- 577 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Pencere
Mutlu bir duvar buldum kendime. İlerledim… Neresi gülümsedi diye düşündüm otururken. Oturma yerinin genişliği miydi beni çağıran? Ya da arkasında uzanan okul bahçesi mi?
Evet, bir ilkokul vardı arkasında… Çocuklar vardı yani bu bütünün bir yerinde. Duvar da onlar gibi parçalardan biriydi. Yetişkinlerin soğuk dünyasına çocukların ılık nefesini üfleyen bir pencere…“Yoruldun… Biraz dur artık!” diyen bir mola yeri…
Ne çok ihtiyacım vardı böyle bir çağrıya? Az önceye dek asla yorulmayan biriydim çünkü. Çiçekçi kızdan tut kaldırımdan geçen hiç tanımadığım o adama kadar herkes yürümem gerektiğini haykırıp duruyordu sürekli devinen bedenleriyle. Bunu söylemek için ille de gözlerimizin buluşması gerekmiyordu. O büyük benzerlikleriyle ister istemez herkese ayna oluyor, her hareketleriyle bir şeyler söyleyip duruyorlardı.
Bu duvar onlar gibi kör değildi neyse ki. Yorgunluktan anlıyordu en azından. Üstelik hesap kitap da yapmıyordu onlar gibi, karşısındakinin yorgun olup olmadığını anlamak için. Adımlarımı saymıyordu mesela. Gönlü cömert insanlar gibi bol bol hata payı bırakıyordu kendine. “Önemli olan gönül almak…” diyordu. “Birbirine selam vermeyi bile çok gören insanların kol gezdiği bu dünyada dost bir gülüş göndermek…”
Üstelik ben gerçekten yorgundum. Kapıyı çekmeden önce maruz kaldığım o bakışlar yeterince zorlamıştı zaten adımlarımı. Üstelik bir anlık olmayan ağırlıklar da vardı, peşim sıra sürüklenen… Aynılıklar vardı, yenilenmenin yaşama kattığı o taptaze nefesi pencerenin ardında bırakan. Hep aynı durumlar karşısında söylenen hep aynı kelimeler… Bir nakarata dönüştüren hayatı… Şarkıyı duyulmaz hale getiren…
“İyi ki evlenmemişim!” diyordum dışarı çıktığımda. “Ya kapıyı çekip ardımda bıraktığım, annem ve kardeşim değil de eşim ya da küçük kızım olsaydı? ‘Ben bu aynı görünümlerden çok sıkıldım… Biraz uzaklaşmam gerek…’ diyemeyecek kadar varlığıma ihtiyaç duyan bir ilişki türü hüküm sürüyor olsaydı yaşantımda?”
Neyse ki böyle bir durum yoktu. Aylarca kaybolup aniden ortaya çıkabilirdim mesela. Annem zil sesine koşup kapıyı açtığında, gözlerindeki o sitem ifadesi anında silinirdi. “Geldin ya…” derdi gülümsemesi… “Gerisi önemli değil…” Böylece ben de kaldığım yerden devam edebilirdim.
Ama bir eş ya da küçük bir çocuk bu kadar bağışlayıcı olmazdı maalesef. “Hoş geldin” demeden önce şöyle uzun uzun süzerdi baştan ayağa beni. Yabancı yabancı bakardı yüzüme. Çünkü o kapıyı çekip çıkmamla gözlerde de bir kapı kapanırdı aynı zamanda. Duygulara geçit vermeyen...
Ben bir çift göz görürdüm karşımda. Bir yüz ve bir beden… Hem aşina hem değil… Beni aradan çıkarıp bakınca tıpatıp aynı öncesiyle… Ama beni de katıp öyle bakınca, yani onun yaşamında var olduğum günlere dair sahnelerin gölgelerini arayınca yüzünde, derin bir uçurum açılırdı arasında, önceyle şimdinin. Ben onun hayatında hiç yokmuşum gibi olurdu sanki.
Birinin dünyasında böylesine koca uçurumlar açmadan, bir gün geri döndüğümde gözlerinde kaybolmayacağımı bilerek bir duvarda kısa da olsa bir mola vermek ne büyük bir mutluluktu aslında… Eğer gitmeye dair en küçük bir umut olmasaydı ne mola olurdu, ne de dinlenme… Annemin bağışlayan gülümsemesi o kadar sıcak bir kucak olmasaydı ağlayıp sızlanan o çocuk yanıma; ben hep aynı yetişkin, kocaman kadın rolüne hapsolmak zorunda kalsaydım, bu duvar böyle mutlu bir duvar olabilir miydi? Gülümsemesi onu bir taş yığını olmaktan çıkarıp ısıtabilir miydi ta uzaklardan yüzümü? Annem olur muydu, gitmeme izin veren...
Evet, bu duvar aslında bir bakıma annemdi. Yarım kalmış sohbetimizi tamamlıyordu şimdi. Az önceki sitemkâr bakışlarını gözlerinden çoktan kovmuş, veda ediyordu bana bir ilkokulun önünde. Çocuklarınki kadar ılık nefesini gezdirerek yüzümde… Hayatı bir şarkı olmaktan çıkarıp bıktırıcı bir nakarata dönüştüren bu kısır döngüden kurtulabilmem için gerekli zamanı bana vererek…
YORUMLAR
Bu duvar onlar gibi kör değildi neyse ki. Yorgunluktan anlıyordu en azından. Üstelik hesap kitap da yapmıyordu onlar gibi, karşısındakinin yorgun olup olmadığını anlamak için. Adımlarımı saymıyordu mesela. Gönlü cömert insanlar gibi bol bol hata payı bırakıyordu kendine. “Önemli olan gönül almak…” diyordu. “Birbirine selam vermeyi bile çok gören insanların kol gezdiği bu dünyada dost bir gülüş göndermek…”
Çok güzel duygularla yazılmış bir eser.Yüreğinize sağlık.
Bu gün resimli yazı günü galiba. Çizilen resimlere bakmaya benim mi ihtiyacım vardı acep?
Kilit altında tutulan bir ömrün kırıntılarına benzeyen bir hal bu. Galipsiz bir mücadele. Sonunda kendimizi barındıran. Tebrikle.