Saplantı
Yazdıklarımı inceleyip hangi başlık altında yayınlanması gerektiğine en son anda karar veriyorum ve bir yerden alıp diğer mecraya yapıştırırken aslında ciddi başlayan yazımın bir kaç paragraf sonra nasıl bu hale geldiğini anımsamaya çalışırken birden kafamın üzerinde parıldayan ampulün aydınlattığı hafızamın karanlık köşelerinde sırıtan, elindeki misketleri sağa sola fırlatan, top peşinde koşmaktan perişan olmuş, saçları kirpi gibi dik, sarı, hin bakışlı, dizlerinde yara izi, cepleri gazoz kapağı dolu o hayta çocuğun en makul ve mantıklı yazılarımı sihirli bir el hareketiyle aniden “mizah” kokulu cümlelere tahvil ettiğini ve sivri bakışlarıyla yüzüme bakıp sırıttığını görüyorum.
Gayet ciddi kişiliğimi bu derce sulu ve her halden muhakkak gülünecek malzemeler çıkarabilecek kadar mizahi vaziyete getiren asıl suçlunun o sarı kafalı velet olduğunu anlayabilmem bir hayli zamanımı alsa nihayetinde asıl suçluyu bulmuş olmanın rehavetiyle büyüyerek,aheste davranabiliyor,sesimi “devletvari “çıkarabiliyor ya da her dem memleket meseleleriyle haşır neşir olan büyüklerim gibi istediğimde somurtkan,saygısız,ilgisiz,ciddi,vefasız olabiliyorum.
Bir takım edebiyatçıların takılıp kaldıkları kavramların aslında denizin üzerinde sallanıp duran ve bir yere bağlı olmadıklarından dalgaların kuvvetine mahkûm şamandıralar gibi oradan oraya süründüklerini seyrederken bu sefil ve bir anda yıldızı parlayıp bir anda sönüveren; bir an el üstünden başı bulutlara değdirilirken birden terk edilip yüzükoyun toprağa vurulan bu kavramların hali içimi parçalıyor.
Bir dönem “muştu” ile yoğrulup duran şiirler, yazılar, nameler usulca “muştu” efendi hazretlerini bir cami avlusuna bırakılan veledi zina gibi terk edip yeni bir kavramın kundağına nazar boncukları takıp, onu şiirlerin yazıların her satırında kullanmak arzu ve ihtirasıyla yanıp tutuşuyorlar. Hatta illa o kavramı yazmak uğruna sözü o mecralara taşımak için düşünsel kıvırmalar yaparak dansözlükte ne kadar maharetli olduklarını da ispat etmiş oluyorlar.
Şiir de yazı da konuşulduğu gibi yazılmalı bence. İnsanın konuşma dili ile yazı dili farklılaşınca bu tür zorlama kelimeler piyasayı boğup, asıl söz’ü katlederek saltanata haramilerin oturmasına sebebiyet veriyor ve bu sayede bir de “sanat” dili ve neticede anlaşılması, çözülmesi çetin “sanatçı taifesi” ortaya çıkıyor.
Oysa Kur’an bile “Size apaçık ayetler” ile gönderilmedi mi?
O ayetleri anlamaya gayretten imtina eden inananlar Mukaddes kitaplarının manasından uzaklaşarak unuttular ve nihayet uzandıkları halının üzerinde yarı baygın yatarken bir müddet sonra tercüme edenler topluluğu peyda oldu ve inanların genel tembelliği sayesinde bir paye ve maaşa layık görüldüler.
Okuduğum bir romanda hemen her sayfada geçek “kadim” kelimesinin yazarın takıntısı olduğunu ilk sayfalarda anlamak mecburiyetinde kaldım. Kadim kapı, kadim arkadaş, kadim kitap... Böylece devam edip giden bir dizi kadim nesne ve duyguları zikredip duran yazarın bu kelimeyi nasıl keşfettiğini merak ettim doğrusu.
Belli ki yazarın gayet hoşuna giden bu “kavram” her sayfada zikredilince yazar tarafından boynuna tasma geçirilen bir süs köpeği gibi onunla her gittiği yere gelecek ve soranlara müstehzi bir sırıtış ile gözlerini kısarak bakarken “şahsıma aittir efem” diyebilmeyi ne çok arzuluyordur kim bilir?
Okuyucu ise tarihin işlemeli raflarında ele geçen bu “kadim kelimenin” büyüsüne kapılıp her sayfada aklına tecavüz etmek gayesiyle soyunup karşısına dikildiğinde teslim olmuş kendinden geçmiş vaziyette kendini düşüncenin kuş tüyü yatağına atacak ve edebiyata olan merakı ve beklentisi sebebiyle muhtemelen “zevk “ almaya çalışacaktır.
Bir şeyin kadim olduğunu anlamak için bakmanız yeterli, üzeri tozlu, söylemesi gayret ve hususiyet isteyen, buruşuk, birazcık da küf kokuyor ise emin olun o şiirlerde ve yazılarda kullanılmaya müsait derecede “kadim” dir.
Bir haber bülteninde tecavüzcülerin “hadım” edileceğini duyunca dar görüşlü yöneticilerin hallerine bakıp gülme krizleri geçirecektim az kalsın.
Tecavüzü önlemek adına “tecavüze “ sebebiyet veren uzuvları bertaraf ederek çözüm üretilmesi bana, edebiyat hususunda kendini şair/yazar zanneden bazı kişileri, dimağları ve söz sanatını tecavüze yeltenenlerin de, edebi manada “hadım” edilmesi gerektiğinin ne kadar elzem olduğunu hatırlattı.
Bir özel toplantıda kendini şair zanneden bir şahsın N.Fazıl Kısakürek’in “Zindandan Mehmet’e Mektup” adlı şiirini okumak için kendini şehirlerarası yola atıp intihar etmek isteyen bir meczup gibi ortaya atlayıp, hemen her satırda yanlışlar yaparak o güzelim şiiri katletmesi bu edebi “cani” nin aynı usul ve operasyon ile “hadım” edilmesinin yetişen nesillerin zihinsel ve sanatsal sağlığı açısından ne kadar mühim ve gerekli olduğuna inancım daha sağlamlaştı.
Büyük bir kuruluş olan ve bütçesinin birçok bakanlıktan ve dünyadaki bilmem kaç ülkeden fazla olduğuyla övünen bir belediyenin “Proje “ile alakalı bir eğitimine katıldım. Çok deneyimli, eğitimli, başarılı olduğu daimi havada tutmaya gayret ettiği burnunun deliklerinden anlaşılan ve kartvizitinde eğitimci /yazar titri bulunan şahsın bir konuyu anlatırken “deve yolda düzülür “ sözüne itiraz edince beni rezil rüsva etmek için sarf ettiği sıradan sözlere “hocam bizde deveye dokunmadan kervanı yolda düzerler” diyerek karşılık verdim.
Bir ders hakkımda güzel ve gururlandırıcı sözler iştim. Lisanı hal ile “bana karışma dersi verip gideyim, paramı alayım, senle bir işim yok” diyordu eğitimci.
Bu memlekette önce eğitimcileri iyice bir eğitmek gerekir zannedersem. Sakın sözümü öğrencilerinin iyi yetişmesi için
Size unutamadığım bir olayı aktarayım. Bir şiir yazıp altına “Zoran Dragoviç” imzası atarak bir şaire götürdüğümde okuduktan sonra peş peşe sıraladığı methiyeleri hayretle dinledim. Bir kaç ay sonra aynı şiiri altına kendi adımı yazarak götürdüğümde yüzüme bakmadan şiirin yazılı olduğu kâğıdı buruşturup “bu şiir değil be kardeşim” diyerek bana uzattı.
“Büyük dağlar büyük temeller üzerinde yükselir” atasözüyle nihayete erdiriyorum sözlerimi ve bu atasözünün de bana ait olduğuna dikkatinizi çekerek bundan sonra a’dan z’ye yerli atasözü üretimi yapacağımı tüm dost akraba ve müşterilerime duyurur, huzulu, saadet dolu gelecek dilerim hepinize.
Selam ile.
YORUMLAR
yazılarınızı incelemeniz çok garip. belli bir müddet trans haline girdikten sonra kendinize gelip, dur bakalım ne yazmışım bu sefer diyor ve yazdıklarınızı mı inceliyorsunuz? ayrıca bu metinden anlıyorum ki yazmak sizin için şahsınızı okura ifade etme aracı olmuş. çocuğunuz var mı, ileri nesillere bir soy bırakıyor musunuz ? gelecek nesillerin atası olmak için bu şart. ancak bir sözünüz olmasına rağmen henüz bir ata değilsiniz. bu yazıya gösterdiğim alaka vesilesiyle atalarımız hakkında bir bilgiyi paylaşmayı isterim. çok yakın tarihe bakarsak atalarımızı Hunlara kadar çekebiliriz ancak tüm insanlığın ortak bir atası olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak Ata kelimesinden sadece geçmişte yaşamış erdemli dedelerimiz anlamını çıkarmamız saçma olacaktır. ırk farklılaşmasının olmadığı bir dönem mevcuttur. Sonuçta Atalarımız hayatta kalmış ve üreyebilme
başarısını göstermiştir. bir milleti oluşturan tüm atalarımız genç yaşta ölmedi ve onların hepsinin çocukları vardı .
Sevgili Erol
Yazdığın iş bu yazıda dile getirdiğin her hususa sonuna katılıyorum. Bir husus hariç: O zat-ı muhterem doğru söylemiş. Deve yolda düzülür.)))))))))))))))))))))))))))
Efendim bunun hikayesi de şöyledir:
Fransız lejyonuna komutan olarak atanan bir yüzbaşı, çölün ortasındaki kaleye gelir. Kalenin içinde ne kadın vardır ne de dişi bir canlı.
Yüzbaşı genç adam...Bir gün askerlerine utana sıkıla sorar.'' Yahu siz cinsel ihtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz*'' Askerler kale dışındaki yaşlı dişi deveyi gösterirler '' İşte bununla komutanım''
Komutanın aklına yatmaz bu..Ama akşam olunca hormonlar da azınca '' Ulan bir deneyelim'' Diye deveye yanaşır. Deve çifte, tekme haşat eder yüzbaşıyı ama yüzbaşı da meramına erer...Yani deve yolda düzülmüştür.
Kan revan içinde kaleye dönen yüzbaşı askerlere çıkışır
-Ulan sapıklar...Ne zevk alıyorsunuz bu yaşlı deveden anlamıyorum. Ağzımı burnumu dağıttı. Cinsel ihtiyaçlarınızı nasıl bununla gideriyorsunuz?
Askerler cevap verir:
Komutanım biz o deveyebinip tepenin ardındaki köye gidiyoruz. Orada kaymak gibi hatunlar var.
Yani Erolcuğum kısaca şunu deyim. Konuya Fransızsan değil deve sineği bile yolda düzersin ( Sen değil tabii ki..Misal diyorum)
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları tarafından 5/22/2014 11:49:41 PM zamanında düzenlenmiştir.
yüreğime su serpildi yazdıklarınızı okuyunca.
''bir ben mi böyleyim, ben mi takıntılıyım bu taifeye?'' diye düşünürken, esmeralda'sı oldunuz gönlümün.
öyle çok şey var ki anlattıklarınızda okurken beni heyecanlandırıp ''işte, tam da bu!'' dedirten.
mizahı ciddiyetsizlik olarak gören sığ düşünceli beyinlerin de bu yazıyı okumasını, bir ders çıkarmasını isterim fakat bildiğiniz gibi önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zor demiş bir büyüğümüz:)
saygılarımı ve teşekkürlerimi sunarım.
(o kadar düşündüm kadimi bir cümlede kullanamadım:(( )