- 550 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞANIR BU İSTANBUL’DA
Kat kat giyinmiş şişko kadın yürüyen bir soğana benziyordu. ‘Çekilin canım çekilin’ diye bağırıyordu. ‘Aaa ama çekilin diyorum size.’ Saçlarını at kuyruğu şeklinde bağlanmış iki kız çocuğu korku içerisinde kadına bakıyordu. Kadının, damperli bir kamyon edası ile üzerilerine geldiğini gören kızlar afallamış, nereye çekileceklerini düşünür gibiydiler. Kadın üzerinde durmamı gerektirecek kadar, ciddi biçimde büyüktü ve gerçekten kızların çekilecek yerleri yoktu. Şikayet etmeye başladı. ‘Şu gençler’ dedi. ‘Biz mi onlara saygıyı öğreteceğiz yoksa onlar mı bize?’ Ne demek istediğini pek anlamasam da herhalde iki küçük kız çocuğunun çekilmeyerek kendisine saygısızlık yaptıklarını düşünüyordu. Aslında kadın bir yönden haklıydı. Toplu taşıma aracındaki bireysel hakkını kullanıyordu. Ama bir yandan da hem suçlu hem de güçlüydü. Aslında büyük bir ikilem arasında kalmıştım. Kadın haklı mıydı? Yoksa kızlar mı haklıydı? Kadın sürekli bağırıyor, insanları rahatsız ediyor, birden çok çok fazla yer kaplıyor ve yine de o haklı oluyordu. Kızlar ise sıkışık otobüs içerisinde nereye gideceklerini bilmiyor, kadının söylemlerine karşılık vermiyor ve neredeyse hiç yer kaplamıyorlardı. Ve haksızlardı. İçimden ‘bir dakika’ diye bağırıp konunun tam ortasına girmek geldi ama yapamadım. Eğer yapsaydım, yani yapmak isteseydim insanların aslında şişmanlatılmadıklarını söylemek isterdim. Evet bu edilgenliğimiz vardı. Hastalıklar ve elden gelmezlikler gözardı edilirse, insanlar kendileri şişmanlar. Ve bu tamamıyla bireysel seçimler sonunda olur. Tüm bunları aklımdan geçirdim ama söylemedim. Söylemek isteseydim kadının kendisine ilgi istediğini ama yaptığı şeylerin sorumluluğunu alması gerektiğini söylerdim. Ve aslında anladım ki kadınla derdim bağırıyor olması ve suçu başkalarında araması.
Otobüs ani bir fren yapıyor. ‘Ay yavaş olsanıza canım.’ Şoför kafasını çeviriyor, ‘Napalım abla durmayalım mı?’ Başlıyor otobüste homurdanmalar. Yolcular, şoförün cevap vermesinden hoşnut değil. Şoför ise yolcuların işine karışmasından memnun değil. Biri hepsinin saygısız olduğunu düşünüyor. Diğeri ise öbürünün sorumsuz ve halden anlamaz. Ben ise sıcaktan kurdeşen dökmek üzereyim. Arka kapılar açılıyor. Otobüsün içerisindeki tüm sesleri bastıran gür ve tok bir ses ‘yeter be yeter kapat şu arka kapıları’ diye bağırıyor. Otobüse binmeye çalışan dışarıdaki yolcular ise adamın bu çıkışı karşısında donup kalıyorlar. Tam herkes adamın yaptığı bencilliğe tepki göstermeye hazırlanırken, adam patlatıyor gerekçesini ‘çocuklar var be çocuklar, eziliyorlar.’ İşte herkesin yüreğine su serpildiği an. Otobüsteki ortak tepkisel dimağ birden eriyor. Evet diyorlar, adam bencil bir vatandaştan ötesi, çocuklarını önemseyen bir baba galiba. O ana kadar bağıran adam da dahil kimsenin düşünmediği gerçek ise birden gün yüzüne çıkıyor. İnce, cılız, duyulması gerçekten zor olan bir ses ‘e inenler var inmesinler mi?’ diyor. Doğru. Tamam şoför başkaları binmesin diye arka kapıları açmasın, e otobüsün içerisindeki inmeye çalışanlar ne yapsın? Pencereden mi atlasın? Bütün beyinler çokomel oluyor. Büyük bir matematik problemi başlıyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Şişman kadın nerede? İşte orada, oluk oluk akan terini siliyor, durulmuş gibi.
Ne aptalmışım. Bütün sorunların çözüldüğünü sanmıştım. Meğerse böylesine kafa karıştırıcı bir kıvılcım gerekliymiş. Kavga kıyamet alıyor başını yürüyor. ‘Yarım saattir bekliyoruz kardeşim, şerefsizlik yapma da al bizi.’ Eyvah! Ön taraftan otobüse binmeye çalışan bir yolcu, şoföre patlıyor. Şerefi ile oynandığını düşünen şoför ise bırakıyor direksiyonu iniyor aşağıya. ‘Durun, yapmayın, etmeyin’ lakırdıları arasında, birazda yolcuların yardımı ile şoför o hengameden kurtarılıyor. Tekrar düşüyoruz yola. Otobüse ne binen var ne inen. Trafik gıdım gıdım. Güneşin direkt vurduğu pencere kenarında oturan otuz yaşlarında bir kadın fenalık geçiriyor. Arkadaşı olduğunu ‘Aysel, Aysel’ diye seslenişinden anladığımız yanındaki başka bir kadın ise Aysel’in yüzüne su vuruyor. ‘Açılın’ diyor. ‘Biz inelim.’ Aysel kafa sallıyor. Başlıyor bir panik. Trafikten kurtulan şoför ise son sürat ilerliyor, hiçbir sesi duymuyor. Durağa gelince Aysel ile yanındaki arkadaşı otobüsten iniyor. Daha doğrusu adeta bir patates çuvalı gibi dökülüyor. Otobüs ilerlerken pencereden iki kadının kaldırım taşına oturduğunu ve öylece hareketsiz kaldığını görüyorum. Aysel derin derin nefes alıyor. Şimdi olmasa bile bir iki dakika sonra çok mutlu olacağını biliyorum. Belki de arkadaşına teşekkür edecek. ‘İyi ki indik kız’ diyecek. Ve kim bilir bugün bu kaçıncı fire. Kaç yiğit yolcu böyle yollarda telef olup gitmiştir. Birden şişman kadın hareketlenmeye başlıyor. Otobüsün içerisindeki et yığını bizler, bir tabağın içerisindeki meyveli jöle gibi bir o yana bir bu yana kıpırdanıyoruz. Şişman kadın iniyor. -Lap- bir adım atıyor. Genç bir kız ile erkeği ekarte etmiş gözüküyor. Kızın kaburgalarından bir iki tanesinin kırılmış olabileceğini düşünüyorum. Başında yemeni bir kadın ve yaşlı bir teyzeyi de geçen şişman kadın, merdivenlere kadar ulaşıyor. Durakta açılan kapı ile birlikte merdiven eşiğinde bekleyen dört delikanlı ise kadınla mücadele etmeyi göze alamıyor ve cenk meydanından kaçıyor. Ve kadın sonunda aşağıya iniyor.
Bir an kadının delici bakışlarıyla otobüse zarar vermiş olabileceğini düşündüm. Kadın, bu otobüsü yapmış, trafiğe çıkarmış ve başına bu şoförü koymuş olanlarla ilgili hiç iyi şeyler düşünmüyor gibiydi. Ben ise otobüsün rahatlamış olabileceğini düşünmekle yine hata etmiştim. Bu eziyet daha ne kadar devam edecekti bilmiyordum. Dayanma gücüm sınırlarına ermişti. Kısa bir zaman süresinde gidebileceğim yolu neredeyse bir futbol maçı süresinde alıyordum. Üstelik bu bir kupa maçıydı. Normal süresi berabere biten maç uzatmalara gitmiş, uzatmalarda da gol sesi çıkmayınca penaltı atışlarına geçilmişti. Ama benim yüreğim bu en heyecanlı kısma dayanabilecek gibi değildi. ‘Düğmeye basabilir misiniz?’ dedim. Kime dedim? Bende bilmiyordum. Sadece birinin bu isteğimi yerine getirmesini istiyordum. Peki ben oraya, kapıya nasıl gidecektim? Tüm gözler üzerime çevrilmiş gibiydi. Artık bu otobüsten inmek zorundaydım. Kararımı değiştiremezdim. ‘Pardon’ dedim. Geçebilir miyim? Kadın suratıma sanki anasına küfür etmişim gibi bakıyordu. Hayır sadece geçmek istiyordum. O kadını ve onun gibi bir iki tanesini de geçmeliydim. Eğer onları geçersem bende artık temiz havaya ve özgürlüğüme kavuşabilecektim. Bu tekerlekli konserveden kurtulabilecektim.
Otobüs duruyor, ben merdivenlerin başındayken kapılar açılıyor ve yüzüme vuran hafif ılık havayı doya doya içime çekiyorum. Yirmi senelik taş kırma cezam sona eriyor ve elime aldığım bavul ile hapishaneyi terk ediyorum. Bir adım, iki adım ve dışarıdayım. Ellerim titriyor, otobüs gidiyor ve arkasından gülümsüyorum. Tabi bu erken özgürlüğün bir bedeli var. Yaklaşık iki kilometre yürümek zorundayım. Sarıyorum bir Adıyaman orta hafif tütün, yakıyorum ucunu keyifle. Balık kokuları, bağırışlar, çocuk kahkahaları, güneş, trafik ve egzoz dumanları arasında başlıyorum keyifli yolculuğuma...
Yaşanır mı İstanbul’da diyorlar? Yaşanır babacım yaşanır. Nasıl yaşadığına bağlı. Ben iyisimi şu keçi çiftliği projesine geri döneyim. İki de tavuk, biraz da meyve ağacı. Mis.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.