- 883 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ONUR’UN HİKÂYESİ
Beden,
Kemik ve etten,
Ayak ve ellerden,
Kulaklar ve gözlerden oluşmakta ise de
İnsanı insan eden
Onurdu;
İnsanlık onuru.
Babası da bilerek
Adını Onur Koydu.
İlkokulu köyünde okudu.
On yaşında kuzu gütmeyi
On ikisinde ekin biçmeyi öğrendi tırpanla.
Ortaokulda tanıştı gecekonduyla.
Lise de arkadaş oldu kitaplarla.
Yaz tatili geldiğinde çıraktı,
Kilosu kadar çekiç salladı.
Üniversite de düşünmeye başladı.
Doğduğu yaşadığı yerleri
Anasını, babasını,
İş ve ekmek kavgasını,
Artı değeri, sömürüyü.
Yurdunu çok severdi fakat,
Fikirleri tehlikeli dendi.
Eylül geldi, hoş gelmedi.
Ufukta mahpushane yolu görüldü.
Attılar kalın duvarlar arasına.
O henüz alışamamıştı ama
Duvarlar sanki kırk yıllık dosttu onunla.
Üç kişi yattılar tek kişilik ranzada.
İçeri loş ve karanlıktı;
İçi inançlı ve aydınlık.
İşkenceye, açlığa,
Direndi açlıktan kuruyan bağırsaklarıyla.
Livaneli’den bir türkü idi ağzında
Çiğniyordu açlığını bastıra bastıra.
“Leylim ley de leylim ley!”
Ve üzerine bir yudum Ruhi Su
İnanılmaz doyumdu.
Türküdeki gibi aldırmadı gönlü.
Bu günler de gelir geçerdi.
Yani içerde olmak değildi tek derdi.
Aldırmıyordu mahpusluğuna.
Dışarıdaki duvarlar takılıyordu aklına.
Yüksek duvarlar,
Duvarların üzerinde
Dikenli tellerden örülmüş ağlar.
Ne böcek var üstünde ne de kuş konar.
İçerde her yaştan ve her cinsten insan,
Dışarıda analar ağlar.
Birçoğu baraka
Arada beton binalar.
Ve binaların arasında ince uzun yollar.
Yolların kenarları, çirkince budanmış
Eğri büğrü çamlar.
Köşelerde üzerinde “çöp” yazılı bidonlar.
Ve hiç açlık yokmuş gibi şu kahpe dünyada
İçleri yemek artıkları,
Ekmek artıkları
En nefret ettiği de
USA damgalı çatal kaşıkları.
Onur’un kabaran yurtsever damarları diyordu ki:
Bizde metal ve de makineleri yoksa
Şimşirde mi yoktu çatal kaşık yapacak.
Ancak gereken
Bu damarları kontrol altına almaktı,
Zira düşünmek yasaktı.
Böyle tehlikeli düşünmekten yağlı urganla
Belki de asılacaktı.
Ana sütüyle beslenen,
Etten ve kemikten yapılı beden
Yağlı ipten ya da ölümden değildi ama
Korkusu gürültüye gitmektendi.
Şu eylülün karanlığında
Karar verdi:
Bir kenara koyacaktı tehlikeli düşünceleri
Baharı ve doğayı irdeleyecekti.
Kim bilir tehlikeli fikir de üretmeyecekti.
Toprağa düşecek bir tohumdan
İnce nazlı ve umut veren bir fidan
Ya da bir buğday tanesi
Karanlık toprağı delecek,
Göğe doğru yükselecekti.
Belki ekin biçilecekti,
Bir tohum yüzlercesini verecekti.
Ya da fidan budanacak,
Budandıkça gürleşecekti.
Belki dalları eğilecekti büyümesine inat.
O zaman da daha çok çiçek verecekti.
Ve koca ağaç olacak,
Toprağa kök salacaktı.
Ağaç ve insan,
Ağaçta kök ve gövde,
İnsan da beden.
İnsanın ağaçtan farkı
Düşüncesiydi kökünden sökülmek istenen.
Tarihin bütün kepçeleri denedi,
Onur denilen şeyi yenemedi.
Etten ve kemikten di beden
İnsanoğlunu yücelten ise Onur’du.
Onur Eylül’ün zifiri karanlığını da atlattı,
Şimdi kocaman adam oldu, Onur’lu adam.
]