- 754 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Siyah Şeytan / Kurtlar Ve Beş Asker - 2
Muhtarın güm, güm diye yankılanan kapı vurması, sabahın ilk ışıklarının sessizliğini yırtarak hepsini uyardı.
-Hayırlı sabahlar, asker ağalar, sabah ekmeği hazırlattım, hadi bekliyorum.
Son aylarda yedikleri en güzel kahvaltı buydu, Muhtar onlara yol azığıda koymuştu bir çıkına.
-Komutan, bu hava patlar birazdan, bana sorarsan çıkma derim ama işine de karışamam, demedi deme.
-Allah’ın izniyle bir şey olmaz, durmadan gidersek yedi- sekiz saate karakoldayız.
Şimdi, diğer tüm askerler, onun gözünün içine bakıyordu ve hiç tereddüt etmeden son sözünü söyledi,
-Yola çıkıyoruz.
Evet, korkunun ilk yarısı bitmiş şimdi ikinci yarısı başlamıştı. Boduro Yaylasını geçtikten sonra çok bir sıkıntıda kalmıyordu, çünkü diğer köyler birbirine yakındı hep. Ve işte yayla girişine gelmişlerdi, hava ise koyu grilerden siyahlara bürünmüş, kusacağı kine kendini hazırlamış gibiydi, diğerlerine moral vermek için;
-Arkadaşlar, bu yaylayı geçtik mi size söz ilk köyde mola vereceğiz.
Bu arada, köyden çıkalıdan beridir gözleri o siyah kurdu, siyah şeytanı arıyordu ama bugün hiç görmemişti onu, bu daha da garipti, kurtların avlanma güdüleri içinde tekrar kontrolcülüğünün olduğunu gayet iyi biliyordu. O siyah şeytan buralarda olmalıydı ama nerede.
Birden yüzüne soğuk bir tokat misali, buz gibi bir rüzgar çarptı, hava bir anda delirmiş, kendini kaybetmiş gibi esmeye başlamıştı. Hepsi yüzlerini gözlerini sarmış önlerini zor görür olmuşlardı. Ve korkulan gerçek, kar başlamıştı, bu rüzgarda çok şiddetli bir tipiye dönüşüvermişti bir anda. Hava birkaç dakika içinde kıyamete dönmüştü, şimdi yönlerini bile kaybetmişlerdi, daha birkaç dakika içinde.
İşte tam da o anda Ömer, tipinin içinde hayalet gibi siyah bir gölge gördü ve en fazla yirmi otuz metre uzağındaydı. Hemen Ali’nin omzundan tutarak bağırdı;
-Herkes silahına mermi versin ve eli tetikte beklesin, kimse ayrılmasın az ilerideki daha önce çay içtiğimiz ağacın altına doğru gidiyoruz.
Bir anda daire biçimini alıp ne olduğunu bile anlamadan, etraflarını gözetlemeye başladılar ve usul, usul ağacın olduğunu düşündükleri yöne doğru ilerlemeye çalıştılar. Bu arada tüm bu kıyamet gürültüsü içindeki mahşer sessizliğini bir silah sesi yırttı.
-Çavuşum vurdum, vurdum o canavarı, işte bak ben vurdum.
Bu İdris’ti, pis, pis sırıtarak ona doğru yaklaşan Ömer’e, vurduğu kurdu gösteriyordu.
Ömer yavaş, yavaş kurda doğru yaklaştı, içinden bildiği bütün duaları ediyordu. Bu vurulan kurdun, o siyah şeytan olması için, çünkü eğer değilse o siyah baş belası sürü lideriydi ve işte o zaman bu kendileri için çok kötü bir şeydi.
Ömer yavaşça tüfeğin namlusu ile kurda dürterek ölü olduğundan emin olduktan sonra yavaşça çevirdi ve korkuyla irkildi,
-Kahretsin, Allah’ım sen bize yardım et.
Diye bağırdı, ve o anda yüzlerce kurdun uluması, kulaklarını sağır edercesine yırtıyordu. Hiç kimse buna bir anlam verememişti. Bu kadar kurt sesi nereden gelmişti ki durduk yere. Hepsi, hepsi bir kurt vurmuşlardı, her zaman olan şeydi bu, sadece Ömer bunun anlamını biliyordu;
Bunun anlamı sürü liderine açıkça meydan okumaktı ve karşılarında sayısını bile bilmedikleri ama yüzlerce olduğu belli olan koca bir kurt sürüsü vardı. Sürünün bir üyesi ölürse, lider kurt ve tüm sürü tek beyin ile hareket eder ve intikam almak için çıldırmış, koca bir kurt ordusuna karşı meydan savaşı vermek zorunda kalırlardı. En istenmeyen şey olmuş ve sürüden bir üye ölmüştü. Bu tipide ve bu durumda da, doğal olarak, şansları sıfırdı, belki o ağaca ulaşabilirlerse direne bililerdi biraz daha,
-Acele edin, hemen toplanın, arkadaşlar başımız belada, bu tipi ve fırtına tam olarak onların istediği şeydi, Ahmet aptal, aptal çavuşun yüzüne bakarak;
-Ya çavuşum, anlamıyorum onlar kim bu kurt sesleri ne, ne oluyor burada?
¬-Bakın; az önce İdris’in vurduğu kurt o seslerini duyduğunuz sürünün bir üyesiydi. Zemherinin tam ortasındayız, şimdi kurtların en azgın oldukları dönemleri ve hiçbir şeyden korkmazlar, zaten gözlerine de kan oturur ve bu dönemde gözleri kırmızıya dönüktür. Şu anda bu kurt gibi gözleri kan çanağına dönmüş yüzlerce kurt var.
Diye yerde yatan kurdun kafasını arkadaşlarına çevirdi, kan donduran bir sahneydi, o güzel gözlü kurt gitmiş, yerine sanki bir canavar gelmişti, şimdi anlamışlardı köylüler niçin kurda Canavar diyorlardı.
Yavaş, yavaş vurdukları kurttan uzaklaşırken, belli belirsiz tipi içinde, yerde yatan kurda bir şeylerin geldiği ve hırıltılar içinde ölü kurdu parçaladıklarını görüyorlardı. Ömer Çavuş bir açıklama yapma ihtiyacı duydu ve;
-Açlıktan birbirlerini yiyorlar sakın ayrılmayın birbirinizden, umarım sıra bize gelmeden buradan kurtuluruz.
Artık etraflarında sürekli koşturan siluetler, birer hayalet gibi yanlarından geçiyor, onları dayanamayacakları bir sinir harbine çekiyorlardı. Ateş etme imkanları bile olmuyor, etraflarında gezinip duran bu grili, bozlu hayaletlere bakıyorlardı.
Ama Ömer Çavuş, ölü kurdun kan kokusunun şimdi tüm ormana yayıldığını çok iyi biliyordu. Bu öylesine kötü bir duyguydu ki, hepside kendini kesilmek için sıra bekleyen kurbanlık koyunlar gibi hissetmişlerdi. Ölü kurdun olduğu yerden hırıltılar kesilir kesilmez, tekrar ulumalar başladı kulakları sağır olacak gibiydi ve tam bu hengamenin ortasında, tipinin içinden yıldırım gibi gelen iki canavar daha; birini Ömer çavuş vurdu, ölüsü hemen ayaklarının dibine düştü, diğeri ise İdris’e saldırmış ve omzundan ısırmış onu da Murat vurmuştu. Şimdi her şey daha da kötü olmuş, birde insan kanının kokusu yayılmıştı ve sanki bunu anlamışlar gibi delicesine ulumaya başlamışlardı. İdris’in yarası çok ciddi görünüyor ve hiçbir şey yapamıyorlardı etraflarını gözetlemekten. Korku o kadar büyüktü ki, İdris bile yarasına bakamıyor, gözünü kırpmadan etrafı gözetliyordu. Bu ulumalarda onlara akıllarını kaçırttıracak gibiydi.
Ömer tekrar seslendi tüm arkadaşlarına,
-Herkes kasaturasını taksın, mühimmatını idareli harcasın.
Murat, biraz da alaycı bir tavırla gülerek,
-Hadi ama çavuşum, göğüs, göğüse muharebemi yapacağız kurtlarla,
-Sen kasaturanı tak ve görmeden sakın ateş etmeyin, az önce vurulan kurtlar için sen bile kurşun attın, unutma elimizdeki Alman Filinta’sı, mitralyöz değil. Talim atışı da değil bu, mühimmatımız yeterli değil.
Murat bu duruma çok sinirlenmişti. Korkusu, öfkesi ile birleşmiş, bağırarak sövüyor, küfrediyordu, etrafına, aslında bayağıda işe yaramış görünüyordu, sakinleşmişti, çavuşa dönerek;
-Çavuşum kusura bakma, çok korkuyorum, ashabım bozuldu, mazur gö.....
-Ahhhhhh, yandım anam,
Hepsi donakalmıştı, daha şimdi, birkaç saniye önce konuşan arkadaşları, kanlar içinde yerde yatıyor ve kurt boynunu parçalıyordu. Melun sanki uçarak gelmişti ve Murat’ı ısırana kadar hiç biri görmemişlerdi. Hayalet gibi süzülmüştü tipinin içinden. Ömer kasaturasını büyük bir öfkeyle kurdun boynuna sokarak oracıkta öldürmüş, aslında kurt kaçma fırsatı varken kaçmamış sanki intihar etmek ister gibiydi. Hedefi sadece Murat’ı öldürmekti sanki ve bunu da başarmıştı.
Murat, boynundan kanlar fışkırarak yerde yatıyor, ve titriyordu, yüzünde bir şeyler söylemek istemenin verdiği bir ifade vardı.
Elleri boynundaydı, birkaç dakika titredikten sonra durdu ve elleri yavaşça iki yana düştü. Herkes şimdi anlamıştı içinde bulundukları durumun vehametini.
Murat ölmüştü.
İdris’inde hareketleri yavaşlamaya başlamış ve durumu hiç iyi görünmüyordu. Bu hiç, normal değildi, bu kurtlar sadece öldürmek için saldırıyordu ve her saldıran bir intihar savaşçısıydı ve o siyah şeytan bir şeylerin hesabını onlara soruyor, intikamını onlardan alıyordu.
-Ali, Murat’ın mühimmatını al ağacı bulmamız lazım,
Ahmet itiraz etti çavuşuna;
-Komutanım Onu burada mı bırakacağız, Onu da kurtlar yer, ailesine ne teslim edecekler, anası beklemez mi oğlunun cenazesini,
-Ahmet ben senin yerinde olsam kendi canım için endişe ederdim, O diğer aleme göçtü, sadece günahları için endişe eder ama sen canın için endişe etmelisin, zaten ağaca da ulaşmış olmamız lazım, nerede bu lanet gada,
-Ali’nin sesi büyük bir ümitle yankılandı,
-Ağacı buldum, sesime gelin,
Bu bir kurtuluş ümidiydi hepsi için, oysa kader onları Siyah Şeytanın yazdığı oyunun tam ortasına doğru götürüyordu.
Şimdi bu ağacın altındaydılar, ama bu kez gelen hırıltı ve seslerden anladıkları tek şey kurtlar, Murat’ı, kendi arkadaşlarını parçalıyorlardı. Bu çok korkunç bir durumdu. İdris ise ağaca ancak ulaşabilmiş ve ağaca yaslanarak yere zorla oturabilmişti. Buradan kalkabilecek gibide görünmüyordu. Şimdi bir plan yapmaları gerekiyordu. Bu tipi ise, tüm her şeyi altüst ediyordu. Ömer Çavuş biraz düşündükten sonra karar verdi;