- 2057 Okunma
- 8 Yorum
- 2 Beğeni
İğne Festivali
Bir ay önce kasaba meydanının her yerine asılan afişler insanları en renkli giysileriyle festivale davet ediyordu. Nihayet büyük gün gelip çatmıştı. Kış uykusundan uyanır gibi sokaklara dökülüp eğlenecektik.
Kasaba komitesinin yayınladığı broşürlerde festival detaylarıyla anlatılıyordu. Festival iki bölümden oluşuyordu. İlk kısım eğlence ve diğeri de en yaratıcı kişiye ödü veriliyor olmasıydı. Çok heyecanlıydım. İşlediğim figürü on gün önce komiteye teslim etmiştim. Bu yarışma bana deneyim kazandıracaktı.
Elimdeki broşürü komidinin üzerine bıraktım. Heyecanım bir parça yatıştı.
Tek parça dizlerimden aşağıda rüzgârda uçuşacak elbiseyi güzelce ütüleyip askıya yerleştirdim. Bütün gün bunun için eve kapanmıştım. Sanırım diktiğim en güzel elbiseydi. Dolaptaki elbiseye uzun uzun baktım. Yuvarlak yakada dört parmak genişliğinde mor kumaş parçası vardı. Aynı renk kumaş yaka ortasından aşağıya uzanarak elbiseyi ikiye bölmüştü. Sağ tarafı mor dar kesimli, Sol taraf yine bele kadar dar, sonrası bol dökümlüydü. Bol kesimin içinde turuncu duman renkli şimşek desenli kumaş parçaları vardı.
Şenliğe hazırlanmadan önce pencereyi açtım.
Gökyüzü ağaçlar üzerinde siyah kızılımsı boyanmıştı. Ağaçların tepelerinde bal rengi yıldızlar asılıyordu. Ağaç dalları huzursuz gibi hafifçe sallanıyordu. Kendimi onlara benzettim. Tuhaf bir sarhoşlukla pencereyi kapatıp üzerimdeki giysileri çıkararak gardıropta asılı libası giyinerek aynanın karşısına geçtim.
Önce lacivert saçlarımı tarayarak dağınık biçimde omuzlarıma bıraktım. Ön taraftan aldığım bir tutam saçı koyu mavi, gri ipliklere dolayarak ördüm. Turuncu bandananın kenarına lacivert iğneyi iliştirip alnıma dolayarak saçımın arkasından bağladım. Çekmeceden aldığım boyalar ile gözümün altını ve yanağımı boyadım.
Kendimi aynadaki görüntüme o kadar kaptırmıştım ki salondaki antika duvar saatinin sesi beni kendime getirdi.
Gülümseyerek parmağımı şaklattım.
‘’ Parlatıcı ruj ve siyah göz kalemi benim için yeterli olacak…’’ dedim.
Bu güzel yaz akşamında üzerimde ince tiril tiril bir libas ve küçük sırt çantamla evden çıktım.
Ara sokaklardan akan insan seli ve oradan oraya koşturan çocukların arasında yalın ayakla kasaba meydanına yürüdüm.
Her tarafta mutlu insan gülümsemeleri vardı. Yoksullar, zenginler, acı çekenler, mutlu olanlar bu festivale odaklanıp birbirlerine selam veriyordu. Yanımda duran küçük kız çocuğu minik ellerini birbirine öyle güzel vuruyordu ki eğilip avuçlarını öptüm.
‘’Balonları sever misin’’ dedim. Yüzünü ellerinin arasına alıp başını salladı.
Sırt çantamdan makara, iğne ve bir balon çıkardım. Balonu şişirmesi için çocuğun eline verdim. İpliği iğne deliğinden geçirip balonun ucunu bağladım.
‘’Hadi bakalım, balonu patlatmadan uçurabilecek misin.’’ dedim.
Elindeki oyuncağın yukarıya doğru süzülüşünü keyifle izledim.
Müziğin başlamasıyla beraber konfeti makineleri de hareketlendi.
Göğe doğru yükselen renkli dumanlar gecenin karanlığında hayaletler gibiydi. Işık gösterileri duvarlara yansıyor, oradan üzerimize düşüp yeniden zikzak çizerek müziğin ritmine uyum sağlıyordu. Yavaşça gözlerimi kapatıp dans etmeye başladım.
Dans etmek benim tutkularımdan biriydi. Çizdiğim semboller, zihnimde kesintiye uğradığı zaman müzikle transa geçiyordum. Kafamı sallarken şekiller, çizimler motifler burnumun ucundan avuçlarıma dökülüyor, bir nevi her şeyi söküp yeniden biçimlendiriyordum.
Evet, deli gibi dansa kaptırdım kendimi ta ki biri kolumdan tutana dek. Dağınık saçlarımın arasından koluma yapışan adama baktım. Kendini bana duyurmak için bağırıyordu.
‘’ Kadın, senden başka iğneleriyle gelen yok. Çantandan fırlayan iğneler göğsüme battı, sanki sen değil de iğnelerin dans ediyor…’’
Bir süre karşımdakini süzdüm, belden yukarısı çıplaktı. Vücudunda harf ve şekillerden oluşan dövmeler vardı. Parmağımı göğsüne uzattım.
‘’Gördüğüm kadarıyla alışık olmalısınız iğne acısına.’’
Alaycı tavrımla adamı süzdükten sonra kolumu bırakmasını istedim.
‘Sözlerin festival gibi, merak ediyorum dansın da o kadar iddialı mı? ..’’’
Şöyle bir gözlerine baktım’’ Bir yılan gibi kıvrağım Bayım’’ deyip başımı arkaya devirip şuh bir kahkaha attım.
‘’Emin misin?..’’
‘’Eminim ..’’dedim.
Aniden bana yaklaştı, kollarının bütün gücüyle beni kucaklayıp havaya kaldırarak olduğu yerde dönmeye başladı. Kendimi onun kollarına bıraktım. Kollarımı hafifçe yana açtım, teslim olduğumu anladı. Beni yavaşça yere bıraktı. Bir adım ona doğru yaklaşıp geri çekildim. Aynı hareketi yaptı. Ellerimizi birleştirip yavaşça yana doğru açıp aniden yukarı kaldırdık. Kalabalıktan dolayı olduğumuz yerde belden yukarımız hareket ediyordu. Ayaklarımın üzerinde sallanmaya başladım. Belimden tutup beni arkaya yatırdı. Havai fişek gösterileri altında kendi dansımızı yaratarak sallandık. Saçlarım darmadağınık olmuştu. Bir ara elimle saçımdaki iğneyi yokladım. Sımsıkı orada duruyordu.
Bu hareketim karşımdakinin gözünden kaçmadı.
‘’İğneleri çok mu seviyorsun’’ dedi.
Ona cevap vermedim. Sadece adını sordum.
İsmini kulağıma fısıldadı. Ben de ayni hareketi yapıp kulağına adımı söyledim. İkimizin de yüzü alev alev yanıyordu. Boddhi Satva’nın ayele şarkısına kendimi kaptırıp kalçamı kıvırmaya başladım. Konfetiler başımızdan aşağıya yağıyordu. Adamın elindeki bira şişesini alıp kalçamı ona çevirerek yılan gibi kıvrılmaya başladım.
Ellerini belime doladı.
Herkes şenliğin coşkusuna kaptırmıştı kendini. Bira şişeleri ayaklarımızın altında yuvarlanıyordu. Adamın boynuna sarılıp kucağına zıpladım. Beni kalçalarımdan yakaladı. Teninin sıcaklığını hissettim. Dans ederken bir yandan da konuşuyordum.
O Hiç konuşmadı. Sürekli gözlerime bakıyordu.
‘’ Alberto’’ dedim. Yalnız mı geldin şenliğe, hep az mı konuşursun..’’
‘Hayır, genelde konuşurum ama bu akşam seni seyretmek istiyorum…’’
Birden dudaklarına yapıştım. Ateşli bir öpücükle karşılık verdi. Adamın deliliği hoşuma gitti. Uzun yıllar onu tanıyormuşum gibi beni kalabalıktan kaçırmasını istedim.
‘’ Alberto, meydana yakın bir kafeteryada oturup kahve içelim mi?..’’
‘’ Gel benimle..’’ dedi. Elimi tutup beni peşinden sürükledi.
Kasaba meydanına yakın ara bir sokakta eski ahşap kapının önünde durarak şortunun cebinden anahtarı alarak kapıyı açtı. İçeri girmem için reverans yaptı.
‘’Burası senin evin mi, bana kahveyi sen mi yapacaksın Alberto ..’’diyerek gülümsedim.
‘’Elbette İğne, seni kaçırmak için peşine düştüm ayrıca o muhteşem elbisen de ilgimi çekti. .’’
Yüzüne baktım şakacı bir tavrı vardı.’’ Elbisemde ne var ki, kendim diktim, yaratıcılığımı kıskanma…’’diyerek parmağımı boğazına dayayıp bıçak gibi geri çektim.
‘’ Peki’’ dedi. Tuhaf bir çekiciliği vardı. Kapı aralığından süzülüp içeri girdim. İçerisi karanlıktı. Kapı kapandı. Olduğum yerde durdum. Biraz tedirgin olmuştum. Bunu hissetmişti sanki.
‘’Korkma, hemen ışığı yakıyorum…’’ dedi.
Adım attığım yer oldukça güzel üstü kapalı bir avluydu. Tam ortada küçük bir su fıskiyesi, yanında masa, üzerinde çeşitli dergi ve kitaplar vardı. Duvar kenarlarına aralıklı dizilen saksı çiçekleri hoşuma gitti. Masadaki dergilerden birini alıp sayfaları rastgele karıştırdım. Çeşitli ilginç dövme figürleri sayfalar arasında duruyordu.
‘’ Bunları sen mi yapıyorsun.’’ dedim.
‘‘ Beğendin mi?..’’
‘’Deli misin çok beğendim.’ dedim.
‘’ Peki, sen nelerle uğraşıyorsun. Dövmelere ilgin nereden geliyor..’’ dedi.
Ona ressam olduğumu söyledim.
Yüzüme baktı. ‘’Belli oluyor çok renklisin. Bu arada ne içersin İğne..’’
Yeterince sarhoş olmuştum. Canım bol köpüklü kahve çekti.’’ He zaman sevmişimdir kahve kokusunu..’’ dedim.
Onunla oturup sohbet ettim. Buralı olup olmadığını sordum. Kasabaya iki ay önce geldiğini söyledi. Kendisiyle ilgili çok fazla konuşmak istemedi. Bir şeylerden kaçtığını hissettim. Belki de bana öyle geldi. Daha fazla soru ile onu sıkmak istemedim. Festival gürültüsünden uzaklaşmak bana nefes gibi geldi.
Sessizliği ilk bozan ben oldum.
‘’ Hadi, bana o güzel sanatını göster, sırtıma bir dövme işle. ’dedim. Bir anda ciddileşti.
‘’Bunu isteme benden…’’ dedi. Onun inatçı tutumu beni daha çok kamçıladı. Israrımı sürdürdüm. Oturduğu masadan kalktı, onu takip ettim. Avlu içinde on basamaklı bir merdivenden çıkıp kapısı açık odanın içine girdik. Oldukça sade döşenmişti. Odanın camlarına meydandaki ışık gösterileri yansıyordu.
‘’ Dövme yapmamı gerçekten istiyor musun?’’
‘’ Elbette istiyorum…’’
Koltuğun üzerindeki şilteyi hızlı çekip odanın ortasına serdi. Çekmeceden dövme malzemelerini çıkarıp şiltenin üzerine bırakarak bana yöneldi. Ellerini omuzlarıma koyup yavaşça kollarımdan aşağıya, bacaklarımdan ayak bileklerime kadar indi. Dizlerinin üstüne çökmüştü. Bileklerime düşen libasın ucunu avuçlarının içine alarak aynı yavaş hareketle yukarıya koltuk altıma kadar götürdü. Eğildiği yerden kalkarak avuçladığı giysiyi kollarımdan sıyırıp kenara bıraktı.
Alberto yarı çıplak siyah şortuyla karşımda duruyordu. Onu istediğimi fark ettim.
Şiltenin üzerine oturup sırtımı ona döndüm. Beni bacaklarının arasına alıp saçlarımı arkadan toplayarak ön tarafa boynumdan aşağıya yuvarladı. Sırtımda sanki dikiş makinesi vardı. Canım çok yanıyordu.
Tırnaklarımı adamın baldırlarına geçirdim.
Derim yüzülüyordu. Nasıl bir figür işlediğini bilmiyordum. Gözümün önüne göğsündeki dövme geldi. Sırtım ateş gibi yanıyordu. Bir süre sonra dövme iğnesi durdu. Ona bitirip bitirmediğini sordum.
Bana sıkıca sarıldı.
Başımı çevirip boynuna koydum. Avuçlarıyla çenemden tutup yüzümü kendine çevirdi. Nefesini hissediyordum. Gözlerimiz birbirini oyacak gibi bakıyordu. Dilini çıkarıp çenemden üst dudağıma kadar yaladı. Çenesini dişlerimin arasına aldım. Üst dudağımı ısırdı. Dilimiz birbirine dolandı. Bacakları arasında sırtım ona dönüktü. Göğsümü göğsüne çevirip kollarımı boynuna dolayarak onu arkaya doğru devirdim.
Alberto ile sevişmemiz ayin gibiydi. Bana sıkıca sarıldı. Dikleşmiş erkekliği bacaklarımın arasında oynuyordu. Saçlarımı avuçlarına dolayıp göğüslerimi dişlerinin arasına aldı. Canım yanıyordu. Onu isteme arzusuyla yanıp tutuşuyordum. İçimde sarsılmasını istiyordum. Elini tutup cinsel organıma sürükledim. Rüzgarın dalları kamçıladığı gibi birbirimizi kamçılıyorduk. Onun sıcak sıvısı içime akmaya hazırken ikimiz de zevkten bağırıp birbirimizi kanatıyorduk. Beraber oluşumuz sanki bir öfke nöbeti gibiydi. Bandanamdaki iğneyi sırtına batırdım.
Acı ve zevkle sıvılarımız birbirine karıştı.
Alberto ile birbirimize sarılıp bir süre öyle kalarak ateşli öpüşmemizi sürdürdük. Parmağımı göğsündeki adının üzerinde gezdirdim.
‘’ Alberto..’’ dedim ‘’ Sanırım şenliğin ikinci kısmı başladı. Benim gitmem gerek. Sen de gelecek misin benimle..’’
Yüzümü avuçladı. ‘’ Seni yeniden görecek miyim İğne..’’
‘’ Belki…’’ dedim. Sakallarını öptüm ve yanından kalkarak üzerimi acele giyinip sırt çantamı koltuğun üzerinden aldım.
‘’ Hoşça kal Alberto,..’’ diyerek kapıya yöneldim.
Merdivenlerden uçarcasına avluya atladım. Karanlıkta ahşap kapı gıcırtısını arkada bırakıp kalabalığa doğru koşarcasına yürüdüm.
Kasaba meydanında biraz sessizlik vardı. Belediye hoparlöründen adım yankılanıyordu. Belli ki geç kalmıştım. Kalabalığı yararak ilerlemeye çalıştım. Sırtımdan bir şeylerin sızdığını hissettim. Nihayet merdivenlere kadar zoraki de olsa ulaştım. Alacağım ödül komite başkanının elinde duruyordu. Basamakları ikişer atlayarak yukarıya tırmandım. Ödüle uzanmama bir iki adım kalmıştı ki aniden başım dönmeye başladı. Bunu belli etmek istemedim. Saçımdaki bandanayı çözüp sevinç işareti yaparcasına seyircilere dönüp sallamaya başladım.
Güzel bir yaz akşamında merdivenlerin başında bandanayı dairesel döndürürken ucundaki iğne aniden yukarıya doğru fırlayıp boşlukta dönmeye başladı. Ağzım açık büyülenmiş gibi iğneye baktım. İğne can acıtan sessizliğiyle aniden ağzımın orta yerine saplandı. Katatoni olmuş gibi bir süre öylece kaldım. Bir filmin kopan şeritleri gibi dizkapaklarımın üstüne yığılıp merdivenlerden aşağıya yuvarlanmaya başladım. Sırt çantamın kapağı açıldı ve içindeki binlerce iğne yukarıya doğru uçuştu.
Ağaçların üzerinde esen hafif rüzgâr birden şiddetlenmeye başladı. Belediye binasının kiremitleri birer birer aşağıya geliyordu. Bal rengi yıldızlar grileşmiş gözbebeklerime çakılmış gibi dönüp duruyorlardı.
Meydandaki her şey aniden sıtma nöbetine tutulmuş gibi sallandı. Büyük bir uğultu ile merdiven dibinden sırt üstü kaldırıma yığıldım.
Yarı baygın gökyüzüne doğru bakmaya başladım. İnsanlar havada çengelli iğnelere asılı duruyordu. Çantamdan fırlayan iğneler birer çengele dönüşmüştü. Havada uçuşan elbiseler, çantalar, örtüler, balonlar boşlukta dönüp duruyorlardı. Rüzgâr ağaç hışırtılarını alanın orta yerinde müzik festivaline dönüştürdü. Gökte peşi sıra şimşekler çakmaya başladı. Köklerinden sökülen ağaçlar boşlukta sallanan insanların üstüne yığıldılar.
İğne dil ile damağım arasında dik olarak duruyordu. Bağıra bağıra kahkaha atmak istediysem de bunu yapamadım. Boğazımın içinde gülüyordum. Kahkaha nefes borumu yerinden oynatıyordu. Tam başımın yirmi metre yüksekliğinde duran kadının jartiyeri yırtılmış, Van Gogh sarısı saçları karmaşada diken gibi olmuştu. Elindeki sigaranın külü neredeyse yüzüme düşecekmiş gibi duruyordu. Gözleri dışarıya fırlamıştı. Ağaçlar arasından çıkan kuzgun kadının gözlerini gagasının arasına alarak uzaklaştı.
Boynumdan aşağısını oynatamıyordum. Kanım çekiliyordu. Her şey birbirine karışmıştı. Sürekli gülme krizine girip, içimden söyleniyordum.
‘’ Sıkı dur İğne, bu görüp göreceğin harika bir festival..’’ dedim.
Simsiyah göğün ortasında oluşan hortum kararan bir bulut kümesi gibi incelip boşlukta asılan her şeyi yukarıya taşıyıp gözden kayboldu.
Kendimden geçmek üzereydim. Her yan sessizliğe bürünmüştü. Kasaba meydanında çıt yoktu. Kafamı çevirip boş alana doğru bakmaya başladım. Uzaktan bir gölgenin bana yaklaştığını gördüm. Sanırım beni kurtarmaya geliyordu. Bunu umursamadım. Gölge yaklaştıkça onun küçük bir kız çocuğu olduğunu gördüm. Yanıma gelip oturdu. Onu hatırladım balonu patlatmadan yukarılara uçuran küçük kızdı. Uzun lüleli saçları yüzüme döküldü. Ona dokunup sevmek istedim. Elini uzatıp ağzımdaki iğneyi yavaşça çıkardı. Rahatlamıştım. Yüzüne bakıp gülümsedim. İğneyi avuçlarının arasına alıp merdivenlerden yukarıya tırmanmaya başladı. Başımı gittiği yöne çevirdim. Basamakları ikişer atlayarak gidiyordu. Her atlayışında biraz daha büyüyordu. Bir ara eğilip yerden bir şey aldı. Saçımdaki bandanaydı. İğneyi bandananın kenarına iliştirip saçlarına bağladı.
‘’ Güle güle iğne..’’ dedim. ‘’ Yeni festivallere..’’
lacivertiğnedenlik
www.youtube.com/watch?v=E5Ma5D6eqJU
YORUMLAR
yarış atlarının önlerinde buldukları ovada düşünmeden koşmaları gibi, nereye gideceğini bilmeyen ama özgürlüğün tadından da vazgeçmeyen bir yazım. ayrıntıları kuvvetlendirmek her zaman okurun tevahülünü daraltmak anlamına da gelmez. bazen yönlendirmek babında kapılar açmak okuyucuya daha çekici gelebilir. serbest öykü yazımcısına, çevik bir zihnin yapısından bağımsız ruh coşmalarını bağlayacak alanlar aramak bazen saçma gelebilir ; ama karakter yaratmak uğraşı biraz fedakarlığı dayatır.
sahnelerde bahsetmek istediğimiz salt cinsellik mi erotizm mi bunun ayırımına varmak lazım.sanırım. bu kararsızlığı uçuk romantizm tolere edememiş görünüyor.
hayatın içinde olan ama herkesin hiç olmuyormuş gibi sakındığı gerçeği edebiyat şak diye koyar insanın önüne. ve insan bununla tarih boyunca hep genişlemiştir. hem fikri açıdan he de yaşayış açısından. biz de aşılmamış bir olgu değil kanımca bu. çünkü bunları konuşmak için artık edebiyata bile gerek yok. devrimleri yeniden yaşamak artık çok yavaş kalıyor zamanımızda. alıp yaşayıp, tüketiyor ve bir başka arayışa geçiyoruz. yeni bir durum değil öykülerde erotizm artık; ama hiç eskimeyen belki bunun edebiyat için konumu, yeri ve dozajı sanırım. bunu ayarlayabilmek de sizin insanların gözünde bir safta konumlandırılıp ötekileştirilmenizi doğurabilir. bu zihni yapıyı kırmak da biz de zaman alan bir süreçtir. ama bu konuya baktığımız açıda avrupayi bir yaşam ve felsefe kompleksi ne kadar doğrudur o da tartışılır.
edebi dilini her daim bir adım öne taşımışlığın ender örneklerinden olan temiz ruhlu insana selam olsun.
sagılarımla
düşündüğün kadar yüzeysel değilim ancak derinliğimi burada sana açma niyetinde de değilim. lacivertiğnedenlik midir adın nedir, bana hakaret ettiğini görüyorum. yazınızı samimiyetle eleştirdim. farkındaysanız içinde bir hakaret yok değil mi? İbrâhîmî Feyzullah Yalçın benim yorumum seni ilgilendirmez. hakaret etmedikçe istediğim eleştiriyi yazarım, anlayabiliyor musun bunu?
İğneli karakterin Alberto'ya vermesi için yazılmış bir öykü gibi. derinlik olmadığı için anlatılan cinsellik pornografiye kaymış. "Bir filmin kopan şeritleri gibi dizkapaklarımın üstüne yığılıp merdivenlerden aşağıya yuvarlanmaya başladım." bu ve bunun gibi birçok cümlede bariz anlam hatası var. Hafifmeşrep bir karakterin iğne ile imtihanı mı?