- 1706 Okunma
- 13 Yorum
- 2 Beğeni
UNUTMAMAK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Adviye Hanımın mor salkımı bizim pencereye kadar uzanmış. Sofanın yarı loş boşluğunda keskin bir çiçek kokusu var. Arada camlara vuran mor şavk tuhaf simalarımızı yumuşatıp, güzel şeyler düşletiyor bize.
Babam her akşam pencerenin önüne çekiyor sandalyesini. Radyoyu açıp, çalan şarkılara eşlik ediyor. Taş sokaktan tıkırdayarak geçen at arabalarına bakıp iç çekiyor mütemadiyen. Bıyıkları titriyor, eliyle tuhaf kavisler çiziyor odanın boşluğuna. Ağzı aralanıyor. O anlarda, alnının ortasında koca bir yol açılıyor sanki. Kendi kendine başka bir yere göçüyor. Yüzünde mor gölgeler oynaşırken, yitip gidiyor öylece. Arkada akşamın güzel sesleri ve yorgun hüzünleri, evlerin henüz grileşmiş siluetleri, balkonlardaki renksiz çamaşırlar, mercimek ve bulgur kokusu, Adviye Hanımın yeniden tomurcuklanmış sardunyaları bir de. Babamın erimiş bir heykel hamurunu andıran zehirli profili bütün bu güzelliklere asla karışmıyor. İnce, beyaz bir kalem onunla hayat arasına girmiş sanki. Vallahi, Allah pek lütufkardır.
Atları çok severmiş eskiden. At arabalarının o ağır demir örgüsü tekerleklerini bir de. Sağdan soldan kaptığını özenle temizleyip bodrumda saklarmış. Bir tanesi hala salonun duvarında asılıdır. Çingeneden düşme. Arada gider saygı duruşunda bulunur önünde. Boşluklarına dadanmış örümcekleri temizler, mübarek bir simayı okşuyormuş gibi nazikçe sever onu. Görebildiği sinek pisliklerini tükürüklediği parmağıyla siler. Gülümser sonra. Keşke bize de gülebilecek bir şeyler bıraksaydı ama. Belki o zaman saygıyla taşırdık omuzlarımıza zûl olarak çökmüş kütlesini. Gelip giden komşular esefle çatılmış kaşlarla değil, merhamet yüklü gözyaşlarıyla seyrederlerdi onu, pörsümüş parmaklarıyla havada uçuşan sinekleri yakalamaya emek ettiği delilik anlarında. Arkadaşları gelirdi ziyaretine belki. Şöyle kahverengi süveterli, ceplerinden köstekli saatleri sarkmış, üzerlerine namaz dönüşü kokusu sinmiş, efendiden beyler… Eskimiş ama hep güzel kalmış günlerden sohbet ederlerdi. Ben keyifle çay doldururken bardaklarına, Adviye Hanımın mor salkımı titrer ve her birimizin yüzüne hoşluk sürerdi. Fakat babam bütün bu sıradan güzelliklere layık biri değildir. Ve fakat ne yaparsınız ki; usule uymak kaygısıyla bu evin atası olarak alnımıza mıhlanıp kalmıştır.
Ama yakındır, Ekrem tahammül edilemez bir sinir nöbetinde, evde olmayışımı nimet bilerek, demir tekerleğini arkasına bağlayıp, kapanmayacak kadar çaputla dolu meşin bir valizle salacak onu sokağa. Günlerden birgün, haberi gelir bize belki: At arabası çaptı da oracıkta ölüverdi. Belki o zaman, mor şavklı camların önüne sandalye çekme sırası Ekrem’le bana gelir.
Annemi öldürdü O. Bir kış gecesi, Ekrem’le ben Adviye Hanımın mevlidindeyken, köşedeki tekerleği okşayıp, annemin yattığı odaya süzülmüş. Tahir görmüş. Bizim küçük oğlan. Odadan çıkan sesleri bir bir tarif etti bize. Gözleri ardına kadar açılmış korku içinde. Üçümüz annemin ayak ucundaydık; ortalığa dağılmış ıslak çamaşırların ortasında. İlaç sehpasına devrilmiş öksürük şurubunun ağır kokusu nemli tahta kokusuna karışmış. Babam yine pencerenin önünde. Karanlık sofayı bir nebze aydınlatan sokak lambasının ışığında, boynu bükük siluetini görebiliyorduk. “Nenem çok ağladı” dedi Tahir. “Tahtalara vurdu yumruğuyla. Korktum da yanına gidemedim. Bir zaman sonra dedem ibrikle su götürdü odaya. Aralık kapıdan gördüm, yattığı yerde yıkadı nenemi. Ardından kendisi yıkandı sulukta. O yıkanırken nenem çırpındı döşeğinde. İki üç kere “Öldüm Ali” diye mırıldandı. Sonra kesildi sesi.”
Biz yetene kadar kıskıvrak bağlamış bir de çenesini. Belki de daha ölmemişti. Yarı aralık gözünde henüz tomurcuklanmış iki üç kelime gördüm annemin. Öylece kırılıp kalmışlar. Yüzüne dağılan ıslak beyaz saçları derin bir teessürün etkisiyle kıvrılıp kalmışlar. Hayal kırıklığı içinde ölmenin bir adı vardı artık: Cevahir.
Ekrem, ihtiyar muhtarı ve nezleden deldöşek yatan imamı kaldırıp getirdi o gece. İkisi de mevtanın başında ellerini birbiri üzerine kenetleyip boyunlarını büktüler. Nice zaman sonra imam, mırıldanmayı bırakıp “Zevcesidir, ele güne duyurmanız ayıptır. Zaten hastaydı rahmetli, yiyecek tanesi kalmamış” deyip annemin kederli yüzünü örttü yastığının kenarına sıyrılmış ıslak yaşmağıyla. Muhtar bir iki öksürüp “Ceza ehliyeti yoktur Ali’nin” dedi. “Kore’den döneli beri iyi halde olmadığını bilir herkes. Hey gidi demir ustası Ali Efendi!” O gece bir cinayeti usullere uygun olarak erittik içimizde. Cevahir, doğuştan bedenine yazıldığı gibi, yani olması gerektiği gibi “vazife başında” ölmüştür.
Adviye Hanımla üç gün arası var annemin. Birinden mor salkımlı hoş hülyalar kaldı bize, öbüründen kara çaputlu bir baba heyulası. Her sabah ikisini birbirine karıyor, boyumuzdan büyük bir tevekkülle yiyor, içiyor, gülüyor ve konuşuyoruz. Karanlık çatımızı örttüğü zaman ise, yan odamızda yatan, uyumadığından emin olduğumuz babama kahır olsun diye, yüksek sesle sevişiyor, sofrada iştahla yemeğini yediği sırada fena şakalar yapıp, ölesiye gülüyoruz. Fakat, onun bizi umursamadığını da bilmekteyiz. Nafile bir uğraşın pençesinde, içimizdeki hıncı dindirebilmek için çırpınıp dururken, O, atları ve tekerlekleri hayal ediyor. Belki de hiç görmüyor bile bizi…
Aynur ENGİNDENİZ
YORUMLAR
Sevgili Aynur kalemine neşter değmiş, dokunduğu her yeri kanattı. Kanayan yaralar iz bırakıyor tıpkı senin yazıların gibi.
Ben olsaydım ne yapardım diye düşündüm. Ama asla gördüğüm bir yanlışa yanıtsız kalmazdım.
Zalimi besleyen mazlum yüreğe bir tokat sallamak isterdim. İrkilip kendine gelsin diye...
Selam canım.
Her zamanki gibi yine nutkum tutuldu. Duygularımı anlatmak için hangi kelimeleri seçmeliyim. Kah yaşamadığım bir sokakta mor salkımların kokusunu duyumsayarak, kah tebessüm, kah hüzünlenerek okuduğum, bitirdikten sonra öylece boşluğa bakakaldığım bir öykü. Her cümlesinin oya gibi nakış nakış işlendiği, yazarına yakışan bir nesir...
Yazılarınızdan mahrum kalmamak dileğiyle, kalın sağlıcakla...
Değerli Arkadaşım.
Uzun bir aradan sonra bir yazınızı görmek ve okumak çok güzeldi. Kendi adıma ben özlemiştim yazılarınızı.
Her zamanki gibi içinde gündelik hayatımızdan, pek çoğumuzun ya yaşadığı ya da şahit olduğu olaylardan bir kesiti o kadar güzel bir şekilde kaleme almışsınız ki hayran olmamak mümkün değil. Kutlarım.
Sizi sitemizde daha sık görmek umuduyla selam ve sevgilerimi yolluyorum