beklemek
Sesindeki med-cezirleri tanıyordum. Sözcükleri toparlamaya çalışırkenki telaşının yarattığı boşluklara düşen söylenmeyenleri, sakladıklarını ve saklamak istediklerini seziyordum. Ağzını her açışında yutkunur gibi duraksamaların, söyleyeceklerini unutmuş da anımsamaya çalışıyor hallerin ‘’çek git’’ diyordu aklıma. Kalbim ısrarla sonunu bekliyordu.
İlginçtir, çok sevdiğim hiçbir dizinin finalini seyredemedim ben. Biri doğumuma denk geldi, diğeri bir yakınımın cenazesine. Sonra garip şekilde kaçırmaya başladım finalleri. Yüzüp yüzüp bıraktım sona gelince.
Aslında bitirebildiğim çok az şey oldu hayatta. Okulu bitirdim mesela ama hala rüyalarımda tek dersten kaldığımı görür, ‘’e, ben nasıl oldu da diplomasız çalıştım?’’ sorusuyla cebelleşirim.
Yemeğin bile sonunu bırakırım tabakta. ‘’Sonra yerim, dursun şöyle’’ der dökmeye de kıyamam.
Misafirliklerde çay bardağımı kimse önümden almaz, yeniden doldurmak için. Onlara göre bitmemiştir, içiyorum sanırlar.
Sonu olan şeyleri sevmiyorum belki ya da kabullenemiyorum bitişleri.
Bilerek yanlış notaya basıyor sanki parmakların. Akordu bozuk bu sazın, çalmayalıma getirmek istiyorsun belki. Belki ben akort etmeni bekliyorum diye bekliyorsun. Belki farklı tellerden çalıyoruz seninle. Ama çalıyoruz işte.
Göğsüme hücum eden ihtimallarin ağırlığını umursamadan bekliyorum. Beklemek hayattaki asli rolüm sanki. Çalacak kapıyı beklemek, çalacak telefonu beklemek, yolculamak ve hoş geldin demek için beklemek. Gelişini, gidişini, sevişini, sevmeyişini beklemek…
En çok da konuşmanı…
Dudaklarını her aralayışında içinde kaybolacağımı düşündüğüm bir evren açılıyor önüme. Aynı hızla kapanıyor.
Gözlerindeki ifadesizliğe, hayal ürünü ifadeler yerleştiriyorum; beyaz bir sayfaya resim yapar gibi.
Silgi ile kalem arasındaki münasebete dönüşen ilişkimizde, defter rolünü kim kaptı hiç fikrim yok.
Artık kafama yazıyorum herşeyi, silme diye.
Yalnızlığı sevdiğim gibi seviyorum seni.Sen yıldızları seviyorsun.
Işıltıyı,mesafeyi ve imkansızlığı.
Geceyi seviyoruz ikimiz de. Ben kendimle baş başa kalırken, sen imkansızlıkların yarattığı ışığın göz kamaştırıcı ahenginde yüzüyorsun. Arınırken üstünden dökülen kirlerin tamamını bana emanet ediyorsun. Emanetçisiyim her suçun, her günahın ve fedaisiyim kalbinin gizlice.
Sen gizlediklerimi görmek için çabalamıyorsun.
Beni düşüncelerim, seni ışığın sürüklüyor peşinde. Bizi hayata bağlayan gece, sabahla çözüyor bağlarımızı.
Aramıza koyduğun insan siluetli engellerin halüsilasyonların olduğunu düşünüyorum sık sık. Görünmez duvarlarına çaptıkça yara bere içinde kalan bedenimi gövdenle kapat diye duruyorum önünde. Çelişkilerle örülü gövdenin hem hasta eden hem iyileştiren bir yanı var. Hem zehirsin, hem panzehir. Zavallı bir oyunun seyircileri ve oyuncularıyız ikimiz.
Ben tanrıdan sufle bekliyorum rolümü doğru oynamak için. Bir de seni bekliyorum. Bekledikçe, bekletmek alışkanlık yapıyor galiba bekletende. Kimse farkında değil asırlardır beklediğimin. Arabayı altına park ettiğim ağaç bile kılıktan kılığa girdi son günlerde. Ağaç olmayı bile kıskanıyorum bir yol kenarında.
Öyle geliyor ki bana, konuşmaya karar verdiğinde terk etmiş olacağım sahneyi. İyileştirmeye karar verdiğinde taburcu olacak kalbinden kalbim. Kim bilir belki iyileşmeden giderim, belki ölür giderim.
Belki de ölülerle konuşuyorum farkında değilim.
YORUMLAR
yazıları pek okuyamıyorum doğrusu okuduklarım da pek çekici
gelmiyor belki de. ve iyi şiir yazanlar iyi nesir yazamaz gelir bana :)
ama bu oldukça iyi idi sanki...
belki biraz daha heyecan kayılabilir miydi desem :) hemen ;
"ben zâten bilmiştim " mahlaslı bir tebessüm düşer muhakkak size:)
elinize sağlık dedim giderken
Serhat AKDENİZ
"Silgi ile kalem arasındaki münasebete dönüşen ilişkimizde, defter rolünü kim kaptı hiç fikrim yok"
şahaneydi...
deniz-ce
elbet daha iyi olabilirdi:)
saygımla...