- 1826 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HZ. MUHAMMED'İN (SA) ÖRNEKLİĞİ / MEKKE'DE 12 YIL (23)
....... devam ediyor
MÜSLÜMANLAR MEDİNE’DE DEVLET KURUYORLAR (2)
Müslümanlar Medine’de devlet kurdu. O gün kurulan devletin yapısı, Arabistan’daki devlet kurma biçimiyle aynıydı. Mekke’de Darun Nedve, aşiretler parlamentosu olarak işlev yapıyor. Her aşiretin yönetimdeki görevleri belirleniyor. Aşiretlerden seçilen temsilciler, aşiretlerini temsilen Darun Nedve’de görevlerini yerine getiriyorlardı.
Medine’de kurulan devlet ise, Mekke’ye benzerken, devletin yönetimine, toplumdaki kabileler katılmıyorlardı. Ancak bundan önceki ele aldığımız bölümde incelediğimiz Medine vesikası (anlaşması), bütün kabileleri içine alarak yapılmıştı. Anlaşmanın yapılması Mekke’ye benzerken, yönetimde tek yetkili Müslümanlardı. Medine’yi Müslümanlar yönetiyor. Kabileleri reisleri yönetiyor. Reisler aracılığıyla her kabile resule bağlanıyordu. Yani Medine’nin Darun Nedvesi yoktu. Resul kendi arkadaşlarıyla istişare ediyordu. Resule bağlı Müslüman olmayan kabilelerin yönetimleri kabile reislerine bağlı devam ederken, ilişkilerinde anlaşmazlıklar çıkarsa resule geliyorlardı. Aralarında problem yokta. Resul rahatsız edilmiyordu.
Medine’deki devletin yapılanmasına yönelik ayrıntılara geçmeden, ayetler devlete nasıl bakıyor incelememiz gerekiyor.
AYETLERDE DEVLET KURUN EMRİ YOK
Allah’ın gönderdiği ayetlerde, devletin kurulmasına yönelik herhangi bir emir yok. Allah Müslümanlara, namaz kıl, oruç tut, zina yapma, cihat et, yardım et, zekât ver gibi, devlet kurun şeklinde bir emir vermemiştir. Bu yönde gelen hiçbir ayet yoktur. Ancak devletin, yani iktidarın bir nimet olarak Allah’ın takdiri ile Müslümanlara verildiğini belirten ayet mealleri vardır. Ancak devlet ve iktidar kelimeleri ayetlerin orijinalinde yoktur. Meal ve tefsir çalışmalarında, iktidar ve devlet anlamı verilen ayetlere bakalım.
Kehf 45 (Mekkî 69) Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, su sayesinde yeryüzünün bitkisi birbirine karışmış; arkasından rüzgârın savurduğu çerçöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerinde iktidar sahibidir.
(İktidar kelimesi, ayetin aslında muktedir olarak geçmekte olup, çevirenlere göre, güç, muktedir, iktidar olarak anlam verilmiştir)
Kehf 84 (Mekkî 69) Gerçekten biz onu yeryüzünde iktidar ve kudret sahibi kıldık, ona her şey için bir sebep verdik.
(Aslında bu ayette iktidar, kudret, muktedir gibi anlamları içeren kelime yok. Ne var ki, çevirenler, iktidar ve kudret sahibi kıldık diye çevirmişlerdir. Ayetin anlamından, biz ona her şeyin nedenini, sebebini anlayacak bilgi verdik anlamı çıkabilir)
Hac 41 (Medenî 103) Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten uzaklaştırırlar. İşlerin sonu Allah’a varır.
(Bu ayetin orijinalinde, iktidar, güç, muktedir gibi anlamlar bulunmamaktadır. Ancak meal ve tefsir verenler, nedense ayet içine iktidar sıkıştırmışlardır. İyiliği emreder, kötülükten nehyederler ifadesinden güç, iktidar çıkarma düşüncesi insanların bakış açılarıyla ilgilidir)
Meallerde iktidar kelimesi geçen üç ayetin, aslında direkt iktidarla ilgisi yoktur. O zaman meal ve tefsir verenlerin, ayetlerin çevirisine niçin iktidar kelimesini sıkıştırdıkları düşündürücüdür. Ayetlerin meal ve tefsirini yapanların, kendi düşünce tarzlarına göre çeviri yaptıkları anlaşılıyor. Eğer çeviren kişinin düşüncelerinde “Müslümanlar mutlaka iktidar olması gerekir” düşüncesi varsa, ayetin orijinalinde olsa da olmasa da, sokuşturabildikleri ayetlere iktidar kelimesini sokmuşlardır. Böylece ayetlerin çevirisinde objektif, gerçekçi olmayan bir yol tutulmuş. Şahsi anlayışlar, sübjektif, taraflı çeviriler yapılmıştır.
Meallerde devlet geçen kelimelere gelince,
Âl-i İmrân 161 (Medenî 89) Bir peygambere, emanete hıyanet yaraşmaz. Kim emanete hıyanet ederse, kıyamet günü, hainlik ettiği şeyin günahı boynuna asılı olarak gelir. Sonra herkese -asla haksızlığa uğratılmaksızın-kazandığı tastamam verilir.
(Bu ayette, emanete hıyanet ifadesinin arkasından, parantez içinde devlet malına anlamı verilerek, emanete hıyanetin devlet mallarına yapıldığı anlamı verilmeye çalışılmıştır. Ayetin orijinalinde devlet kelimesi yoktur)
Enbiyâ 93 (Mekkî 73) Kendi aralarında işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.
(Bu ayette de, işlerinin birliğini bozdular ifadesinden önce din ve devlet işleri diye anlam belirlemesi yapmışlar. Ayetin orijinalinde ise devlet geçmemektedir)
Haşr 7 (Medenî 101) Allah’ın, ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.
(Ayetin orijinalinde devlet kelimesi geçmemektedir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir, devlet, güç, servet, mal olmasın diye çevirenler vardır)
Görüldüğü gibi, bu ayetlere de anlam verenler, kendi bakış açılarına göre vermişlerdir. İktidarı, devleti ifade edecek kelimeler ayetlerin orijinalinde yokken, buna rağmen Müslümanların bu ayetlerden güç, iktidar, devlet anlamları vermeleri, Müslümanların tarihi sürecinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar tarihi süreç içinde, kurulan, kurulacak, kurulmuş devletleri mutlaka din ile ilişkilendirme eğilimine girmişlerdir. O nedenle zorlayarak, her ayete devlet, iktidar anlamı verme gayretinde olmuşlardır. Kelimeleri sözlük, lügat anlamlarını incelersek, şu bilgilere rastlarız.
İktidar; Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğünde,
isim (iktida:rı) Arapça
1. isim Bir işi yapabilme gücü, erk, kudret
2. Bir işi başarabilme yetki ve yeteneği
3. Devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisi
4. Bu yetkiyi elinde bulunduran kişi ve kuruluşlar
Anlamları verilmiştir.
Osmanlıcı lügatte ise, Kudretten, güç yetme, yapabilme anlamları verilmiştir.
Devlet, Türk Dil Kurumunun Türkçe sözlüğünde, isim, hukuk, toplum bilimi Arapçadan devlet;
1. isim, hukuk, toplum bilimi Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık
2. Bu tüzel varlığın yönetim organları
3. Büyüklük, mevki
4. Mutluluk
5. Talih
Anlamları verilmiştir.
Osmanlıcı lügatte ise; Devlet, Arapça olup, düvel kökünden gelmektedir. Devlet, bir hükümet idaresine teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluk, olarak tanımlanmıştır.
Allah’ın ayetlerinde iktidar, devlet gibi tabirler geçmezken, Allah’ın Müslümanlara her konumda adalet emrettiğini biliyoruz. Müslümanlar, konum olarak, fert, toplum, yönetici, yönetimde görevli bulunabilirler. Müslüman olanlara düşen görev, bulundukları her konumda, zulümden uzak, adaleti hâkim kılan, iyiliği emreden, kötülükleri engelleyen olmaktır.
Ancak Allah Müslümanlara görev yüklerken, güç esasını gündeme getirmiştir. Zira güç esası; görevlendirilecek, görevinden dolayı sorumlu tutulacak, sorumluluğun karşılığında da yapmadığında cezalandırılacak insana, haksızlık yapılmadan, adalet içinde görev verilme mantığını doğurur. Onun için Allah İsrâ suresinin 94-95 ayetlerinde; “Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi? demeleri engellemiştir. Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik” demektedir.
Yeryüzündeki insanlara peygamber gönderilmiştir. O peygamber diğer insanlar gibi, Allah’ın her ayetini uygulamaktan sorumludur. Peygamber her ayetin uygulamasında insanlara örnek kılınmıştır. Bu örneklik sadece hükümlerin nasıl yapılacağının açıklamasına yönelik değildir. Bu örneklik aynı zamanda, insanlar tarafından seçilen resul tarafından uygulanarak, hükümlerin insan gücünün orantısında olduğunun beyanıdır. Değilse insanlara, insandan farklı peygamber gönderilseydi, insanlar biz nasıl yapalım itirazında bulunabilirlerdi.
İnsana gücü orantısında görev verildiği konularında Allah;
Mü’minûn 62 (Mekkî 74) “Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar”
Bakara 286 (Medenî 87) “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar. Herkesin kazandığı kendine, yapacağı da kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla. Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!
A’râf 42 (Mekkî 39) “İnanıp da iyi işler yapanlara gelince -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir vazife yüklemeyiz- işte onlar, cennet ehlidir. Orada onlar ebedi kalacaklar”
Enfâl suresinin 60. Ayetinde ise, (Medenî 88) “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız” denilerek, gücün bireysellikten çıkarılıp, toplumsal güce endekslendiğini görmekteyiz.
Güç orantısı mükellefiyetleri belirleyen unsur olarak dinin temelini teşkil ediyor. İçinde bulunduğu bölgede, Müslümanların devlet olabilmeleri için öncelikle güçleri orantısında düşünülecektir. Ancak bu gücün nasıl teşekkül ettirileceği konusu önemlidir. Siyasi tarih, sosyoloji, siyasi bilimler açısından toplumsal gücün oluşmasını değişik açılardan inceleyebiliriz.
1. Bundan önceki bölümde açıkladığımız gibi, toplumun otoriter toplum haline gelmesi, toplumsal gücün varlığını gösterecektir. Böyle bir durum nasıl olacak? Mekke’de toplumsal otoriterliğe sahip olamayan Müslümanlar varken, Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerinin Müslüman olmasıyla otoriter toplum haline geldiler. Otoriter hale gelmenin kuralı, toplumdaki çoğunluk değildi. Aksine Medine’de Müslümanlar toplumun %15’ini oluşturmaktaydılar. Medine’de Müslümanların toplumsal otoriterliği, Medine’deki yönetim şekillenmesinden kaynaklanmıştı. Evs ve Hacreç kabileleri, Medine’yi yöneten Arap kabileleriydi. Onlar Müslüman olunca, Medine’nin yönetimi otomatikman Müslümanların lehine geçti.
2. Siyasi ihtilaller veya darbeler neticesinde toplumsal güce ulaşmak. Genelde silahlı güçlerin yaptığı bir işlemdi. Silahlı güçler topluma tehditle hâkim oluyorlar. Silahlı güce karşı toplum susuyor. Böylece güç ve iktidar geliyor. Emevilerin HZ. Ali’ye, Abbasilerin Emevilere, Memlukluların Abbasilere, Osmanlıların Memluklulara, Türkiye Cumhuriyetini kuranların Osmanlılara iktidar oluşu bu yönde olmuştur. Silahlı güçlere sahip olanlar, mevcut iktidarlara karı savaşmışlar, mevcut iktidarları yok ederek toplumlara hâkim olmuşlardır. İçinde yaşadığımız ülkede de, askerler sürekli darbe yaparak Kemalist ideolojiyi topluma hâkim kılma mücadelesi vermişlerdir. 1923 – 1950 arası tek parti iktidarı arkasındaki silahlı güce dayanmıştır. 1950’den sonra çok partili döneme geçildiğinde, askeri güçlerin siyasi partisi CHP iktidar kaybettikçe, darbeler yaparak dediklerini yaptırmaya çalışmışlardır. 1960, 1971, 1982 her on yılda bir darbe. 28 Şubat 1997 muhtırası, askerin Cumhuriyeti yöneten sivillere karşı darbelerinden ibarettir. Seçimle yönetime gelemeyen taraflılarını yönetime geçirmeye veya askerin gücünü göstererek istediklerini yapmaya çalışmışlardır. Müslümanların yaşadıkları ülkelerde de, askeri darbelerle iktidar olan güçler vardır. Libya’da, Cezayir’de, Tunus’ta vs.
3. İktidarlara karşı toplumsal başkaldırı yoluyla toplumsal otoriteye ulaşmak… Tarihte birçoğu kanlı ihlaller şeklinde meydana gelmiştir. Geçmişte Fransız ihtilali giyotinleriyle tarihe adını yazdırmıştır. İran devrimi, mevcut iktidarın zulmüne karşılık yapılmıştır. İran Şahı iktidarı vermemek için binlerce insanın kanını dökmüştür. Mao’nun Çin’deki uzun yürüyüşü sonunda ulaştığı iktidarı… Hindistan’da Gandi’nin pasif direnişi ile ulaştığı iktidar, toplumsal başkaldırılara örnek olarak verilebilir.
4. İşgal yoluyla, bir topluma hâkim olmak tarihte en çok görülen yollardan biridir. Özellikle imparatorlukların oluşması, fetih dediğimiz işgaller yoluyla olmuştur.
5. Günümüzdeki gibi, ekonomik, siyasi, kültürel emperyalizm yoluyla, belirli ideolojideki insanların, toplumlar üzerine kurduğu egemenlik yoludur. Bugün batı dünyası, dünyanın birçok ülkesinde, siyasi, ekonomik, askeri, kültürel egemenlik kurarak, toplumlar üzerinde egemenliklerini sürdürmektedirler.
6. Yusuf peygamberin Mısır’daki iktidarı atama yoluyladır. Yusuf’u Mısır’ı yönetmeye atayan Firavun, Yusuf döneminde Yusuf’a karışmamış. Yusuf iktidarında Mısır’ı inancı doğrultusunda yönetmiştir. Bu konuyu bize aktaran Allah, Yusuf suresinin; 54-55-56.ayetlerinde, “Kral dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi. "Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim" dedi. Ve böylece Yusuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz” Diyerek, konuya açıklık getirir. Hz. Yusuf (as) Mısır’da Allah takdiri ile hükümran olmuştur. Kral yönetme görevini ona vermiştir.
7. Toplumu ikna yolu, genelde resullerin tebliğ metoduyla uygulanan yoldur. Tarihte resullerin bu yönde iktidar sağladıklarına yönelik bilgi yoktur.
Topluma hükümran olma yolları çeşitlendirilebilir. Bu yollardan hangisi dinin topluma hâkim olma veya devlet olma yoludur? Soruya cevap olabilecek herhangi bir netlik yoktur. Kur’an, iktidar olmayı, fethi, zaferi, hidayeti bir nimet olarak tarif eder. Onu dilediği kullarına verir. Ancak; nimetin veriliş şekli tek değildir. Farklı yollardan insanlara toplumsal otorite, iktidar, devlet verilebilir. Bu nedenle Müslümanların, devlet olma yolu budur denilecek belirli bir kuralı dile getirmeleri, Allah’ın ayetlerine dayanmaz. İnsanların kendi görüşlerine dayanır.
Yukarıda verdiğimiz yedi yolun dışında da tarihte topluma iktidar olma, devlet olma yolları olmuştur. Bundan sonra da olacaktır. Şartlar değiştikçe, iktidar olma şekilleri, devletin şekli değişecektir. Allah devlet olma yolunda şekil belirlemediği gibi, mutlaka devlet olacaksınız diye de emir vermemiştir. Güç ve iktidar; Müslümanların bireysel, toplumsal güçleri doğrultusunda iktidar olmaya hazır olan toplumların, Allah tarafından nimet olarak onlara devlet nasip etmesidir. Müslümanlar toplumsal güce ulaşsa da, Allah iktidar nasip etmeyebilir. Araya giren, nifaklar, dünyevileşmeler, sapmalar neticesinde iktidar gücü kaybolur gider. Nitekim Süleyman peygamber gücünü yitirmiştir. Resulün kurduğu devlet, dört büyük halife devrinde fitnelerden başını alamamış, Emeviler tarafından yıkılmıştır. Yıkılan devletin yerine Emevi imparatorluğu kurulmuştur.
Allah’ın nimet olarak elinde tuttuğu DEVLET olma fiiliyatının, Müslümanlara bir görev olarak bildirilmesi söz konusu olamaz. Nitekim bu nedenle ayetlerde de, devlet kurun diye bir emir bulunmamaktadır. Nitekim hidayet Allah’ın elindedir. O nedenle Allah insanlara hidayet ettirin emri vermemiştir. Fetih, zafer Allah’ın takdiridir. O nedenle Allah Müslümanlara mutlaka fetih yapın, zaferler kazanın dememiştir. Galibiyet, mağlubiyet seçeneğinde insanların takdiri, görevi yoktur. Ancak Müslümanlar her durumda Allah’ın kurallarına göre hareket ederler. Neticeyi Allah’a bırakırlar.
Sosyolojik, ideolojik, siyasal bilimlere göre, her inanç sahibi bulunduğu toplumda egemenlik kurmak ister. Bu isteklilik doğaldır. İlkel kavimlerden itibaren, birden fazla insanın yaşadığı her yerde, insanları yönetmek için öne çıkanlar olmuş. Bunlar toplumlar genişledikçe, organize yönetim biçimleri oluşturmuşlardır.
Müslümanlar da elbette içinde yaşadıkları toplumda, otoriter toplum, ötesinde devlet olmak isterler. Bu istek, diğer insanların istekleri kadar haklılık doğurur. Diğer taraftan Müslümanlara Allah’ın yüklediği bir görev vardır. Adaleti, insana, topluma hâkim kılmak. İyilikleri, güzellikleri insanlara hâkim kılmak. Toplumdan kötülükleri silmek… Bütün bunların oluşabilmesi için, bunları yapacakların güç sahibi olmaları gerekmektedir. Ama bu güç nasıl olacak? Gücün varlığı nasıl belirlenecek? Toplumsal güce ulaşmanın yollarını biraz önce saydık. Saydığımız yolları düşünerek, bazı tahliller yapabiliriz.
1. Müslümanlar; bireysel, toplumsal anarşi yoluyla, toplumu sindirerek iktidar olabilirler mi?
2. Müslümanlar; ihtilaller yaparak topluma, devlete hâkim olabilirler mi?
3. Müslümanlar; içinde yaşadıkları devletin kurallarıyla topluma devlete hakim olabilirler mi?
4. Müslümanlar; toplumu ikiye bölerek, iki toplum arasında iktidar mücadelesi vererek devlet kurabilirler mi?
Bu sorgular karşısında, evet Müslümanlar bunları yapabilirler demek doğru olmayacaktır. Ancak Müslümanların da devlet olma hakları vardır. Müslümanlar da, inançları doğrultusunda, inandıkları doğruları topluma hâkim kılmak. Toplumdaki kötülükleri silmek zorundadırlar. Ama bu yol herhalde yukarıda sayılan dört yol değildir. Ve Allah da tek bir iktidar yolu emretmemiştir. Resule Mekke’de gelen ayetler, resulün ve Müslümanların, zulüm düzenleriyle uzlaşma içinde olmamaları emredilmiştir. Bu yönde gelen Kafirun suresi, kâfirlerle Müslümanlar arasında kesin çizgileri çekmiştir. Sure gelinceye kadar Mekkeliler resulü Mekke’nin yönetimine karıştırmak, bulaştırmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Günümüzde olduğu gibi, Müslümanların içinde yaşadıkları düzenin iktidarında var olmak için yaptıkları hiçbir girişim, Mekke’de resul ve Müslümanlar tarafından yapılmamıştır. Aksine Mekkeliler, resulü ve Müslümanları Mekke’nin yönetimine bulaştırmaya çalışmışlardır. O günle bugün arasındaki en belirgin fark budur. Bugün Müslümanların düşüncelerinde, inançlarında, yaşamlarında, küfür düzenleriyle ilişki kurmama, uzlaşma yapmama gibi kesin çizgiler yoktur. Sanki Kafirun suresi bugünkü Müslümanları ilgilendirmemektedir.
Allah’ın resulü Hz. Muhammed (as) Mekke’de dini tebliğ ederken, Medine’de farklı gelişmeler olmuştur. Medine’de dinin tebliğ süreci üç yıl olmasına rağmen, Müslüman olanların durumu nedeniyle, Müslümanlar birden bire otoriter noktaya gelip, devlet olmuşlardır. Mekke’de ise böyle bir durum doğmamıştır.
Tarihe baktığımızda, başka resullerin başına da bu tür şeyler gelmemiştir. Daha farklı, daha değişik uygulamalar resullerin hayatında var olmuştur. Yakup (İsrail) as. Kabilesinin lideri olarak çöllerde yaşamış, herhangi bir devlet olmamıştır. Davut (as), Filistinlilerle savaşmış, bugünkü Filistin’de (İsrail dâhil) devlet kurmuş. Oğlu Süleyman (as) devleti teslim almış. Ama döneminde iktidarı çökmüştür. Hz. İbrahim’in (as) herhangi bir devlet kurduğuna dair bilgimiz yoktur. Hz. Lut (as), Hz. Salih (as), Haz. Hud (as) devletle şereflenmemişlerdir. Hz. Nuh (as) toplumunu Allah’a havale etmiştir. Resullerden ve resulümüzden gelen örneklerde, Allah’ın Kur’an-da gönderdiği ayetlerde, devlet konusunda tek bir düşüncenin, emrin olduğuna yönelik hiçbir şey yoktur.
AYETLERDE DEVLETİN ŞEKLİ YOKTUR.
Bugün Müslümanların tartıştığı konular devletin şekilleri yönündedir. İslam’da Krallık yoktur. İslam’da padişahlık yoktur. İslam’da Saltanat yoktur. İslam’da demokrasi yoktur. İslam’da Cumhuriyet yoktur. Gibi tüm sözlerin ne İslam’la, ne de Kur’an-la bir ilgisi yoktur. Allah’ın ayetleri, ne iktidarların biçimleniş şekline, ne de biçimlerine dair herhangi bir hüküm belirtmemiştir. İktidar olan resullerin örnekleri birbirinden farklıdır.
Allah ayetlerinde adaleti emretmiştir. Özellikle Medine devrinde gelen ayetler, devletin şekil yönüne değil, toplumda adaleti sağlama yönündedir. Peki, adalet nasıl sağlanır? Bugün Müslümanların vereceği cevap hemen “şeriat gelecek vahşet bitecektir” Slogan haline getirilen bu sözle Müslümanların devlet algılaması, devlet olgusu hakkında Müslümanların yeterli bilgiye ulaşmadıklarını göstermektedir. Müslümanlar devlet olmuş resullerin hayatına dikkat etselerdi, meselenin “şeriat gelecek vahşet bitecek” sloganından daha başka olduğunu bilirlerdi. Öncelikle bugün Müslümanların şeriat algısı bile Kur’an-a göre değildir. Bugün Müslümanların kafalarındaki şeriat algısı, Allah’ın yasalarından çok, mezheplerin oluşturduğu yasalardır. Bugün şeriat devleti kurduk diyen Müslüman toplumların kurdukları devletlerin, Allah’ın diniyle bir ilgisi yoktur. Suudi Arabistan Vahabi, İran Caferi şeraitlerini uygulamaktadırlar. Kaddafi Libya’da yeşil devrim yaparak, sosyalist İslamcı anlayışlarını hükümran kılmıştır. Suriye, Mısır, Yemen, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde şeriat uyguluyoruz iddialarıyla yapılanların Allah’ın yasalarıyla ilgisi yoktur. Mezheplerin, tarikatların yasaları, din, yani şeriat yasası diye uygulanmaktadır.
Şeriat; Arapça kelime olarak kanunu, yasa anlamına gelmektedir. Bugün şeriat denilince insanların aklına din yasaları akla geliyor. Hâlbuki bütün yasalar, Arapçaya çevrilirken şeriat olarak çevrilir. Zira şeriatın başka Arapçada yasa, kanun haricinde başka anlamı, yol, doğru yol anlamlarında gelmektedir.
Dinde zorlamayı yasaklayan Allah’ın katında adalet nedir? Müslüman bir toplum, herhangi bir yerde, içinde başka dinlerden, ideolojilerden oluşan devlet kurduklarında, uygulayacakları şeriat nedir? İçki içmek isteyen Hıristiyan’a, ateiste, laike, solcuya ne diyecektir? Allah’ın hükümleriyle yaşamayı baştan ret ettiği için Müslüman olmayanlara şeriat nasıl uygulanacaktır? Müslümanlar; devlet kurduklarında, kurdukları devlette başka dinden insanların, ateistlerin yaşama imkânı var mıdır? Varsa onlar ne tür haklara sahip olacaklardır. Günümüz devlet anlayışları, 10.000 nüfuslu devlet anlayışlarından çıkıp, milyonları, milyarları yöneten devlet anlayışlarına ulaşmıştır. İnsan ilişkileri, ekonomik ilişkiler, siyasi ilişkiler almış başını gitmiştir. Bütün bu gelişmeler ışığında Müslümanların devlet anlayış kapasiteleri nedir? Bu yönde Müslümanlar kendilerini geliştirecek ne tür çalışmalar yapmışlar? Hangi fikirleri oluşturmuşlardır? Müslümanlar devlet düşüncesini kafalarına koyduklarında, gerçekçi olmaları için toplumları da önlerine koyarak, onları nasıl yöneteceklerini düşünmeleri gerekir. Öyle basit bir şekilde “şeriat gelecek vahşet bitecek” söylemiyle toplumda adalet sağlanamaz. Müslümanlar önce devlet bilincine ulaşmak zorundadırlar. Müslümanlar önce şeriatın ne olduğunu öğrenmek zorundadırlar? Kelimelerin, sloganların arkasından koşturmaları hiçbir şey ifade etmez. Sloganlar peşinde koşanları birileri alır kendi çıkarlarına alet eder. Ülkemizde Erbakan’ın, bugün AKP’nin Müslümanları çıkarlarına alet ettiği gibi…
Resulün Medine’de kurduğu devletin özüne baktığımızda, Medine’de putperest Araplar, Yahudiler ve Müslümanlar vardı. Medine vesikasında, her din sahibi kendi dinini rahatça yaşayabilecekti. Toplumlar kendi liderleri tarafından yönetilecek, yöneticileriyle problem yaşayanlar konuyu resule getireceklerdi. Bu yönde tarihsel örneklere baktığımızda, en çok Yahudiler resule problem getirmişlerdir. Yahudilerin, hahamların verdiği kararlara itirazında, resul hahamları Tevrat’a çağırmıştır. Resulün uygulamaları arasında söz edilen birçok konu, aslında Yahudilerin problemlerine karşılık uygulamalardır. Mesela recmde bunlardan biridir. İslam’ın hükümlerinde recm yoktur. Ancak Yahudilerin uygulamalarında recm olmuş. Bu yöndeki uygulamalara yönelik problemler resule getirilmiştir. Resulden hadis nakledenler, resulün söz, fiil, takrirlerinden hangisinin Yahudilerle, hangisinin putperest Araplarla, hangisinin Müslümanlarla ilgili olduğu konusunda yeterli araştırma yapmadan her şeyi sünnet olarak algılamışlardır. Bu yanlışlık, tarihte büyük kaoslara neden olurken, resulün devlet yönetme biçimi unutturulmuştur. Hâlbuki resul dinlerini yaşamada özgür bıraktığı Yahudilere, putperestlere yönelik söylemlerde bulunmuştur. Onların kendi dinlerini doğru, adaletli yaşamaları noktasında uyarmıştır.
Allah’ın ayetleri, yöneticilerin adil olmasını şart koşar. Devletin biçimlendirilmesine yönelik hükmün yokluğu, çağa göre devletin şekillenebileceğine yönelik açılımdır. Müslümanlar krallık, padişahlık, saltanat, cumhuriyet, demokrasi yoluyla gelse de, adil olmak zorundadırlar. Ancak, bazı iktidara gelme şekilleri vardır ki, İslam’ın özüne aykırıdır. Mesela, krallık, saltanat, padişahlık, hanedan hükümranlığı, demokrasi halkı kandırma yolu olarak neticelenmektedir. İşin içine silah gücü, kabile gücü, yalan, riya girdiğinde adalet söz konusu olmaz. Adaletin olmadığı hiçbir biçimlenme İslam’a uygun değildir. Bugün Müslümanlar, Allah’ın ayetlerine aykırı olmayacak yönetime gelme yolunu, yollarını bulmaları gerekir.
Hz. Resulün devlet kurma örnekliğinde, toplumsal gücün ortaya çıkışı biatleşmedir. Bu yönde Allah’ın ayetleri de biatleşme esasını tasdik etmektedir. Biatleşme; kişilerin, toplumun özgür iradeleriyle yöneticilerini seçme, belirle, yetkilendirmedir. Peki, bugün bu nasıl olacaktır? Biatleşme şöyle olacak diye Allah’ın herhangi bir hükmü var mıdır, yok mudur? Henüz bu konularda yeterli bilgilenme Müslümanlar tarafından edinilmemiştir. Bugün Müslümanların kafalarında devlet kurma anlayışı, bilgisi, bilinci tarihte oluşturulan devlet, fıkhı kurallardan ibarettir. Tarihten gelen kuralların, anlayışların bugüne cevap olabilmesi mümkün değildir. Bugün ne resulün devlet kurduğu on bin nüfuslu, ne de sonraki dönemlerdeki toplumsal yapılanmalar vardır. Bugün toplumların, devletlerin yapısı çok değişmiştir. Değişen devlet yapılanmalarına karşılık Müslümanlar da tarihten fıkhı yapılanmaları bir kenara bırakarak kendilerini yenilemeleri gerekir. Geçmişte mezheplerin ahkamus sultaniye, imamet, kitabul enval (malların yönetimi), ehli hal ve adl(adalet ehli) ve dar (ülke-vatan) konularında incelediği devlet konuları, bugün geçerliliğini koruyacak veya bugüne cevap verecek nitelikte değildir. Kendilerini geliştiremeyen Müslümanlar dönüp dolaşıp mezheplerinin devletini kurarlar. Müslümanların mezheplerinin devletini kurmaları da asla adalet içinde yönetilen bir devleti oluşturmaz. Zira Müslüman yönetici, hiçbir mezhebin taraftarı, uygulayıcısı olamaz. Müslüman yönetici, kendisine biat veren bütün müminleri mezheplerin kurallarına göre değil, Allah’ın kanunlarına göre yönetmekle sorumludur.
Müslümanlar toplum içindeyken, sıfırdan devlete nasıl ulaşacaklar konusu Müslümanları meşgul ederken, Müslümanları asıl meşgul etmesi gereken önemli konular göz ardı edilmiştir. Allah’ın Mekke’de gönderdiği ayetler ile resulün hayatına dair örnekler, öncelikle iman eden Müslümanların, birbirine güvenen, birbirine dayanan toplumu oluşturacak insanların yetiştirilmesine yöneliktir. Müslümanlar konunun bu yönünü unutarak, her ne şekilde olursa olsun, biran önce devlet olalım anlayışından hareketle, doğru yanlış devlet olma yolunda yürümektedirler. Silah, anarşi, yalan, riya iktidar yolundaki Müslümanların hayatını etkilemiştir.
İnsanlar Müslüman değilken Müslüman olabilir. Onlar toplumun her kesiminde çalışıyor olabilir. Kral, padişah, Cumhurbaşkanı, hâkim, savcı, bürokrat olabilir. Müslüman olur olmaz görevlerini bırakmasına yönelik hiçbir emir yoktur. Allah’ın böyle olan Müslümanlara, bulundukları yerde iyilikleri hâkim kılmak, kötülükleri silmek, adaleti sağlamak görevi vermiştir.
Bugün Müslümanların düşüncelerinde gariplikler vardır. Müslümanlar işlerine gelmediği, görüşlerine aykırı gördüğü bir kişiyi hemen “dönme” diye suçlarlar. Allah’ın dinini insanlara tebliğle görevli olan Müslümanların, tebliği sonucunda, Allah’ın hidayet edip Müslüman olan kişiler, farklı söylemler söylediğinde “dönme” diye suçlanmaları gerçekten çok acayip olacaktır. Müslümanlar niçin bu tür suçlamalara girmektedirler? Hâlbuki bilmiyorlar mı ki, İslam’ın tebliği, insanlara gerçekleri açıklamak, onları küfürden İslam’a döndürmek içindir. İnsanlar İslam’a döndüklerinde “dönme” diye suçlayacaklarsa niçin İslam’ın tebliğini yapmaktadırlar? Müslümanlar bu çelişkilerini gidermeleri gerekir. Müslümanların bu çelişkileri olduğu müddetçe devlet olup adil olmaları mümkün görünmemektedir.
İçinde yaşadığımız toplumda, Müslümanların, Allah’ın adaletini sağlayacak bir toplumu, devleti oluşturma yolunda, ayetlerin özü doğrultusunda yürüyüşleri yoktur. Toplum bu konuda çeşitli ayrımlara sahiptir. Toplumda oluşan anlayışları şöyle inceleyebiliriz.
1. Yaşadığı devletin yasalarına uyarak devlete sahip çıkmak
2. Devleti karşısına alacak şekilde ayrışarak, devlete, topluma karşı savaş açmak.
3. Devleti ele geçirmek için, devlet kademelerinde görev almak
4. İslam adına, bilgilenme, bilinçlenme çalışmaları yaparken, siyasetten uzak durmak
5. Kur’an-ı, dini anlama çalışmaları yaparak ömür tüketmek.
Müslümanların bu görüntülerinin Allah’ın ayetleriyle ilgisi var mıdır yok mudur? Her Müslüman bu konuda kendini dikkatle sorgulamalıdır? Müslümanlar kendilerini sorgulamadıkça Allah’ın adaletini sağlayacak devleti kurmaya layık olamayacaklardır.
devam edecek.....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.