- 822 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BEŞ ASIRDIR ANLATILMAYI BEKLEYEN HİKAYE
BEŞ ASIRDIR ANLATILMAYI BEKLEYEN HİKAYE
( SON )
İbn Rüşd’ün insan aklını cezbeden tüm mantık kurallarına ve dehasına rağmen Aristo’nun, dünyanın bir başı ve sonu olacağına, dünyanın da Tanrı kadar ebedi olduğuna, ölüm sonrası hayatın ise kutsal kitaolardaki “masallarda” anlatıldığı gibi bağ bahçelerden ve bildiğimiz anlamda vücudun yeniden oluşmayacağına dair görüşlerini desteklemesi kafamı allak bullak etti. Thomas Aquinas da insanın metafizik varoluşu hakkında Summa’da, mundum incoepisse est credibile, non autem demonstrabile, vel scibile, diyecekti. İbn Rüşd asırlar önceki selefi İbn-i Sina gibi, öldükten sonra toprak olan bir bedenin daha sonra o topraktan oluşan bir ota, bir inek tarafından yenen o otun süte, sütün de ineğin semenine ve onunda tekrar bir hayvana dönüşmesinin ve nihayetine ahretten sonra o hayvanın bedeninin tüm bu silsilenin başındaki ölen insana dönüşmesinin mantıksız olduğunu iddia ediyor. Kutsal kitaplardaki bu tür ayetlerin okuma yazma bilmeyen, cahil avam kitleler için olduğuna, aksi halde bu tür insanların ahıret sonrasında da varlığın devam edeceğine inanamayacaklarını vurguluyor. Hâlbuki filozofların görevinin gerçek anlamda ölüm sonrası hayat nedir ve ruh nereye gider gibi sorulara cevap verebilecek kişiler olduğunu belirtiyor. Üstelik bu tür soruların sadece o işin alimleri tarafından yapılması gerektiğine inanıyor ve bunların “sıradan” insanlar ile paylaşıldığında inancı sarsacağını da ekliyor.
Nihayetinde hem İbn Rüşd hem de Aristo için, finiş vitae, finiş vitae’dir. Ölümden sonra bedenden fazla bir şey beklememek gerekiyor. Her ikisi için de Zeka, Ruh, ya da Tek Enerji gibi kavramların bakiliği öncelik kazanıyor.
Bir ikindi vakti Büyk Şerh’i bitirdiğimde kafam karmakarışıktı. Bana bambaşka bir kapı, yepyeni bir ufuk gösterdiği için İbn Rüşd’e hem minnettardım hem de kafamdaki bazı kesin doğruları sarstığı için ona kızıyordum. Üstelik hem Aristo’yu hem de Muhammedi bir alimi bu kadar ilgiyle okuduğum için muhteşem bir suçluluk duygusunun altında eziliyordum. O ikindi vakti kararımı verdim. Yok edilecek diğer Arapça ve İbranice kitapların yanına bile koymadan Metaphysics kitabını kaptığım gibi manastırın dışına çıktım ve az ötedeki bir vadide, bir kayalığın dibinde kendi elimle yaktım.
Kitabın sayfaları birer birer tutuştukça, onun mürekkebinin zehirlediği beynim de temizlenecek, o satırlar yok oldukça aklımdaki sapkın fikirler de birer birer kaybolacaktı. İbn Rüşd ve Aristo dumana karıştıkça, benim kafamdaki saçma sapan fikirleri de duman olup uçacaktı. İşimi şansa bırakmamak, bu kitapla birdaha karşılaşmamak için, onu işte böyle bizzat yaktım ve kurtulmayı umdum.
Halbuki yanılacağımı, beynimi bir kurt gibi yiyen o düşüncelerin etkisinden hiçbir zaman kurtulamayacağımı, her seferinde daha fazla felsefe okuyacağımı, elime geçen her Arapça, İbranice ve Latince kitapta bu filozofların düşüncelerini bulmaya çalışacağımı bilmiyordum. Ve her seferinde daha fazla öfkeleneceğimi ve öfkemin ateşini daha fazla kitap yakarak dindireceğimi o anda aklımdan bile geçirmiyordum. Oysaki Şarih El Reis’in Tahafüt el Tahafüt’ünü, Dar el Kutub ve El Hikme ve-l Felsefe adlı Arapça eserlerini, Copendio de Metafisica’yı, yani Katalanca baskıları, Epithoma Averrois in Librum Metaphyssicae adlı Latince çevirileri ve daha nicelerini tekrar tekrar bulduğum her yerde yakacak, ama her alevden önce o sayfaları okumadan edemeyecektim.
Çok sonraları anladım ki, o gün o kayalıkta, o kitabı yakarken aslında kendi geleceğimi ve bildiğim anlamda tüm geçmişimi de alevlere teslim etmiştim. Sonraki her kitap alevleri daha da körükleyecekti. İbn Rüşd’ünde dediği gibi, İnsanoğlu eninde sonunda kainatla yüzleşmek zorunda kalır! Ben sadece sonu biraz daha geciktirecektim.
Ama ben yinede işime yoğunlaşmalıydım. Baskı kitaplarının üstündeki sayfalardaki hilal izinden bunların aynı kaynaktan çıktığını anlamıştım ve kısa zamanda bu matbaanın kimler tarafından kullanıldığını bulacaktım.
Devamı için kitabı alınız.
(Beyazıt AKMAN’ın Son Sefarat adlı kitabından alınmıştır. İmparatorluk II. Beş asırdır anlatılmayı bekleyen hikaye. Sultan Bayezit’in Savaşı.)
Özcan SOYLU
YORUMLAR
Sayın Özcan SOYLU,
Felsefe, "Nasıl olmalı?" sorusundan yola çıkarak değişen bilgiler çerçevesinde aynı soruyu sorarak daima doğruya ve güzele ulaşma gayretindedir ve bu arayış hiç bitmez.
Bilim ise, "Nasıl oluyor da böyle oluyor?" sorusundan yola çıkar. Olanları açıklamaya çalışır.
Bilimde de kesinlik yoktur. İncelenen konu yeni bilgiler edindikçe değişebilir.
Buradan belki şu sonuca varabiliriz: İnsan oğlu hâlâ yaşamın sırlarını çözebilmiş değildir.
Bu sır belki hiç çözülemeyecek, ya da çözüldüğünde yaşam kalmayacak!
Bilginin kaynağı tek'dir. O da evreni yaratan kudrettir.
Yazı dizinizi beğenerek okudum.
Kitabı da edinerek daha ayrıntısıyla okumak istiyorum.
Selam ve saygılarımı sunarım.