- 1801 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
hadi gel doğaçlama bir aşk peydahlayalım boşvermişliğimizden...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hiçliğimi uyut aklının bir köşesinde, sonra içinden sessizce” iyi uykular” de
Sakın alnından öpeyim deme az buçuk kalan varlığımın, sakın! Biliyorsun alışkanlıklarda zamanla anlamsızlaşıyor, sessiz ifadeler bağımlısı oluyorsun, cümlelerinde bir suçluluk telaşı,
Gülümseyebilme ihtimalinde bir felçli çaresizliği…
Oysa bir el sallamalık değil mi hayat? Güneşli bir şiirin melodisinde suskuya direnmek ve çoğalmak o şiirin avazlığınca… Hani varlığın var olması gibi yani nedensellikten sıyrılıp tüm ağırlığıyla bilmek olup olacakların seçeneklerini. Sonrasında sustuğun kadar, direndiğin kadar ve hatta adını bile hatırlayamayacağın kadar kaybedilmişliliğinin ıssızlığında kendini aramak gibi…
Sen benim ıssızlığımdın aydınlığına hiç yüz sürmedi tenim, bunu hiç yadırgamadım. Aşk her zaman iki kişilikli bir tat oldu dudaklarımda. Birincisi söyleyen, ikincisi sevişen… İzdüşümlerinde yönsüzleşen. Aslında aşk, sana söylediğim cümleciklerin bir ağlama ayini olsaydı tenimde biriken tuzunun ağırlığınca yanardım hesapsızca. Ama dedim ya, sen benim hep ıssızlığımdın, gölgenle oyalanandım.
Hadi gel peydahlayalım doğaçlama bir aşk boş vermişliğimizden… Belki bir anlam yükleriz aşkın dipnotuna. Belki kekemeliği geçer masumiyetimizin. Belki de acıyı misafir eden dudaklarımız ergenliğini hatırlar! Geçer belki durduk yere yüzümüzün bulutlanması.
Varlığımı hatırla müstakil bir yalnızlık anında, sonra duyurabildiğin kadar seslice ”niye yoksun” de. Sakın susturayım dilimi deme kekeme avuntularla, sakın! Biliyorsun avuntularda zamanla sağırlaşıyor, anlamsızlık girdabının müdavimi oluyorsun, duymak istediklerinde sancılı bir ağrı, anlaşılabilme umudunda bir yitik sükûnet gıyabı…
Oysa sesimiz yoksulluğunda bir hıçkırık değil miydi yaşamak? Hüzünlü bir şarkının sözlerinde ağlamaya inat sıkmak dişlerini ve sıkabildiğim kadarsın işte diyebilmek sevgi fukaralığına… Yani yokluğun hiç gitmemesi gibi hani ihtimalsizliklerden sıyrılıp tüm denklemselliğiyle yalnızlığın oranını hesaplamak gibi. Sonrasında tüm ihtimallerin sonucunun o yoksullukta çırpınan ve çırpındıkça batan bir bölünmüşlük olduğunu anlamak gibi…
Sen benim yoksulluğumdun hiçbir zaman varlığım olamadın, çok muzdarip oldum bu durumdan. Aşk her zaman vardı bazen ellerim karanfil kokardı bazen yüreğim papatya ama baharım eksikti mevsimsizdim yoksulluğunda. Aslında aşk, kiralık bir iklim olsaydı mevsimlerde ben hep baharları kiralardım sensizliğime. Dedim ya sen benim yoksulluğumsun, yoksunluğumsun…
Hadi gel bir aşk peydahlayalım, varsın doğaçlama olsun…
Belki, kapılırız o doğaçlamanın rüzgârına…
Kuşlarımız olur çiçeklerimiz olur
Balkonumuzdaki sandalyelerin canı sıkılmaz kimsesizlikten
Yoldaş oluruz belki güneşin batışına
Yıldızları seyrederiz
Hatırlarız belki Akdeniz’i…
İncir reçelini…
Hadi gel bir aşk peydahlayalım
Varsın doğaçlama olsun…
Hadi….
kızılcan
YORUMLAR
Aşk mutlak iki kişiliktir.Yola iki kişi olarak çıkarsında ,iki kişi varamazsın çoğunlukla yolun sonuna usta.Biri mutlaka çok cesurdur diğeri korkak ve ilk önce korkaklar gider ve gidenin bahanesi de çoktur karşısındakine.Kendinde kendini aklama seansı adını verdim ben bu uyduruk seramoniye...”Sen benden daha iyisine layıksın ve çok mutlu olmanı isterim” klişe söylemlerle taçlandırdığını sanırken çekip giden...Tüy diker ayıbının üzerine sadece.”Madem senden iyisine layıktım neden sevmiştin beni “diye avaz avaz bağırasın gelir suratının ortasına ama susar aval aval bakarsın yüzüne “ne saçmalıyor bu diye”..Sen duyduğun sözlerin şaşkınlığında girdaplara dalarken o kendini kendinde aklamanın rahatlığındadır sadece...
Ben ne yazdım sen ne anladın Luna diyorsun büyük ihtimal bu satırlarımı okurken.Oysa ben başlığına yazdım bunca lafı.Doğaçlama aşk peydahlanabiliyor da usta.Doğaçlama yürütülemiyor çünkü yüreksiz sevmiş olan uyduruk bahanelerle planlı bitiriyor.Ve çok sevmiş olana oluyor bütün olan,gerisi hikaye...
Lafın kısası usta sorun peydahlamakta değil yürütebilmekte...