- 1358 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Devrik Sandalye
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Eşyalara anlam yüklemek ne kadar anlamlıydı, işte bu yüzden yazdım “Devrik Sandalye”yi.
Bir sandalye ancak ölümle bütünleştiğinde anlam kazanır.
Günlerimi, aylarımı üzerinde geçirdiğim sandalye, tahtalarının arasındaki görünmeyecek kadar küçük böceklerin senden beslenmesi umurumda değil, çarpık çivilenmiş tahtalarında.
Sandalye beklemek içindi, bir de dinlenmek için,
Sandalyeler genelde bekleme salonunda toplanırlardı.
Peki ya ben?
Sandalye değilim ki ben, bekleyeyim. Her sandalye bekler biraz seni, oturmanı, bazen ayaklarını uzatmanı. Ama sandalyelerden bile çok bekledim seni, ölümü beklemeleri gibi. Bazen o kadar çok gelmedin ki sen, beklemekten sandalye oldum, tahtalaştı kemiklerim. Ölümün ayaklarını bekler gibi bekledim ve bir ölüm urganına yardım edebilecek kadar eskidim. Sonralarda kül olmayı diledim, istedim ki küllerim dağılsın ölen ruhlar gibi her bir tarafı bir yere savrulsun. Ama istemekle olmuyor, istemekle ölünmüyor ve beklemekle de gelmiyor beklenilen.
Belim daha iyi anlıyor şu sıralar seni, beklemenin yükünü birlikte omuzladık aylarca. Hikâyenin bitmeyen sonunu da birlikte tamamladık. Belki hikâyenin asıl kahramanından daha çok senin hakkın var bu hikâyede, çünkü en çok bekleyen bizdik, en çok sen hak etmiştin yazılmayı, farkında olmadan. Senin görevin beklemekti, karanlık odalarda, soğuk havalarda, yaz günlerinde, akşamüstlerinde, ikindi vakitlerinde… Bu görevi görev olduğunu unutarak yerine getiriyordun, üstelik şikâyetçi olmadan. Ben beklemek için yaratılmamıştım ama en az senin kadar beklemiştim.
Biliyorum sen de korkuyordun akşamlardan en az benim kadar, tahtalarının rengini bile saklayan saklamakla kalmayıp, yok eden gecelerden. Asıl korkmamız gereken şey yalnızlıktı, dışarıda insan kalabalığı vardı ve biz hep yalnızdık, belki de hiç gelmeyen birini bekliyorduk, evimize hiç gelmeyecek bir konuğu bekliyorduk belki de.
Işık gelse hani ondan da korkardık, alışmışken bu kadar karanlığa ışık bize yabancı bir cisim gibi gelirdi ve biz tüm sırlarımızın açığa çıkacağından şüphelenirdik. Şimdi ben de korkulardayım, zamanın seni çürüttüğü gerçeği gözlerimin önünde hep, bazen oturacak, kıvrılacak yer bile bulamayacağımı düşünüyorum. Bazen sokaklar bile almıyor beni, taşıyorum, bazen dünyaya sığmıyorum, bazen karanlık odama sığıyorum, sokaktan geçen arabaların seslerinden çok ışıklarından korkuyorum. Uzaklaşan seslerden çok, kalan seslerden korkuyorum.
Herkes biraz deliyken artık, benim seninle konuşmam çok da anormal olmasa gerek. Yaşlandın beni beklerken biliyorum, farkındayım artık. Bana yaşlandığımı söyleyecek kimse yok aynalardan başka. Yani yine kendi söylediklerime kaldım inanmak için, kendime inanmaktan başka çarem yok şu sıralar.
Aynanın karşısına geçip “sen yaşlı değilsin, çok beklemedin” diye telkinde bulunmam lazım, biraz yalanlara ihtiyacım var, üstelik kendi yalanlarıma. Kendimden başka yalan söyleyecek birisi yok çünkü bende becerebilirsem, aynaya baktığımda korkuyorum, yüzüme, gözüme bulaştıracağım yalanları diye. Beynimdeki o tarifsiz uğultuyu susturuyorum. Tüm dünya susuyor o zaman, tüm yerli, yersiz çığlıklar. Hatta uykusuz gecelerin bana bıraktığı baş ağrısı gibi, ölmek geliyor içimden. Ölmek gibi bu suskunluk, ölünce tüm hislerimizi bırakıp dünyada gidiyoruz ya, öyle geliyor bu sessizlik.
Birlikte her gece ölümü düşlediğimiz zamanlar çoğalıyor, uykusuzluk arttıkça zaman artıyor bize. Sen dört ayağının üzerinde beni bekliyorsun, ben kimi, bilmiyorum artık. Belki bilmeden yıllar geçti üzerimizden, sustuk, susadık belki. En bildiğimiz zamanlarda tüm bildiklerimizi sindirdik, bilmediğimize, emin olmadığıma inandırdık kendimizi.
Şimdi bilsek neye yarar?
Ömrünü tamamladı tamamlayacak bir ben, beni bekleyen yaşlı başlı bir sandalye. Odamdaki diğer eşyalar umurumda değil, olmasa da olurlar gibi. Onların yaşını merak etmiyorum bile artık. Hatta kendimi bile görmezden geliyorum bu sıralar ama ölmeden önce şu üzerine karaladığım tüm satırlar, hala aklımın başımda olduğunu gösteriyor. Aklı başında yazdım ben, deliden biraz akıllıca.
Ellerime baktığımda görüyorum en çok yaşımı, sizde görseniz inanırdınız bana, tahmin edebilirdiniz ellerimin yaşını. Ama bir yazmaya başladı mı bu eller, ölümü bile unuturdu bir de kedi sevdiğinde böyle olurdu. Aynaların karanlığından göremiyorum kendimi, görmemek daha iyi belki de.
Ölmemiz lazım artık, uzun yıllar sonra “yeter artık bu kadar beklemek” dediğim zamanların sonunu yaşıyorum. Kendi hikâyemle birlikte senin hikâyene de bir son iliştiriyorum, çok da güzel duruyor üzerinde bu hikâye. Devrik sandalye, devrilen umutlar, umutsuzluklar, her şeyin sonu bir sandalyenin yan yatmasına bağlı. Belki de yorulmuşsundur hep ayakta beklemekten. Artık yatma vakti, en az iki bacağını etrafa rahatça uzatma vakti ve üzerindeki tüm yük kalkmışken. Tahta zemine, en az senin kadar tahta ve senin kadar ölüm.
Son kez çıkmayı düşlüyorum üzerine yani hikâyenin sonunu böyle yazdım. Bu sefer de dinlenmek için ama sonsuzluk denen uzak bir yolculuğa çıkmak üzere. Tavanda sakladığımız urgan bu sefer yarayacak işimize, yıllar sonra. Sen benim hikâyemi bitireceksin ben de senin. Böylece ödeşmiş olacağız bu dünyada, sonsuza dek. Hem sen benden daha şanslısın uzanabileceksin, ben kim bilir kaç zaman sonra gerçekleştirebileceğim bu eylemi, üstelik tek başıma da yapamayacağım, ellerim tutmayacak biliyorum, damarlarımdan kanım çekilecek, tenim moraracak belki biraz beklemekten. Ama gelmeyecek birini beklemekten iyidir değil mi?
Hem uzanınca insan daha güzel ve genç görünüyor biliyorum. Ben aslında ikimize de iyilik yapıyorum. Bekleyince yaşlanır insan sen de yaşlanırsın, tahtaların çürür ve ben buna izin veremem. İkimiz de çürümeyeceğiz şimdi.
Sen beni bekliyorsun
Ben onu bekliyordum
Ama şimdi sadece bir ipe uzanacak elimin emrindeyim. Ölümü bekliyorum sadece
Ve sen ölümsüzleşeceksin, üzerine kazıdığım cümlelerle…
Sonumuz bir şekilde benzeyecek birbirine ve o sonda, hikâyenin sonunda buluşacağız seninle, biliyorum ölsek bile görevini yerine getirirsin sen, bırakmazsın beni. Hikâyenin sonunu tamamlarsın benim bıraktığım yerden, biliyorum. En az kendim kadar inanıyorum sana. İnanç bizim gibiler için en son şey belki ama ihtiyaç, en çok bu yüzden sığındım sana ve yazdıklarıma.
Şimdi gidiyorum,
Yazdıklarımın devamı senin üzerinde,
Onlara iyi bakacağını biliyorum
On Mayıs İki Bin On Üç 11 00
Nevin Akbulut
YORUMLAR
Siz gitmişsiniz ama yüreğiniz burada, okuyanın yanında kalmış. Yalnızlığa giydirilen elemi çıkartmak isterdim. Çünkü İnsan eğer inanmışsa hiçbir zaman yalnız değildir.
Acıların da tahammül noktası var. Yakalayabilirsen. O vakit yalnızlık elem olmaktan çıkıyor. Yalnızlığın getirdiği hüzünle, doğruluk üzerine kıldığınız benliğiniz buluştuğun da erdemliliğin doğuşuna imkan sağlıyor.
İnsan ne için var olduğunu daha iyi anlıyor. Kula kul olmak İnsana azap ederken, hakka kul olmak, huzurun âlâ'sını sunuyor.
Bazen yalnız kalmak ulaşılmayan yerlere insanı götürüyor. Yeri yerler keşfetmek üstelilk seyrine doyum olmayan.
Ne güzeldi Yüreğimi seyahate götürdünüz, seyrine doyamadığım.
Tebrikler ve teşekkürler.
..
- ''Ayakların kırılmadığı sürece, bir sandalye de olsan yaşayabilirsin. Ayağın olmazsa, evde kalmış kelimeler (ekk'sı yapılmamışlar..) gibi sürünürsün her bir yere, Ayakların sağlam olduğu sürece, çürüyen her zerreyi iyileştirebilecek boyalar, vernikler bulabilirsin. Bu da hayatın bir cilve vechesi.''
-''Peki sen nasıl dayanabildin bunların hepsine? Bir 'masa' olarak yaşamak garip olsa gerek!''
-''Kimsenin benim üzerimde oturmasını beklemedim. Kimseyi beklemek için yaratılmadım ben. Bir masayım ben. Bir masa şenlikler için yüreğini açar. Sofralar dizilir üzerime, insanları doyururum, aç susuz kalmalarını istemem.''
-''Sandalye olmak benim suçum mu?''
-''Tekerlerk de olsan, yuvarlanıp bir yer de eylemsizliğini sürdüreceksin. Seçim senin. Benim gibi illa ki masa olmanı da istemiyorum, ama işte; madem çaresiz aynı kalıyorsun, çürümekten, ödeşmekten, ölmekten bahsetme!''
-''Denemek isterdim bu dediklerini.''
-''Ben de gelip geçiciyim. Ben de her zaman doyuramam, benim de uzun zamanlar boş kaldığım, hiçbir ahbabın bana dokunmadığı oluyor, ama biliyorlar ki ben bir masayım onlar için ve onları hep doyuracağım. Sen de bir sandalye olarak onları dinlendirmeyi düşün bir kere de...''
-''Hep garip şeylerden bahsediyorsun... Çürüyorum oysa, benimle beraber kalbim de çürüyor.''
-''Herkes çürüyor.''
Tebrikler...