KAÇAK
Şimdi benim jenerasyonum içinden "Doctor Richard Kimble " adını zikretmiştir, bir de tek kollu iyilik perisi "Falconetti" beyefendiyi muhakkak anımsamıştır.
Fakat bu kaçak karısını öldürüp kaçan "Doctor Kimble" yazılıp "Doktor Kimbıl "okunan zatı muhterem değil, bizim eski mahallenin maskotu Caner’in ta kendisidir.
Kaderlerine bakılınca Doktor Kimbıl ile benzerlik hemen fark edilse de o bizim mahallenin kaçağı, maceracısı, heyecanlısı, fanatiğiydi ölünceye kadar.
Yıllar önce ilk bazen “Millî” bazen “Ulusal” olan televizyon yayını haftada üç gün olmak kaydıyla başlamış, sokak oyunlarımız bu siyah beyaz sihrin hayatımıza dâhil edilmesiyle azalmış, oyunlarımızın temaları, kahramanlarımızın isimleri yeniden dizayn edilmeye başlanmış, hatta oyun sırasında rol icabı ölen arkadaşlarımız için düzenlediğimiz defin merasimleri “toprak toprağa küller küllere” ile başlayıp,” Cennetteki ulu babamız” ile nihayete eriyor, en son icraat ise kabrin başına ağaç dallarıyla yapılan toplama işareti dikilip “el Fatiha” diyerek bir başka sahneye geçiliyordu.
Sabahleyin hastane bahçesinde buluşup erken gelenlerin önemli rolleri kaptığı oyunlar başlarken, geç gelenler ise sıradan “kötü adam” veya “ pezevenk” rolleri ile yetinmek zorunda kalıyordu.
Bizde o zaman bir usul vardı. Bazı rollerin adamları belliydi ve asla değiştirilmezdi. Bir de ne yaparsa yapsın asla yükselemeyen elemanlar vardı ki onların başında “Caner” gelirdi.
Daldaki kuşu ağzıyla kapsa nafile, asla başrol veya iyi adam olmazdı. O yüzden verilen rolü kabul eder fakat oyun esnasında kötülük yapacağı yerde birden iyi damarı şişer, öldürmesi gereken elemanı “hadi git evine annen çağırıyor” der cinayetten yırtardı.
Hatta bir oyunda uzaylı canavarı öldürmesi gerekirken “sana kıyamam oyyy” diyerek sırtını dönmüş, bunu fırsat bilen canavar kuyruğundaki iğnesini Caner’in olmadık bir yerine denk getirince orada düşüp bayılmış ve hastaneye kaldırılmıştı.
Aldığımız haberlere göre çocuğu olmayacaktı artık Caner’in. O yüzden oyuna iştirak eden arkadaşlar verilen vazifeyi harfiyen yerine getirmekle mükellef idiler ve talimatlara uymazlar ise neler olacağını görmüş, büyük bir ders almışlardı.
Caner on gün sonra tekrar aramıza döndüğü zaman ona moral olsun diye oyundaki aktif rollerden biri olan “köpek” rolü verdim. Bayıldı gitti. Yerinde duramıyordu sevinçten. Havlayıp ısırıyordu yanına gelenleri. Rolü benimsemişti.
Oyunun bir bölümünde bu azgın köpek sürüye saldıracak ve “Kowboy” kardeşlerin gözü gibi baktığı, bahçenin bir köşesinde yaktıkları ateşte kızdırdıkları gazoz kapağı ile sırtlarına damga vurduğu ineklerden bazılarını öldürecek ve buna istinaden “kowboy biraderler” atlarına atlayıp bu vahşi hayvanı bulup itlaf edecekler ve çiftliğe dönüp “Samahtha” yı öpeceklerdi.
Senaryo böyleydi.
İnek tedarik edemediğimizden birkaç gün çevredeki yavru kedileri ve birkaç tane büyük kedi yakalayıp kızgın gazoz kapağı ile ikisini damgalamış, diğerlerine yapılacak operasyon hayvanların meramımızı anlamayıp aşırı tepki göstermesi sebebiyle tehir edilmişti.
Herkes rolüne konsantre olmuş hele oyundaki en göz alıcı, en çok sahnesi olan rolü kapan Caner tamamen köpek olup çıkmış, daha oyun başlamadan anlatmak istediği her şeyi havlayarak izah eder olmuştu.
Ben nerden bilebilirdim ki Caner kendini bu role kaptıracak? Bilemezdim ki!
Ta ki Sağlık Memuru Mithat beyi ısırana kadar ben olayı bir oyun olarak görüyordum. Annesi “Oğlum gel Caner ile bir konuş, sofraya oturmuyor, illa kulübede köpek kabında yemek yiyecek, kahvaltı çok zor oluyor, koltuğun ayaklarına işiyor, sabaha kadar havlıyor, komşular rahatsız oluyor” deyince ben olayın “sağlık personeline “ havale edilmesi gerektiğini anlamış oldum, geç de olsa, hayli geç hem de.
Biz çiftlikteki nöbet sırasını tayin ederek yatmaya gittiğimizde karanlıktan istifade eden
Vahşi köpek sürüye yaklaşıyor, bu sırada nöbetin ciddiye almayan “Küçük Joe” bir kenarda sızar. Ben de yani “Ben Cartwright” o sırada “ Samanhta” yı öpmekle meşgulken, köpek gel sen sürüye dal yavru bir ineği bütün miyavlamalarına aldırmadan ısırıp dağa kaldır ve ortadan kaybol.
Neyse biz atlarımıza atlayıp Küçük Joe, ben; Ben Cartwright ve Adam sürüden artakalanları bir araya toplayıp, vahşi hayvanın peşinden gittik.
Fakat nerde, köpek sürümüzden birini kapıp ortadan kaybolmuş. Bir kaç saat aradık, deniz kenarındaki dalgakıranın arasında adını seslendik fakat cevap veren olmadı.
Adam Cartwright deniz kenarındaki yıkık binaların orada sürümüzden vahşi köpek tarafından kaçırılan ineği ölü halde bulmuş. İneğin boynunda yara izleri el fenerinin ışığında kırmızı parlıyordu. Üzerinde bizim gazoz damgamızın izleri vardı. Tam damga vuramamıştık, kedicik ellerimizi tırmalayınca korkudan yarıda kesmiştik damgalama icraatımızı.
Sürüden ayrılanı kurt kapar amenna da bu sefil kedicik resmen ısırılıp boğulmuştu. Bu yetmezmiş gibi “Aha bu Tayyibe teyzenin kedisi şimdi gittik” demez mi arkamdaki Küçük Joe. Ulan bu şimdi mi söylenir, bu kediyi yakaladık, ayaklarını bağladık ateşte kızdırılmış gazoz kapağı ile damga vurmaya kalktık, aklınız nerdeydi.
Tayyibe teyzenin birçok kedisi vardı fakat bu yavru kedi onun en çok sevdiği kedisiydi ve onun için adam öldürebilirdi. Yani, öldürmese de damgalayabilirdi, maazallah!
Fakat olan olmuş, kedi ölmüştü.
Akşam olunca evlere dağıldık. Aklımız yıkık binanın altında defnettiğiz kedicikte.
“Toprak toprağa küller küllere…”
Kapı zili çığlık çığlığa çalınca aklıma polisin kedinin cesedini bulduğu geldi ve korkuya kapıldım doğrusu. Kendimi polislerin arasında “Ölüme sebebiyet vermekten “ kollarıma kelepçe vurulmuş, mahkeme koridorunda hayal ettim.
Kapı açılınca Caner’in annesi bir elinde beyaz mendil, ağlamaklı halde “Caner eve gelmedi, kolu komşuya sorduk hiçbir yerde yok, bugün sizin çocukla oyun oynamışlar hastanenin bahçesinde ondan sonra gören olmamış” diyerek mendili ağzına götürüp ağlamaya başladı.
Ben de suratımdaki kızıllıktan habersiz gayet normal zannettiğim bir tavır ile “vallahi de billahi de bilmiyorum” dedimse de babamın gözlerimdeki ifadeden olaya karışmış olduğumu anladığını “Çabuk söyle ne oldu?” demesiyle bir anda olayı baştan sona anlattım.
Kadın olduğu yere yığıldı. Annem “Pe Re Ja” kolonyası ile yüzünü ellerini ovaladı, içeri aldık. Oturdu, gözlerini açıp beni görünce yine bayıldı.
Bir kadın “sana bayılıyorum” dese vallahi inanmazdım o zamana kadar. Fakat bana bayılan da varmış.
Bir saat sonra polisler geldi “çocuğu bulduk” dediler.
Caner eski binanın başka bir odasında büzülmüş uyuyormuş. Polisler el fenerini gözüne tutunca hırlamaya başlamış. Bir polisi ısırınca diğerleri de kaçmış.
Telsizden “ Deniz kenarındaki eski yapıda bir polis ısırıldı” anonsu geçince millet “vampir” var diye sokağa dökülmüş.
Yıllardır “Kahrolsun Kominisler “ diye bağıran mahalleli “Kahrolsun vampirler” diyerek binanın etrafını sarmış. Yanına yaklaşamıyorlarmış. Ben gittiğimde üzerine birkaç çuval atılmış halde gördüm. Gidene havlıyor ve saldırıyordu.
Beni görünce “İyyyk..İyykk” sesleri çıkarınca uyanık komiser “ oğlum bu senin itin mi?” diye sordu.ben de olanı biteni anlattım.
Komiser” Sen vazifesinin bittiğini, artıkeve gitmesi gerektiğini söyle bakalım” dedi. Ben de bana söylenenleri tekrar ettim. Caner dizlerinin üstünde yanıma gelip başı ile paçalarımı okşayınca polisler atılıp yakaladı.
O ise hala havlıyordu. Polislerden bazıları “Hoşt, hoşt” diye bağırıyor, annesi “gel kuçu kuçu” diyerek ağlıyordu.
Ben mi? Korkudan ne düşündüğümü, ne yaptığımı hatırlamıyorum.
O günden sonra Caner birkaç ay pantolonlarının diz kısımları aşınmış olarak dolandı durdu.
Bir gün yine oyun kurmuştuk.
Yanıma geldi “ben de oynayacam” dedi.
Oyuna aldım.
Bu oyunda gökte uçan bir doğan rolü yapacaktı.
Hayırlısıyla.
YORUMLAR
Sevgili Erol.
Bana neler neler hatırlatmadın ki? Ama yok yok bizim arkadaşlarımız normaldi. Öyle Caner gibi manyaklar yoktu aramızda. Tabii ki Caner'i Caner yapan manyaklar da...Gazoz kapağını kızdırıp kedi damgalamak da neyin nesi yahuuu.
Biz de mahallenin şer odaklarıydık o yıllarda ama sizin yanınızda zemzem suyuyla yıkanmış gibiymişiz valla.
Müthiş keyif alarak okudum yazını. Ellerine sağlık
Selam ve sevgilerimle.
hocam nasıl bir zekanız var sizin ama yaaa!
balkon kapısı da açık, kahkahalar atarak okudum (nasıl bir cümle oldu bu!)
yani balkon kapısı açık olduğundan sesim yayılıyor malum
komşu diğer komşuyla günün muhasebesini yapar ve mahallenin dedikodularını konuşurlarken
sohbetlerini bölücem diye tırsaraktan
kahkahalarla...
off çok karıştı.
anladığınızdan eminim hocam.
ne kadar teşekkür etsem az size.
var olun!