- 810 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk yaşanınca aşktır
Aşk yaşanınca aşktır
Dilan Aksan: Yazar Muhittin Çoban‘ la yaptığımız hayata, Aşka, sevgiye ve kitaplarına yönelik sohbet. Muhittin Çoban 1962 Adana doğumlu. Kürk kökenli bir ailenin oğlu. 12 Eylülde gözetim altına alındı, uzun yıllar yargılandı, idam cezası ömür boyu hapis cezasına çevrildi, 11 yıl sonra Şartlı tahliye edildi, 9 yıldır da İsviçre de yaşıyor.
“Bir Aşk Hikayesi” adlı romanınızla başlamak istiyorum. Okumamış olanlar için bir açıklama yapar mısınız?
275 sayfalık bir romanı kısaca özetlemek çok zor aslında. Ama romanımız İsviçre Bern kantonunda geçiyor. Türkiyeden bir çok neden dolayı kopup gelen mültecilerin yaşamı anlatılıyor. Kitabın adından dolayıda her okuyanın anlayacağı gibi bir aşk var.
Hemen hemen çok romanda olduğu gibi sizin romanınızda da bir aşk var. Neden hep aşk?
Aşk yaşamın kendisi. Yaşam birazda aşk üzerine kuruludur. İnsanın en büyük çabası en anlamlı aşkı yaşamaya yöneliktir. Çalışması, üretmesi, soluk alması, faşizme karşı mücadele etmesi, onurunu korumaya çalışması, kültürünü yaşamak istemesi, toprağında özgürce ölmek istemesi, anadiliyle düşünmek istemesi hep bundandır, aşk içindir.
Neden Kürt kızıyla bir Kürt erkeğinin aşkı değil?
Bunun çok tasarlanmış özel bir nedeni yok. Yaşanan bir aşkı anlattım. Aşkta dil, din, ırk seçmesi yoktur. Aşk tamamen insanı seçer ve aşk insana özgü bir eylemliliktir. Ayrıca ben şuna inananlardanım Kürt coğrafyasında yaşayan insanların aşkı muhteşem oluyor. Düşünün kız aşkına kaçtığı zaman veya erkek aşkını kaçırdığı zaman bunun bedelinin ölüm olduğunu bilir. Öleceğini bilerek aşkına kavuşma eylemine giren kaç halkın insanı var? Kürt halkı aşkı güzelleştiren bir halk.Kürt insanına aşk yakışıyor. Bunun içinde Kürtlerin aşkı yazılmalı, anlatılmalı, filimleştirilmeli...
Son 35 yıldır yaşanan savaştan dolayı değil, öncesi de var. Her karış toprağı bir zenginlik, her miliminde bir öykü var. Ben de bu öyküyü yazmak istedim. Bir Kürt kızıyla, bir Türk erkeğinin yaşadığı deli bir aşkı, insani bir aşkı...
Kitabın kapağında “Bir Aşk hikayesi” yazıyor, lakin iç sayfada kitabın adı“Kürt Kızı Aare”, neden farklı farklı yazılmış?
Ne yazık ki öyle. Ben “Kürt Kızı” veya “Kürt Kızı Aare” olmasını istedim isim olarak. Ama sonradan kapak basılırken yayınevi bir değişikliğe gitmiş. Bu benim istemim dışında gelişen bir bir durum. Ama tabii önemli olan roman ve romanda anlatılanlar.
Kürt kızının adı mı Aare?
Kürt kızının tabii ki bir adı var. Ama erkek kahramanımız Kürt kızını Aare ırmağına benzettiğiden dolayı hep Aare demiş. Her fırsatta Aarenin kıyısında gezintiye çıktıklarında olsa gerek.
Sevginin, yani aşkın Kürtleri özgürleştireceğini anlatmaya mı çalışıyorsun?
Kürtlere karşı tartışmasız bir haksızlık var, yok sayılma var ve zulüm reva görülmüş. Hani bir söz var dolanır durur: Kürt herşey olmuş ama Kürt, Kürt olamamış. Bu hakkı hep elinden alınmış. Kürtler sevmesini, aşkı yaşamasını daha iyi öğrendi; öğrendikçede özgürleşiyor. Silahın başaramayacağını sevgi/ aşk başarıyor. Faşizmi, Tekelci sermayeyi ancak aşkla/ sevgiyle yenebiliriz, erkek egemenliğini yine öyle... Kürtler bunu görüyor artık.
Kendinizi Kürt yazarı olarak görüyor musunuz?
Burada açık olmak gerek. Ben kendimi bir Kürt olarak göremiyorum, hissedemiyorum. Asimilasyon annemden ve babamdan başlamış, bizimlede devam ediyor. Annem Elazığ’ lı bir Kürt kızı, babam Adıyaman’ lı bir Kürt erkeği. Adana’ da yaşadıkları için hızlı bir asimilasyona uğramışlar. Böyle olmasaydı, çok güzel konuşan ninemin diliyle, Kürtçeyle yazmak isterdim romanımı.
Elimdeki diğer bir kitabınızda “Sevgiliye Mektuplar”, bundan da sözeder misiniz?
Hapisliğimin son üç buçuk yılı Ceyhan cezaevinde geçti. Bu süreç içerisinde yazılan mektuplardan oluştu bu kitap. Aranan, yaşanmak istenen bir aşka duyulan özlem var, düş var, inat var.
Aşk yazılmalı mı, yaşanmalı mı? Hani deriz yaa, aşkı yaşamak isterim, anlatmak değil.
Aşk yaşanınca güzeldir, anlamlıdır. Bundan dolayı diyorum yaa, aşk, insanın en güzel eylemidir. Aşktır insanı insancıllaştıran. Ama yaşanan aşkı bir destan gibi anlatmakta ayrı bir güzellik. Aşk yazılmalı ve anlatılmalı ki daha güzel aşklar yaşansın. Ben de “Sevgiliye Mektuplar” adlı kitabımda sevgiyi/ aşkı anlatıyor, tartışıyorum.
Bir yazar, yani sanatçı tarafsız mı olmalı, siyasete uzak mı durmalı?
Bugünün yaşamına böyle düşünce egemen. Bu doğru değil, hiç değil. Bu kişiliksizleştirilmektir. Siyasete uzak duran her sanatçı benim için kişliksizdir; egemen kültürün hoşikçisidir. Şimdi düşünün, ama iyi düşünün: 5 milyonluk Mekadonyada 80 bin Türk yaşıyor. Devlet/ hükümet bu 80 bin Türk için Türkçenin resmi dil olmasını istiyor ve Mekadonya hükümetine baskı yapıyor; ama 80 milyonluk bir ülkede 20 milyon Kürt yaşıyor ve bu Kürtlere anadilde eğitim hakkı çok görülüyor. Bir sanatçı buna sessiz kalırsa, bunu görmemezlikten gelirse bu sanatçıya ben ancak kişiliksiz derim, pısırık derim, egemen kültürün hoşikçisi derim. 6 milyon Çerkez yaşadığı söyleniyor, 10 milyonun civarın da Laz yaşıyor, dilleri yok olmak üzere, Arapların yine öyle.
Burada insani duyarlılık çok önemli; yani demem şu ki, bir sanatçı toplumuna karşı sorumlu, hayata karşı duyarlı olmak zorunda.
Seçilen Akil insanlara yönelik her çevreden eleştir var, hatta toplantıları sabota ediliyor. Siz ne diyorsunuz?
Bu eleştirilerin olması çok normal, olmasıda gerekli. Seçilen kişiler üzerinden bir yere varmak çok güç. Kim seçilse benzer eleştiriler alacak. Burada önemli olan “Akil insanların” sürece ne katacağı. Ayrıca akil insanların AKP çevresinden seçilmiş olmasınıda olumlu buluyorum. Çünkü ikna edilmesi gereken çevre bu çevreler. Bu çevrelere bir sosyalist, bir Kürt aydını gidipte ikna edemez, ancak kendi insanları kendi insanlarını ikna edebilir. Zira bunada çok ihtiyaç var. Kürtler barışa çok hazır ve istekli. Barışı uzun yıllardır istiyorlar. Belki iknada zorlanacak çok küçük bir kesim vardır. Ama AKP nin tabanı çok karışık. Otuz beş yıldır bu taban Kürt düşmanlığıyla, savaşla, kinle, nefretle beslendirildi. Bu tabanın ikna edilmesi çok güç. Erdoğan bunu bildiği için, akil insan seçimini bunun üzerinden yaptı. Toplantıları sabota eden provakatörlerin çoğuda Amerikanın gözden çıkardığı ergenekoncuların sivil savuucusu olan kimi İşçi Partileler. Bunları fazla ciddiye almamak gerek. Sürece yönelik eleştiriler, uyarılar yapılmalı ama engelleyici olunmamalı.
Öteki kitaplarınızı da tanıtır mısınız?
“Düşüncede Yürümek” adlı kitabım deneme yazılarından oluşuyor; yine yeni çıkan kitabım anı/denemelerden oluşuyor: “Her Şey Aşk İçin”; ve “O Büyük Gün Geldiğinde” Adana cezaevinde 1981 yılında idam edilen Mustafa Özenç ‘ in biyografisi.
Bu güzel söyleşi için teşekkürler.
Kendimi ifade etmeme olanak sağladığınız için ben teşekkür ederim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.