bir kadını kurtarmak
Hastane hiç olmadığı kadar sakindi. Çıt çıkmıyordu pastel koridorda. Nazan, yirmisekiz olmasına rağmen daha çok kırkbeş gibi giyinmişti ve ellibeş yaşındaymış gibi de oturuyordu. Büyük zarfı kucağında sımsıkı kavramıştı. Yüzünü örten siyah saçlar altında biraz sonra doktorun söyleyeceği şeyleri duymaya hazırlıyordu kendini.
Sonra, tam karşısında oturan çifti farketti. Onlarla ilgilenmeye başladı. Genç bir adamdı. Uzun boylu, sakallı ve çirkin. Adamın yüzünde sahte, plastik maske gibi şey olduğu izlenimi veriyordu insana. Üzerinde sarı gömlek ve siyah pantolon vardı. İri elleriyle yanındaki kadını omuzundan sımsıkı kavramıştı. Kadının saçları süpürgeye dönmüş, incelmiş, seyrelmişti o güzel sarı saçlar. Kadın başını kaldırınca yüzünün sağ tarafında bir morluk belirdi. Dudağı da şişmişti.
“Doktora, düştüğünü söyleyeceksin. Anladın mı beni? Konuştuğumuz gibi…” dedi çirkin adam.
Genç kadın, Nazan’ın baktığını farkedince utanarak güneş gözlüğünü taktı. Adamın yüzünden daha çirkin olan sesi koridoru salladı. “Sen nereye bakıyorsun? Başka yere bak!” dedi adam Nazan’a ve kurt misali hırladı.
Nazan, adamın sesinden ürkerek ve o korkunç bakışlardan uzaklaşmak için başını çevirdi. Adam hala kendine baktığını sanıyordu. Bu sırada kapı açıldı ve içeriden çıkan hemşire seslendi: “Nazan Hanım, sıra sizde.”
Yirmi dakika sonra sokakta yürüyordu. Yoktu bir şeyi. Sonuçlar çamaşır suyu gibi temizdi.
“Tanrım, teşekkürler.” Dedi içinden. Bir an için her şeyin bittiğini düşünmüştü. Sonra gülümsedi güneşe. Yanından geçtiği dilenciye para verdi.
Bir taksi çevirdi. Sarı taksi tam istediği yerde durdu. Buraya kadar her şey mükemmeldi. Tam taksiye binmek üzereyken farketti. Az önce hastanede karşısında oturan adam ve kadın yanından geçiyordu. Adam önde kadın arkada yürüyordu. Binmesi gereken taksiye binmedi. “Pardon.” Dedi ve kapısını kapattı. Taksi öfkeyle asfaltı kazıyarak uzaklaştı.
Nazan, mesafeyi kolluyordu. Yirmi metre arayla öndeki adamı ve kadını takip ediyordu. Bunu neden yaptığının farkında değildi. Sadece yapıyordu.
Bok gelir ve sıçarsın ya, düşünce gelir eylem başlar. Öyleydi işte…
Uzun süre yürüdüler. Ana caddeden şehrin bilinmeyenli denklemler gibi karmaşık sokaklarına girdiler. Etraftaki insan sayısı azalmaya başladı. Elin parmak sayısı kadar insanın yürüdüğü bir sokağa gelince adam ve kadın ayrı yönlere gittiler.
Nazan, kadının peşinden yürüdü. İki sokak sonra tam köşede, iki katlı bir eve girdi kadın. Birinci kat ışığı yandı. Evin sokağa bakan büyük bir penceresi vardı. Pencerenin köşesi kırılmıştı ve bir mukavva ile kapatılmıştı. Pencere demirleri küflenmişti. Sokağa bakan rutubetli duvar rüzgar eserse çökecek gibi duruyordu. Derken penceredeki eski ve yırtık perdeler sokağı örttü.
Nazan, bir süre daha öylece bekledi sokak lambasının zayıf ışığı altında. Bunu neden yapmıştı? Ne vardı bu kadında? Bunları düşünürken kalçasının altında havlayan iri sokak köpeğinin sesiyle zıpladı. Köpeğin beyaz dişleri birbirine geçmiş beyaz çiviler gibiydi. Köpek kadının buraya ait olmadığını anlamıştı. Nazan, hızla uzaklaştı.
Bütün gece kadını düşündü. Kadının yüzünde yılların kazıdığı derin çizgilerden nehir gibi akan acıyı görmüştü. O yüz her şeyi anlatıyordu. Kimbilir ne acılar çekiyordu? Adam, kocası mıydı? Dövüyor muydu? Bu sefaletin cirit attığı sokakta mı yaşıyorlardı? Nazan, bütün gece bunları düşündü ve sonunda kadınla konuşmaya karar verdi. En azından bir yardımı dokunabilirdi. Kendisi okumuş, iyi eğitim görmüştü. Çalışıyor, kazanıyordu. Birilerine faydalı olabilirdi. Bir hafta izin almıştı tahliller için. Üç günü daha boştu. Bu düşüncelerle yatakta öylece yatıyordu beyaz tavanı seyrederek. Sonra gece lambasını kapattı ve karanlık hayat buldu.
Nazan, ertesi gün aynı sokağa gitti. Tam evin olduğu köşeye gelmişti ki o çirkin adamı gördü. Adam, elektirik direğine sırtını vermiş kara gölge gibi dikiliyordu. Çirkinliği uzaktan bile belli oluyordu. Yüzündeki nefret, sahtelik, adilik bu mesafeden seçiliyordu. Kadın, penceredeydi. Üzerinde siyah gecelik vardı ve göğüsleri ortadaydı. Bir süre onları uzaktan izledi. On dakika sonra sokağa giren bir adam önce direğin yanında bekleyen hergelenin yanına uğradı. Kısa süre konuştular ve adama bir şey verdi. Ardından eve girdi. Hergele direğin yanında beklerken, kadın pencerede değildi.
Olamaz, diye düşündü Nazan. Fuhuş mu? Bu adam kadını başka erkeklere mi? Bunu hiç beklemiyordu. Daha çok aile içi şiddeti düşünmüştü. Önce karnında bir ağrı, sonra bulantı hissetti Nazan ve öğürdü. Sokağın köşesine biraz sıvı bıraktı. Uyuşmuş bacaklarıyla kendini güçlükle sokaktan dışarı attı.
Bütün gün bunu düşündü. Ne yapabilirdi? Polise gidip ihbar mı edecekti? O vakit kadının durumu ne olurdu? Görmezden mi gelmeliydi? Etrafına baktı. Parkta çocukları oynarken sigara içen bakımlı, pudralanmış yüzleri asık, gözleri tek bir noktaya bakan buz parçası gibi soğuk kadınların yaptığı gibi görmezden mi gelmeliydi? Hayır! Kadınla konuşacaktı. En azından konuşmalı ve ona bir çıkış olduğunu söylemeliydi. Herkes ikinci bir şansı hakediyordu.
Ertesi gün daha erken gitti o sokağa. Beklemeye başladı. Yanından geçen tipler yalnız bir kadının böyle bir yerde ne işi olduğunu düşünerek, kıyafetinden emin olamadıkları için ona laf atmaktan çekiniyor, rahatsız edici bakışlarla geçip gidiyorlardı. Yarım saat sonra evin kapısı açıldı ve kadın dışarı çıktı. Uzun süre peşinden yürüdü kadının. Ve fırsatını bulduğu, cesaretini topladı an kadını kolundan yakaladı.
Bir çay bahçesinde oturuyorlardı. Kadın şeker atmadığı çayını karıştıyordu.
“İstersen buna bir son verebilirsin.” Dedi Nazan.
“Yapamam.”
“Neden? Sadece bırak ve git. Eşyalarını bile alma. Polise sığın. İstersen sana para veririm.”
Kadın, Nazan’ın şefkatli sözlerinden sonra gözyaşlarını tutamadı. Karşılıksız olarak ilk defa bir şey teklif ediliyordu.
“Bak ben yetimhanede büyüdüm. Ömrüm acı içinde geçti. Yoksul olmak, gece aç yatmak nedir iyi bilirim. Ama küçük bir kızım var. Memlekette annem bakıyor. Beni düzgün bir işte çalışıyor sanıyorlar. Kızımın yetimhaneye girmesini, açlık çekmesini istemiyorum. Hasan, kötü ve sahtekar olsa da yıllardır alıştık birbirimize.”
“O yüzden mi seni dövdü? Evet, hastanede gördüm sizi.”
Kadın utanarak başını öne eğdi.
“Beni o dövmedi. Başkası…” dedi fısıldayarak.
Bir süre sessizlik oldu.
“Bak sana iş bulmanda yardım ederim. Ben büyük bir şirkette çalışıyorum. Orada sana iş ayarlarım istersen. Yeter ki o adamdan uzaklaş. Memleketine git. Çocuğunu gör. Bir süre sonra dönersin. Ben sana iş bulunca başlarsın.”
“Ama benim hiç eğitimim yok. Bana kim, ne işi verir?”
“Temizlik yapamaz mısın? Ofiste çay, kahve?”
“Yaparım tabi. Namuslu bir iş olduktan sonra.”
“Tamam o zaman. Bak bu benim kartım. Beni ara. Sana hemen şimdi bilet alalım. Gizlice çık evden ve uzaklaş buradan.”
Kadının gözlerinden taşan minnet beyaz elbisesini ıslattı.
Kalkıp bir otobüs firması bulmak üzere yürüdüler.
Bütün gün telefon bekledi Nazan. Ancak arayan olmadı. Yola çıkmadan önce arayacaktı. Ve memleketine gittiğinde. Ters giden bir şey mi vardı? İki gün geçmişti. Ses yoktu. Nazan, daha fazla dayanamadı ve hazırlanıp çıktı evden. Yanına büyük bir bıçak aldı. Çantasında saklıyordu. Ne olacağı belli olmazdı. Sokağa girdiğinde akşam olmak üzereydi. Evin ışığı yanıyordu. Ürkek adımları onu evin kapısına kadar getirdi. Kapı açıktı. İçeri seslendi ancak çıt yoktu. Kapıyı yavaşça iteledi ve gürültüyle açıldı kapı. İçeriye rutubet kokusu hakimdi. Çantasından siyah bıçağı çıkardı. Ağır adımlarla yürümeye başladı. Salona girdiğinde masa üzerinde aldıkları otobüs biletini gördü. Nazan, tekrar seslendi kadına. Sonra arkasını döndüğü an bir çığlık attı. O çirkin adam tam karşısındaydı. Bir dev gibi büyüyordu gözünde. Sakalları kalın dikenli çalılar gibi kaba görünüyordu. Siyah gözlerinde karanlık bakışlar derin girdaplara dönüşüyor, insanı ürkütüyordu. Aynı sarı gömlek üzerindeydi.
“Seni daha önce gördüm mü?” dedi adam.
“Ne yaptın ona?” diye sordu Nazan.
“Hiçbir şey. Gitmekten vazgeçti. Onu bu şekilde kandıracağını mı sandın”
“Yalan söylüyorsun. Nerede? Onunla konuşmak istiyorum.”
“Burada değil.”
“Eğer onun kılına dokunduysan seni polise ihbar ederim.”
“Elinde bıçakla evime izinsiz giriyor, beni tehdit ediyorsun, sonra polise beni şikayet edeceğini mi söylüyorsun? Sen hayat hakkında ne bilirsin? Hiç aç kaldın mı? Çalmak zorunda kaldın mı? İlk kez gördüğün bir erkeğin nefesini solumak zorunda kaldın mı? Okullarda bunu öğretmezler! Şimdi buraya gelmiş bize ne yapmamız gerektiğini söylüyorsun. Kimsin sen?” dedi adam, bunları söylerken Nazan’ın üzerine yürüyordu. Nazan, geri çekilirken bıçak aralarında keskin duvar gibi duruyordu.
“Ne yapacaksın? Evimde beni mi öldürecek misin? Hayatında kendinden başka birini kestin mi o bıçakla? Bu iş salata yaparken elini kesmeye benzemez küçük hanım. Soğuk kanlı olmayı gerektirir.”
Nazan’ın kaçacak yeri kalmamıştı. Duvar ve adam arasında sıkışmıştı. Adam bıçağa uzandı ve boynunu bıçağın sivri ucuna batırdı.
“Hadi, yap şunu! Bitir işimi!”
Nazan, adamın ter kokusunu alıyordu. Adamın boynundaki kalın damarlar görüntüyü daha korkunç kılıyordu.
“Hadi, ne duruyorsun? Yapsana? Seni korkak!” dedi adam ve hızlı bir hareketle bıçağı çekip aldı Nazan’ın titreyen elinden.
Bıçağı Nazan’ın yüzüne yaklaştırdı. Dengeler değişmişti. Adamın nefesini yüzünde hissetti. Alkol kokusu aldı. Gitmek istiyordu ancak adım atacak gücü kendinde bulamıyordu. Bir kuş gibi göğsü çarpıyordu. Her an kalbi ağzından çıkacak gibi soluyordu. Duvarlar titremeye başladı. Tavandaki avize birkaç kez döndü.
Adam, hızlı bir hareketle Nazan’ı belinden kavradı ve kendine çekti. Bir süre tek vücut oldular. Adam, dudaklarını Nazan’ın yumuşak ağzına dayadı. Adamın tadı kötüydü, acı ve ekşi. Yüzüne batan kara çalılar Nazan’ın canını yakmıştı. Oradaydı ve aynı zamanda yoktu Nazan.
Adam, ani bir hareketle Nazan’ı tahta masaya dayadı ve arkasına geçti. Nazan, kalkmaya çalıştı ancak adam iri eliyle Nazan’ın başını masaya bastırdı. Masanın ahşap izi yanağına çıkıyordu. Uzun bir etek giymişti Nazan. Eteğin yukarıya doğru toplandığını hissetti. Yanağı masanın üzerindeydi hala, ve evin içine bakıyordu gözleriyle. Serin hava bacaklarında dolaşıyordu. Adam, eliyle Nazan’ın çorabını yırttı. Ağını iyice genişletti. Yırtılma sesini duyuyordu Nazan. Gözleri hareket halindeydi. Televizyon üzerinde birkaç fotoğrafa baktı. Hemen arkada büyük bir vitrin gördü. Kısıtlı bakış açısıyla yanağı masaya yapışmış şekilde ancak bu kadarını seçebiliyordu. Nazan, çamaşırının sıyrıldığını hissetti. Ve büyük bir gürültüyle siyah bıçak tahta masaya, Nazan’ın yüzüne yakın mesafedeki otobüs biletine saplandı. Bir süre hareket olmadı. Bu kadar mıydı? Bitmiş miydi?
Adam Nazan’ı bırakmıştı. Ancak Nazan, hala yanağı masanın üzerinde bekliyordu. Kaçmak ve gitmek istiyordu. Belki de istemiyordu. Emin değildi. Yoksa adamın yarım bıraktığı işi bitirmesini mi istiyordu? Uyuşmuştu. Bir şey yapmak ister ve yapamaz ya insan, sadece durur aynı şekilde. Ölmek gibidir. Nefes almak dışında vücut ölüdür. İşte öyleydi Nazan.
Uzun sürmedi. Adamın tanıdığı süre doldu. Bir fermuar sesi duydu Nazan. Ardından adam hırladı. Nazan, sert, kaba ve oraya ait olmayan bir şey hissetti.
Tahta masa orta şiddetli deprem gibi sallanırken Nazan, donuk gözlerle bıçağa bakıyor, kuru seksin bitmesini bekliyordu.
Beş dakika sonra adam pantolonunu çekti. Nazan’ın kıçına bir şaplak attı:
“İyiydi.” Dedi ve kanepeye oturup sigara yaktı.
Nazan, bir süre hareketsiz kaldı. Ardından yavaşça çamaşırını ve çorabını çekiştirip toparlandı. Adam, Nazan’a bakarak sigarasından derin bir nefes aldı:
“Şimdi hatırladım seni. Sen şu hastanedeki kadınsın.”
Nazan, kapıdan çıkarken adam arkasından seslendi.
“Adana’ya gitti. Üç ay orada çalışacak.”
Elinden sarkan çantası yerde sürünüyordu. Nazan da çantadan farklı değildi, yürümüyor, sürünüyordu sanki ve hiçbir şey düşünmüyordu.
Sokak lambaları şehri aydınlatmak için yanarken karanlık sokaktan yalnız bir kadın caddeye çıkıp kalabalığa karıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.