fark
O çocukla bu çocuk arasında çok fark var artık dedi. O çocuğun üzerinden onlarca mevsim, yüzlerce yağmur geçti. O çocuk yüzmeyi bile bilmezdi.
Yosun tutmuş gibi duran ihtiyar duvarlara baktı. Başı, taşıyamayacağı kadar ağırlaştı birden. Duvarlara yaslasam başımı, onların gördüğü onca yıl, tanıklık ettiği onca olay, onca insan... Benim de yükümü taşır mı bu yaşlı duvarlar? Başımı yaslasam, hafifler mi biraz da olsa?
Ağır ağır ilerliyordu soğuk sokakta. Birkaç adım geçti yanından, birkaç nefeslik duman bırakarak.
Belki de kendi kendime şarkı söylemeye başlamalıyım dedi gülümseyerek. Belki o zaman daha hızlı yürür, daha büyük gülerim. Belki o zaman bu sokaktan bir daha geçmem.
Planlı yaşamayı sevmiyordu. Sevemeyecekti de. plan kelimesini duymak bile canını sıkıyordu. Ama. Belirsizliği de sevmiyordu öte yandan. Ne olacaktı bu hali? Bilmiyordu...
Bir şeyler düşünmek zor geliyordu gitgide. Birkaç yıl hiçbir şey düşünmese, başı hafifler miydi?
Tüm sokaklar birbirine benziyordu. Tüm duvarlar, tüm suratlar, tüm sesler, konuşmalar... Oysa. Kendi kendine şarkı söylüyor olsaydı. Bu sokaktan hiç geçmeyecekti belki de.
Kırmızıyı düşündü birden. Kırmızı görmek istedi. Kırmızı bir elma, kırmızı bir ışık, kırmızı bir yağmur istedi. Kırmızı bir yaşam... Hiç kırmızı yoktu.
Kırmızı bir şarkı söylesem, dedi. Kendi kendime değil de... Herkese söylesem. Beni duyan herkese. O zaman gülümser miyim?
Aslında... Bu duvarları seviyorum ki ben. Bu sokağı, başımdaki bu ağırlığı.
İyi ki bu sokaktan geçiyorum. İyi ki gülümsemiyorum. İyi ki...
Hiç kırmızı yok. Ve şarkı söylemiyorum...