- 715 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Seçilen
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hayır dut ağacı hayır. Sen kalıyorsun olduğun yerde. Nardan arttırdığın zamanı ceplerine doldurma öyle. Vakit bizlere çok uzak yoldan gelir hep.
Eğilmiş boyunlu tüm çiçekler size sesleniyorum: Hemen kaldırın başınızı. Zira yağmur mevsimidir şimdi, su yürümelidir vücudunuza.
Fistanını, entarisini, yaşmağını, kaftanını, bindallısını, üç eteğini ve de eskiden kalmış kumaş parçalarını toplayıp dağıttı diye küsmeyin. Hepsi yerli yerindedir hatıratın. Bakın gelincik tarlalarına? Soluk mu benizleri onların?
Geçenlerde kızdım kendime zaten: Mektup zarflarımı kapatmayı unutmuş da göndermişim sılaya. Gurbet kere gurbet olup dönmesinler mi geriye? Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Bir de çizilmiş ve belirlenmişlerimden mahrum kalırsam, dayanamam buna.
Hangi söylediğimden alındıysanız, hangi göz rengimi beğenmediyseniz söyleyin. Mahirimdir söküp yeniden örmek ile ilgili. Kopardığım kaç saz teli var bilseniz.
Şaşkınlıktan, kapımı çalan satıcıya adını sormamışım. O da sabahın köründe gelmeseydi değil mi ya? Öyle ziline tokmağına pek dokunulmayınca kapımın, ben de lafa tuttum adamcağızı. Taze sıkılmış portakal suyu, iyi pişirilmiş iki yumurtanın içinde durduğu sahan, yoksa şekerli kahve mi canından bıktırdı onu da ne biçim insansın deyip yürüdü gitti?
Bir ay önce de kapıcıyı küstürüp kızdırmıştım böyle: Çöp almaya gelmiş. Ben geç otur demli bir bardak çay iç dedim. Demez olsaymışım. Çaydanlığın dibi göründü yeter artık hem anlamadığım şeyler söylüyorsun, hemde iki günlük çayı içirdin bana deyip çarptı çıktı kapıyı.
Oysa kitaptı konuştuğumuz. Kartpostallarımı göstermiştim kapıcıya. Gittiğim yerlerden birer ikişer tane almak adetimdi benim. Hepsinde ayrı ayrı anılar birikmişti. Anlatmamalı mıydım bu kadarını?
Otobüste yanımda oturan kadının bu sapığı atın otobüsten demesine ne buyurulur? Sohbetin bir yerinde elim uzanıp elini tutmuştu sadece. Buz gibiydi elleri. Benimse hiç üşümezdi ellerim. Sıcacıktı. Dost eliydi uzattığım fakat, sapıklığa indirgenivermiştim.
Yeleğimde süveterimde hep şeker taşırım. Çocukları sevindirmeyi severim oldum bittim. Anneler benim yanımdan çocuklarını ışık hızıyla kaçırmaktan niye vazgeçemiyorlar? Ne bu güvensizlik fırtınası aramızdaki? Neden onca hengamenin ortasında kaldık böyle?
Bu dört duvarın etrafımı çevirmesinin nedeni de bu güvensizlik. Eşyalarla, ağaçlarla, kuşlarla konuştuğumu görenler beni getirdiler apartopar. Üzerime giydiğim gömleğim, ayaklarıma vurulan zincir de yakmıyor artık canımı.
Beyaz camın ardına gizlenseydim, sanal bir dünya kursaydım, geleni geçeni dürbünle röntgenleseydim gelmezdi bunlar başıma. Şimdi söyleyin: Kim kimden daha nedir? Kimler delirmeye ve hangimiz akıllılığa seçilmelidir? En büyük kabahatim de birini sevip ondan başkasına kapatmakmış gönül kapılarımı. Siz söyleyin allah aşkına: Boyacı küpü müdür gönül dediğimiz yer? Kaldırıp ellerimi yukarıya oradan soruyorsam hesabı haksız mıyım ben şimdi?
Yemek getirdiler. Yer hemen gelirim bekleyin beni. Yemek dediğime bakmayın: Buldukları ne varsa koyuyorlar kocaman kazanlara, altına veriyorlar ateşi. Sonra yer misin yemez misin? Yemeyen aç yatıyor. Yiyenlerin de sonu uzun tuvalet kuyrukları. Çok mu konuştum yine? Anlatacak daha nelerim var nelerim. Ha bir de sigara sanıyormuşum kendimi. Gelene geçene hadi çek bir fırt diyormuşum. Yanıp da bitmek, bitip de küle dönmek istiyorum işte. Kime ne bundan? Dua etsinler kendimi kırk yıllık hatrıyla, yandan çarkıyla kahve zannetmiyorum...
YORUMLAR
Sevgili küçük ev, bütün yazılarını ilgiyle okuyorum, bu yazınız gibi. Her satırınız başka dünyalara yol aldırırken düşündürüyor da. Ben de yağmur şimşek'in yorumuna katılıyorum. Keşke kahve olsaydınız, belki kırk yıl hatırınız kalırdı. Şefkatle uzanan ele sapık diyenlere inat.
Tebrikler, sevgimle...
yine kahve olmanın ceremesi yoktur ya damakta telve olur insan yada kırk yıllık hatırıyla derman ya iskemle sansaydı kendini şair :)