- 821 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MİSAFİR
Ben ve o... İkimiz işte yine göz gözeyiz. Önce uzun uzun birbirimize bakıyoruz, sonra dayanamayıp koşar adımlarla gelip içten sarılıyor. Damarlarımda hissediyorum o an onu, uzun zamandır hasrettim. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda dayanamayıp ’Nerelerdeydin sen?’ diye soruyorum. Gülümsüyor...
’Hay Allah, beni hep çok uzaklarda arıyorsun.’
’Seni bulduğum an şükrediyorum. Bir daha gitme, sakın.’
’Sen istediğin sürece yanındayım ben, yeter ki beni çok uzaklarda arama.’
Kol kola girip, markete doğru yürüyoruz. Şen kahkahalarımın sebebi oluyor. Marketin önünde ona rastlıyoruz. Başı önünde, adeta bir suçlu gibi duruyor. Beni gördüğünde başını çeviriyor. Onca zamanın öfkesini biriktirir gibi, bir anda çıkışıyorum ona.
’Hey! Baksana sen buraya!’
Başını yerden kaldırıp, mağrur bir edayla bana bakıyor.
’Efendim?’
’Demek buradasın, nihayet benden çıktın da, başka avlar aramaya başladın, öyle mi?’
’Aynı yerde kalmayı sevmem, değişiklik yapmak her zaman iyidir...’
’Bak sen şuna! Bir de üste çıkmaya çalışıyorsun. Terbiyesiz!’
’Neden suçlu olduğumuzda suçumuzu kabul etmeyip başkalarına çamur atarız ki? Senin hiç suçun yok mu ki?’
Sorduğu soru karşısında sinirlenirken, ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp kafasına atma isteği doğuyor içime.
O tutuyor beni, hasretle beklediğim...
’Sakin ol’
’Ama söylediğine bak...’
’Belki de haklı olduğunu bildiğin için kızıyorsundur, olamaz mı? Hem boş ver sen, ben geldim artık, ben yanındayım. Hatta içindeyim, biliyorsun. Neden içine bakmak aklına hiç gelmedi ki? Ben hep oradaydım.’
’Ondan fırsat mı kaldı sanki... Yapıştı yakama, bırakmadı mendebur!’
Eşek kadar olmama karşın, çocuk parkını görür görmez, çocukluğumdaki gibi salıncağa binmek istiyorum. Sığıp sığmayacağımı bile düşünmeden mavi salıncağa biniyorum. Birdenbire yağmur bastırıyor, çok fena...
Gelmesini beklediğim, hasretle kucaklaşmayı dilediğim biri daha geliyor. Artık üçümüz birlikteyiz.
Üçümüz sohbet ederken, bütün insanların suratının asık olduğunu görüyorum.
Onların da aklını çelmiş mendebur! Benden çıkıp, onlara gitmiş, kahretsin!
’Durun! Asmayın suratınızı, beni dinleyin. İçinizdekini çıkarmanız gerekiyor.’
Ben böyle derken insanlar bana şaşkınlık içerisinde bakıyorlar.
Kadının biri dayanamayıp:
’İçimizdeki mi? Terbiyesiz!’ diyor.
’Hayır, hanımefendi yanlış anladınız. İçinizdeki, yani mutsuzluk, yani karamsarlık, yani hayata hep simsiyah, karanlık gözlüklerle bakmanızı sağlayan egonuz, salt benliğiniz... Hep alışık olduğunuz yaşam biçimi: Mutsuzluğu benimseyişiniz, mutsuzlukla örülü inancınız... O sizin içinizde şu anda, onu çıkarmanız gerekiyor. Benden size geçti.’
’Deli misin kızım?’
’İnanın bana hanımefendi, mutsuzluk bulaşıcı bir hastalık gibidir. Etrafınıza baksanıza, herkesin suratı asık... Çocuklar bile oyun oynamaktan bıkmış gibi duruyorlar. Çocukların bile neşeleri yerlerinde değil. İnsanlık artık mutsuzluğun esiri... Nerede o gülen gözlerle birbirimizi karşıladığımız günler? Yanımızdan geçen, tanımadığımız birine selam versek sarkıntılık edecekmişiz gibi düşünüyorlar. Önyargılar sevmemize engel oluyor, geçmiş acı tecrübelerimiz şefkatle birbirimize sarılmamıza engel oluyor. İçinizdeki kötülükleri çıkarmalısınız.’
Genç kadın söylediklerimi hayretler içerisinde dinlerken, futbol oynayan gençlerden biri topu genç kadının başına isabet ettirince, genç kadın gence döndü ve:
’Terbiyesiz! Annen yaşındaki kadına böyle davranmaya utanmıyor musun? Sen şimdi görürsün!’
’Bakın işte hanımefendi... Öfke! İçinizde yaşayan, önyargılarla büyüttüğünüz öfkeniz çıktı ortaya. Belki gencin hiçbir suçu yoktur bu olayda. Bilinçli değildir, ya da bilinçlidir ama koşulludur. Şöyle ki, o top kafanıza isabet ettiyse, öfkenizin ne kadar keskin olduğunu görmeniz için isabet etmiştir, ya da öfke kontrolünüzü elinize almanız için, farkındalığınız için...’
’Senin içinde pollyanna mı var kızım?’
’Benim içimde şu anda kaybettiğimiz değerlerimizin tümü var. İnsanlık var, soru sorma yetisi var, empati var. Az önce mutlulukla karşılaştık, uzun zamandır uğramıyordu bana, ben de sizin gibi onu istemeyenlerden biriydim. Nerede olduğunu sorunca ona, ’Ben aslında sana çok yakınım, hep senin içindeyim’ dedi. Marketin önünde de mutsuzlukla karşılaştık, ayakkabımı fırlatacaktım ona az kalsın. Aslında onu benim istediğimi ima etti. Sonra düşündüm de, haklıydı. Şimdi ise çocukluğumu yaşamak için geldim buraya, bir de ne göreyim... İnsanlar çocuk parkında bile içlerindeki çocuğu ortaya çıkarmaktan aciz yaşıyorlar. Elalem ne der’in kulu kölesi olmuşuz.’
Ben bu kadar kesin ve net konuşunca genç kadın ilk kez gülümsedi.
’Delisin sen...’
’Hayır, sadece hayal gücü fazlasıyla çalışan bir akıllıyım. En son ne zaman hayal kurdunuz?’
Genç kadın başını gökyüzüne kaldırıp, bir kaşını havaya kaldırarak düşünürken:
İçimdeki melek halkı uyarır gibi:
’Dikkat, dikkat!’
Herkes şaşırmış bir şekilde bana bakınca, karnımı tuttum ve:
’İzninizle...’ deyip, bulunduğum yerden uzaklaşmayı seçtim.
İçimdeki melek şeytanı alt etmişti, bu sinyal onun sinyalleriydi. Sonra birden gözlerimi açtığımda kendimi sıcacık yatağımda buldum, gülümsüyordum.
Hayallerin bir koşu markete gidip, sevinç, uçukluk, kaçıklık; dobralık, bol empati ve çocukluk alıp gelmesi gibiydi yaşadıklarım. Rüyaydı ama gerçekti. İçimizdeki mutluluk biz istediğimiz sürece bizimleydi, gerisi bahane; gerisi suçlama, gerisi öfke; gerisi zırvalıktı...
Dilara AKSOY
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.