beş aylık olan oğlum ise sürekli ağlıyor hiç susmuyordu. Bırak Hayal Hanımla tanışmayı, kendi işimi bile zor yapıyordum. İşlemler bitti tabi biz de bittik. Sağlık merkezinin önünde banklar vardı, orada oturalım dedik, çok yorulmuştuk. Dışarı çıktık, bir bankta elinde çiçekle oturan bir kadın gördüm. Gülümsüyordu, şirin görünüyordu. Beyaz örtüsünün altındaki rengârenk çiçekler de pek açmıştı onu. Ne sevimli bir kadın diye geçirdim içimden. O kadar yorgundum ki gülen iki çift göz ve sima görmek son derece iyi gelmişti bana. Bu kim, diye sordum eşime. Hayal Hanım dedi. Hayal olacak, Hayal Hanım’ı son anda görmekte işte böyle nasip oldu. Biraz sohbet ettik ve oradan ayrıldık.
Bütün işlemler tamamlandı ve biz Arabistan’a geldik. Hayal Hanım da Cidde şehrine gelmişti. Uzaktan orada burada hep kendisinden söz edildiğini işitiyordum. Gezmeye gittiğim her yerde neredeyse herkes ondan bahsediyordu. Eşi kendisiyle birlikte gelmemiş, nasıl yapacak, nasıl yaşayacak burada. Arabistan öyle bir ülke ki her şey erkeklere bağlı olarak yapılıyor; nasıl çözecek bu sorunu. Markete, bakkala, alışverişe, işe, hastaneye, komşuya bile yanında bir erkek olmadan nasıl gidecek diye merak ediliyordu. Arabistan’da kadınların araba kullanması yasaktı. Araba olmadan da hayatta hiçbir iş yapamazdınız. Çünkü şehirde toplu taşıma aracı yoktu; sadece taksiler vardı. Hal böyle olunca insanlar gerçekten onun adına tedirgin oluyor, endişeleniyorlardı.
Hayal Hanım’ın eşi, işlerinin yoğunluğundan dolayı gelemedi Arabistan’a. Kadıncağız bu sebeple iki çocuğunu alarak gelmek zorunda kaldı. Hayal Hanım hiç de birilerinin hayal ettiği gibi çıkmadı. Önceleri birilerine bağımlı olmak zorunda kaldı. Ev ara, eşya al derken her şey yerli yerine oturdu. Bu arada boş durmadı, Arapça kursuna gitti. O da artık kendi işini kendi yapmaya başladı. Taksiyle istediği yere gidebiliyordu. Uzak mesafelere gerekirse uçakla gidiyordu. İşe, çarşıya, gezmeye, markete, Mekke’ye, Medine’ye çocuklarını da yanına alarak gidiyordu. Kim ne derse desin, o, bu hayatın tadını çıkarıyor, Allah’ın kendisine sunduğu bu güzel yurt dışını tecrübe etme imkânını çocuklarıyla doya doya yaşıyordu.
Süleyman ve Zehra Arabistan’a geldiklerinde Zehra sekiz ve Süleyman on iki yaşlarındaydılar. Anneleri için önemli ve değerli iki güzel çocuk. Gözlerinin içi gülen, etrafı şaşkınlıkla izleyen, bilmedikleri, tanımadıkları bir kültür ve yaşamın içerisinde… Çocukça algılamaya çalışıyorlar yeni hayatlarını, alışmaya, tutunmaya… Annelerinin kendileri için yaptığı fedakârlığın farkında bile değiller. Kendilerine bırakılan mirasın ne büyük, ne önemli olduğunu gelişen, değişen, yaşama bakışlarını farklı kılan, bu yeni sosyal, kültürel ortamda bir gün anlayacaklar. Yaşıtlarından çok farklı düşünmeye başlayacaklar belki de.
Farklı bir kültürde beş yıllarını geçirecek olan bu çocuklar, anneleriyle birlikte hayatın içinde, belki kimi zamane insanlarının eleştirilerini illa ki duyarak ipi göğüsleyecekler. Yaşam içinde yoğruluyor, yığınla insan tanıyorlar. Dünyanın çeşitli ülkelerinden insanlarla karşılaşıyorlar. Değişik kültürleri, kıyafetleri, yemekleri, renkleri, çocukları, evleri, parkları, bahçeleri, geniş caddeleri, sonsuz uzayıp giden sahili görüyorlar. Çöl sıcağını, kum fırtınalarını, farklı sanatları öğreniyorlar. Bu ülkenin değişik bitki örtüsünü, havasını, suyunu daha birçok şeyini gördüler, yaşadılar, çocukça anılarına farklı anılar kattılar. Her anıda biraz daha büyüdüler; ruhlarını, tecrübelerini biraz daha geliştirdiler. Hatta dikkat yönleri, sahiplenme duygusu, başka ülke kanunlarını bilme ve bu kanunların çizdiği sınırlar içerinde yaşamayı öğrendiler. Süleyman bir ev erkeği, bir evin reisi, evin babası edasıyla hareket etmeye başladı. Babasının olmayışı onu farkında olmadan annesine ve kız kardeşine sahip çıkmaya yöneltti. Artık o bir çocuk değil evine sahip çıkan bir delikanlıydı. Değişen dünyalarında o kadar mutlular ki annelerinin kendilerine sunduğu bu güzel kültür mozaiğini doyasıya yaşıyor ve içlerine sindiriyorlar.
Hayal Hanım’ı baştan anlamaya çalışmayanlar, kanımca şimdi de çok anlayamazlar. İnsanlar bilgileri, görgüleri kültürlerinin sınırları içerisinde düşünür ve yaşarlar. Bu düşünce örüntüsü içerisinde sadece önemsedikleri, odaklandıkları tek noktada kalırlarsa birçok hakikati atlamış olurlar. Oysa dünya nimetleri bize o kadar farklı imkânlar ve sanat dolu bir yaşam sunuyor ki… Biz hayatı ne kadar algılıyor ve yaşıyorsak çocuklarımıza da onu sunuyoruz. Bir annenin hayata bakışı, ilgi alanları ve kültür düzeyi çocuğunun giyiminden tutun da saçının yapılış şekline kadar sanat olup çıkıyor karşımıza. Hayatın içinde özleşirken bir kadını veya bir babayı yahut o aileyi, çocuğun her halinden anlayabilirsiniz. Hayatına farklılık katamayanlar, gündemi takip edemeyen tek boyutlu yaşam süren insanlar, yavrusunun dünyasına bir şey katamazlar. Çocuğun fikrini, sanat yönünü, el becerilerini, kelime dağarcığını, yemesini, içmesini, giyinmesini, gezmesini, oturmasını, kalkmasını, nerde nasıl davranması lazım geldiğini, kime nasıl hitap etmesi gerektiğini, bir organizasyonda nereye oturması gerektiğini ve hayatın neresinde durması gerektiği konusunda bilgi sahibi olmasını, kısaca yaşam içerisinde yer almasını ailesi sağlar. Var ola gelen ile yetinerek, kendi bildiği davranışlarıyla buradayım demek isteyen çocuklar ile bunlar arasında ciddi farklar olacaktır.
Dünyaya bakışları dar çevrelerde kalmış insanlar bu değişimi anlayamazlar. Hayal Hanım’ın çocukları için çırpınışlarını, bir adım daha ileride her şeyden haberdar olsun, bir ortamda konuşulan herhangi bir meselde söyleyecek bir çift sözleri olsun, girdikleri ortamda saygınlık kazansınlar, diğerlerinden farklı olsunlar diye uğraştığını nasıl anlayacaklar? İnsan anne olunca anlıyor anne olmanın ne demek olduğunu…
Çocuğunu büyütürken bedenen yoruluyorsun. Beden yorgunluğunu dinlenerek aşabiliyorsun. Ama içinde sürekli seninle var olan sevgi yoğunluğunun oluşturduğu tatlı bir yük hiç eksilmiyor. Nereye gidersen git, nerede olursan ol, o sevgi senin içinde, çocuğuna benzeyen her çocukta kendi çocuğunu arıyor, yanında olmasını istiyorsun. Birileri gevezelik ederek kınayacak diye Hayal Hanım niye mahrum kalsın yurt dışında yaşama tecrübesinden? Eleştirilecek yönleri yok mu? Tabi ki var ama ben onun hayata olumlu yönden bakışını incelemek istedim. Hatta bazen eleştirilerimi bizzat kendisine iletiyor ve konuşuyoruz da. Bencilce düşünceler içerisine girebiliriz fakat bu karşımızdaki insanın çırpınışlarını göz ardı etmemizi engellememeli. Zaten her zaman eleştiriye açık olan Hayal Hanım’ı eleştirip sonrasında zevkle dinleyebilirsiniz. Asla incinmez, incinse de belli etmez.
Hayal Hanım’a dair anlatacak çok şey var ama kendisi bu kadarına müsaade etti. Onu takdir ediyor, hayat mücadelesi içerisinde başarılar diliyorum. Dobra ,sevecen, bilgili, kültürlü, cömert olan Hayal Sultan Hatunu ben de annelerin birincisi seçiyorum.