- 934 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Denek
- Bir deney için, basit bir deney için bu kadar paraya denek olmak için ölünür. Binliklerden bahsediyorum ben.
Gülümseyen şu ifadeye bak, hayatında hiç para görmemiş kolay paracı seni. Ben reddettim onu.
- Hiç sanmıyorum, biliyorsun ben ayrıntılara çok önem veririm. Denek olmayacak kadar akıllıyım, olacak kadar aptal olamam.
- Hadi oradan Sherlock. Parayla arama girme.
Berk’in gülümserken yüzünde oluşan aşağılık çizgilere aldırış etmeden ve son cümlelerimi bitirmeden çıkmadım kararlı bir atmosferle ısınan odadan.
-Peki sen bilirsin Berk, ben arkadaşın olarak son kez uyarıyorum seni. Bu farklı, hiç yasal değil. Resmi bir amblem, yazı ya da içerik var mıydı o anlaşma belgelerinde? Ben söyleyeyim yoktu! Şimdi çıkıp gidiyorum. Umarım döndüğümde o haplar ve sana verdikleri müzik zırvalıkları seni yeşil deve dönüştürmemiş olur.
O’nu o kararlı haliyle bırakalı aylar geçmişti. Şehir dışına çıkmam gerekmişti, bana çok öfkelenmiş olmalı ki bir kez olsun mesaj bırakmamıştı. Bense kendimi yargılamaya başlamış içimdeki suçluluk duyguyla yüzyüze kalmıştım. Sivas’a gittiğimde ilk işim şehir dışındaki çiftlik evine gitmek olmuştu. Yemyeşil, dümdüz uzayan tarları geçtikten sonra Yıldızeli’ndeki küçük çiftliğe varmıştım. Aşkımla yatak döşek olan bir adamın ayrılığıma dayanamayarak yatağa düşmesi beni elbette rahatsız etmişti. İstanbul’u ani terk edişimin tek nedeni buydu. Onun yanında olmalıydım. Çünkü ebedi bir ayrılık giriyordu aramıza. Evet çok üzgün olduğumu içimde kaynayan bir lava dönüşen kalbimden taşan gözyaşlarım kanıtlıyordu, yalnızken gözlerim kızarana kadar ağlıyordum ama O’nun yanında elbette daha mutlu en azından onun mutlu olmasını sağlayacak kadar mutlu görünüyor olmam lazımdı. İlk cümlesi kalbimi yaralıyor olsa da konuşmak zorundaydım.
- Beni niçin terk ettin?
- Bunu sende istedin, ailen buna en büyük sebepti biliyorsun. Kimse, onurlu hiç kimse istenmediği yerde kalmak istemez. Aslında ben bu uzayan yeşil yemyeşil tarlaları, doğayı ve kaçmak istediğim o kırıcı cümleleri terk ettim, seni asla...
Gülümsemesi içten ve yakıcıydı. O tek damla gözyaşının yanaklarına süzülmemesi için neler yapmazdım ki? Ama ağlaması belki rahatlatacaktı ve bana akacaksa cümleleri en içten haliyle olduğu gibi kalsın istedim. Hiç bozmadım bu doğallığı. Susmam gerektiği kadar sustum, konuşma sırası bana geldiğinde ise sessizce, bazen gözlerimle konuştum. Ellerimden tuttu ve koklayarak öptü avuçlarımdan, yanı başındaydım ve huzurluydu...
Berk nasıldı? Yüreğimde büyük bir huzursuzlukla merdivenlerden yukarı koşar adımlarla çıktım, ayağımı merdivenlerin demir korkuluğuna hızla çarpmış olmalıyım ki aniden basamaklardan birine oturdum. İçerdeki sesler, o karmaşık derin sesler dışarıya taşıyordu. Gözlerim korkuyla irileşti. Pencereden içeriye korkarak baktım. Sandalyeye zorla oturtulan kişi arkadaşım Berk’ti. İçerde ritüeli anımsatan bir tören düzenleniyordu. Anlayamadığım kelimeler defalarca kullanıldı.
Oda gördüğüm kadarıyla revir gibiydi. Kapının hemen girişindeki çöp kovası şırınga, ilaç kapsülleri ve illüzyon gösterilerinde kullanılan materyaller vardı. İlgimi çeken bu karmaşalıktı. Sessizce geri çekildim ve odada olanları çok gizlice sindiğim çöp bidonlarının olduğu karanlıktan izlemeye başladım. İçeride ne olup bittiğini hayatım pahasına öğrenmeliydim. Bu bekleyiş saatlerce sürdü. Odanın soluk ışıkları yerini karanlığa bıraktı ve bir kaç kişi ellerine çöp poşetlerini alarak basamaklardan yavaşça indi. Daha gerilere çekildim, çöp poşetlerini çöpe atmaktansa siyah minibüslerine almayı tercih ettiler. Bir giz ama çok tehlikeli bir giz vardı bu işin içinde.
-İçimdeki soruların bu denli sert ve günahkâr yanıtlarla cevaplanıyor oluşu beni korkuya itti. Bala çöreklenen bu sineklerden arkadaşımı ne pahasına olursa olsun kurtaracaktım. Yaşamım pahasına bunu yapacaktım.