- 763 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
21.ASRA GİRERKEN DİNİN MESAJI
21.ASRA GİRERKEN DİNİN MESAJI
Güneş hâlâ ısıtıyor, ay geceleri parlak, dağlar yine büyük iklimde yüzmekte, ara sıra deprem, kasırga; yağmur ormanlarımız ise dün kadar gümrah değil, ama olsun; dünya başladığı eksende dönüyor.Yani ezeli kurguda sapma yok. Ezeli kurgu; yıldızları dağıttığı yerden henüz toplamadı. Allah’ın önümüze serdiği eşya ile hemhâlız. Sûra henüz üflenmedi..İnsan yaşamaya devam ediyor.
İnsan, büyük iddialarına rağmen ezeli kurguyu değiştirme gücünü kendisinde bulamadı. Denemede mahsur görmese de boşa bir çırpınış! Kendini bilme, eşyanın hakikatını kurcalama işini ise pratikler hatırına olsa da ciddiye almış gözüküyor. Kendisini bu ceht ve çırpınışa sürükleyen kaynak ve yöntemler tartışılsa da insanın böyle bir yola girdiği açıktır. Bu çabasında kaynak ve yöntemin sıhhatini yeterince irdelemediği gibi, getireceği sonucu da fazla düşünmek istememektedir. Bu açmazda, insanı daha çok pratikle yüz yüze görüyoruz. Halbuki acılarının kaynağı pratikten çok ezeli problemlerinden geliyor. Ezeli problemleri gölgeleyen ayrıntılar...
Zamanımızda insanlığın topyekün kıyam ettiği tek mesnet yok. İnsanlık haritası darmadağın. Toklar-açlar, tahrip edenler-tamirciler, azimkarlar-acuzeler, saldırganlar-maruz kalanlar, mucitler ve mudaraların kol gezdiği bir yeryüzü haritası.
Ezeli problemlerini yetesiye umursamadığı anlaşılan insan, acı tecrübeye rağmen kendi boğazından ellerini çekmiş değil. Pratiklerden oluşturduğu buluşlar-icatlar dünyası belki işini kolay kılacaktı. Zehirli kıskacını önce kendinde denemekte mahsur görmemiş olması, pratiklerini mutluluğu adına değil, mutsuzluğu adına da kullandığı anlaşılıyor. Mutluluğu ile mutsuzluğuna manivela teşkil edecek gelişmeler paralellik arz etmemektedir. Zengin ama, müflis, hovarda, acımasız, biraz da aptal.
İlahi mesaj adına yirmi birinci yüzyıldan bir şey anlamak, ona bir şey anlatmak istiyorsak insanı ezeli problemlerine çekmek zorundayız. Bunu teklif ederken insanı bir girdaba, çıkmazlar dünyasına çağırıyor değiliz. Teklifimizin karanlıkla ilgisi yok. Bunca tecrübeden elimizde mevcut, mazide yaşanmış, henüz yaşanmakta olan müspetler dünyasını ışık yaparak yolumuzu yeniden aydınlatabiliriz. İnsanı bütün varlıklardan ayrıcalıklı kılan akıl, mantık ve erdem, bu kapıyı aralamaya yetecektir. Bir yığın geç kalmışlıkla sabrını bileyen insan bunu yeniden denemek durumundadır.
Birkaç yüzyılda ifadesini bulan son çağ, bir kasırga gibi sürat, yanardağ gibi patlama halinde yol almış, dine ait ve tecrübeye dayalı bir kısım güzellikleri yok etmiş, kuytulara tıkamış, üzerini küllemiş. Kendi değerleri ile de bir takım güzellikler sunmuştur. Bilinir ki fırtına acımasızdır; ama bir çok bitkiyi döller. Volkanlarsa atmosfere azot gibi bir nimeti sunar. Eşyayı kurtarmaya çalışan insan kendini ihmal etmiştir.
Çağın insanını pratikte başarılı bulduğumuz anlaşılıyor. Evet başarılı buluyoruz ama, yöntemlerini de o denli tehlikeli buluyoruz. Yöntemin kaynağıdır tehlikeye davet çıkartan. Çünkü insanlık ruh kökünü vahyin aydınlığında yıkamamaktadır. İnsanlık Tevhide ve vahye yeniden yönelmek durumundadır. Bunu yapmakla ilk muvazeneyi kurmuş olacaktır. Muvazene, eşyanın hakikatına uygun bir intibaktır. Bu intibak bir temeldir, köktür. Bu temel üzerine nice şaheserlerin kurulacağı, bu kök üzerinde nice meyvenin döl tutacağı muhakkaktır. Şaheserlere göz kamaştırmayı, onlarca meyveyi dalından yemeyi kim reddedebilir? Vahyin elimizde mevcut kaynağı Kur’an ve O’nun muhatabı Peygamber, bir ümmet ve top yekûn insanlık. Kur’an ı anlamak, Peygamber’i tanımak, ruhlara sindirmek, her müminin damıttığı, devşirdiği güzellikleri yine bir başkasına sunmak borcunu görev bellemek durumundadır. Herkes yeniden vahyin aydınlığında yıkanarak, bu arınmışlık içinde İslam’ı gözümüzü yenileyerek Allah’ın rızasını kazanmak niyeti ve azmiyle gündemimize almak. Niyetimizde ise halden memnuniyetsizliğimiz yatmaktadır. Halin yeniden tespiti ilk işimiz olacaktır. İslâmi kaynağın kültürel manada yaptığı birikim ve insani boyut. Müslüman neyi yapması gerekliydi, neleri yapabildi, neleri yapmadı? Hiçbir düşünce geçmişten bağımsız düşünülemeyeceği gibi, İslam da düşünülemez . Mazide model olup, günümüzde sürdürülebilir müspetler. Üzeri küllenen, farkına varılamayan, ihmal edilen doğrular, kitabi doğrulardan sapma gösteren yanlışlar, sürdürülmekte olan yanlışlar, ilk tespitler dünyasında yerini almalıdır. Reform ve reddiye ile ilgisi olmayan bu bakış düpedüz deruni bir muhasebe olmalıdır. Bunalan, daralan, çıkmaza giren ruhlar ancak bu muhasebeden sonra sükun bulacaktır. Vahyin, aklın, mantığın ve ilmin erdemli tescilinden geçecek müspetler önce fertte, sonra cemiyette kesintisiz bilgi akışı ile mayalanacak, billurlaşan sonuçlar diğer cemiyetlere ulaştırılacaktır. Önce “Müminler bir vücut gibidir”, hikmetine yol bulunacak, dahası tüm insanlığa “ Hepiniz O’ndan geldiniz, yine O’na döndürüleceksiniz.” Mesajına muhatap kılınacaktır.
İnsanlığın ezeli ve arızi problemlerine din mutlaka ağırlığını koymalıdır. Güven bunalımına, paylaşımdaki dengesizliğe, doyumsuzluğa, tabiyatı hor kullanma alışkanlığını en azından asgariye çekmek; kine, savaşa, kan akıtılmasına son vermek için gerekli tavır dinden geldikçe anlamlı kılınacaktır. Varolanı yok sayarak, olmayan şeyi icad ederek bir heyula gibi insanlığın önüne koyup zihinlerin bulandırılmasına da meydan verilmemelidir.
Gelinen noktada arazlarımızdan soyunarak, barış içinde bir cemiyete ulaşmak için, İslâm’ın temel insan haklarını irdelemek icab eder. Mesaj, bu temel haklardan neşet edecek-doğacaktır. Görülecektir ki, bu temel haklar bizi fert, cemiyet bazında ve insanlık boyutunda kuşatmaktadır. Yerimizi ve mutluluğumuzu bu evrensellik içinde bulacağız. Bu hakların ilkini yaşama hakkı oluşturur. Mülkiyetle birlikte insan haysiyetinin korunması, vicdan özgürlüğü, dini yaşama ve yayma hakkı, kanun önünde eşitlik, çalışma ve iş edinme hürriyeti, özel hayatın gizliliği, temel prensipler olarak yer alır. Bu prensiplere sırt dönecek tek akıl sahibi insan gösterilemez. Yeter ki mesajı doğru anlayıp, kıyam etmiş olsun.
İnsanın hayatta tutunabilmesi, saygınlık kazanması, düşünce ve iman dünyasını özgürce oluşturması için, bu temel hak ve özgürlükler esastır. Bu temel hakların halis düşünceye sahip, her ülkeden insanlarca gündeme getirildiğine de şahit olmaktayız.
Az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler yaftasını taşıyan milletlerin çoğunluğunu İslâm dünyası oluşturmaktadır. Eksenini kaybeden, sağlıklı bir yörüngede de yerini alamayan bu ülkelerin insanları dinin rahmet olarak sunduğu çaplı anlayış karşısında perişan haldedir. Ne kaybına üzülebilmekte, ne de bulduğuna sevinecek durumda değildir. Maziyi koruyup büyük sıçrayışı gerçekleştiremediği için, üzgün, yeni adına kabullendiklerinden de tedirgin. Sıhhatli düşünceyi kaybetmiş gibidir.
Ülkemiz insanı, bu toprağın bağlıları da aynı hüzün, kaygı ve tedirginlik içindedir. Muhteşem bir geçmişten, belirsiz bir geleceğe kilitlenmiş olmasından kaygı duymaktadır. Geçmişte ördüğü sosyal kurumları, iktisadi refahı, kültürel anlamda dünyanın bir numarası numunelere sahipken, bu gün pek çok dalda sıralamaya girememesi sonucu, aşağılık duygusu kangren gibi bünyeyi kemirmektedir. Böylesine bir güvensizlikten, yirmi birinci yüzyıla kutlu hediye sunmamız nasıl beklenir?
Ağır bir bunalımı yaşayan insanımız, madde ve manada ciddi bir silkinişi gerçekleştirmek durumundadır. Dinin kültürel boyutu ve asli mesajı coğrafyamıza taş taş kazılı, kitaplarımızda raf raf yazılı durmaktadır. Maddenin kanunları ile birlikte, manevi boyutumuzu tespit ederek, konumumuzu buna göre tayin etmeliyiz. Ne mesajın, ne de maddenin ihmali hayır getirmemiş, getirmeyecektir.
Miras aldığımız ağır bunalımı, ilahi mesajın aydınlığında önce normalleştirip, sonra rehabilite etmek mecburiyetindeyiz. Normalleştirmek; kendimizi, mazimizi, kimliğimizi tanımakla olacaktır. Zaten maziden soyunmuş ne düşünce, ne de medeniyet yeryüzüne gelmemiştir.
Önce gönlümüzde, gözümüzde başlatılacak rehabilitenin nihai hedefi dünya insanlığının kalbi olacaktır. Müslüman hedefi büyük koymak zorunluluğundadır. Belki de her fert için kutsi bir tövbe ve muhasebe gerekli. Bu arınmışlıktan sonra madde ve mana planında ilk işi emaneti ehline vermek olmalıdır. Her çağın en soylu davranışı budur. Haksızı menetmek, hak edeni görevlendirmek. Ehil insanı yetiştirip uygun vasıtaların başına getirmek. Zora ve zorbalığa yer olmadığına göre eğitim ve ikna metodumuz olmalıdır. Hücrelerimizden başlayarak cehaleti kaf dağına kadar kovmalıyız. Kurtuluş buradadır. Dini ideolojilere kurban etmemeliyiz. Çünkü ideolojinin dar kalıplarına haps olan her şey sonunda marjinalleşmektedir. Marjinalleşme ise dinin evrenselliğinden ne kadar uzak ! Çok haklı davalara bile kitleler yüz çevirmekte, marjinal guruplar sokak ortasında kalakalmaktadır. İfrat ve tefritten, mümkünse tecritten kaçınmak gerekmektedir.
Tek fert çember dışına bırakılmadan, insanımızı tümüyle kucaklamak, Müslüman’ın şiarı olmalıdır. Dinin mesajına ilgisiz tek fert olamaz demek büyük bir iddia değildir, dünyada değişmeyecek insan yoktur. Yeter ki mesajı taşıma görevi fıtrata uygun olsun. Alan değil veren, tahrip eden değil inşa eden; yüreklere, bileklere sahip olmak zorunludur. Bu çemberde yerini alan her fert menfaat duygusundan Allah aşkına arınmalıdır. Her saat bir başka tanrıya kıyam etme çelişkisi son bulmalıdır.
Madde ve mâna planında müspetler kanat yapılarak çıkılacak bu yolda asgariden, madde ve manada her fert bir eser vermeyi, yeryüzünü güzel kılmayı, gönülleri hoşnut etmeyi hedeflemelidir.
Fertten aileye, aileden beldeye, beldeden ülkeye, ülkelere ve tüm insanlığa İlahi mesajın ulaşması uğruna belki bir nesil, nesiller uykusuz kalacak, didinecek, çırpınacak... Allah’ın rahmeti, Peygamberin şefaati, velilerin himmeti, inanan yüreklerin muhabbeti bu nesiller üzerine olacaktır.
Geri durmak züldür.
Hayrettin YAZICI
YORUMLAR
"Ağır bir bunalımı yaşayan insanımız, madde ve manada ciddi bir silkinişi gerçekleştirmek durumundadır. Dinin kültürel boyutu ve asli mesajı coğrafyamıza taş taş kazılı, kitaplarımızda raf raf yazılı durmaktadır. Maddenin kanunları ile birlikte, manevi boyutumuzu tespit ederek, konumumuzu buna göre tayin etmeliyiz. Ne mesajın, ne de maddenin ihmali hayır getirmemiş, getirmeyecektir."
Ne yazık ki bu gün yaşananlar, hiç kimsenin, hiç bir şekilde okumadan yalnızca duyumları ile aldıkları kararlar ve yaptıkları olaylar Dinimizin vermiş olduğu mesajları algılamaktan uzak kalmıştır. Bunalımdan kurtulmanın yollarını aramak yerine her gün bir başka hurafe ve gerçek dışı olaylarla karşımıza çıkan kişiler, insanların kafasını allak bullak etmekte ve doğru bildikleri şeyin bile " acaba yanlış mı biliyordum" diye sorgulamasına neden olmaktadır.
O zaman yapılması gereken Kuran-ı Kerimin baştan sona ehil ellerde açıklanıp, gerçek anlamda okunması ve anlaşılması sağlanmalıdır. Bu yapılmadığı sürece yine kulaktan dolma bilgiler ile yaşamaya devam edilecek ve demektir.
Çok güzel ve anlamlı bir yazı . Teşekkür ediyorum kutluyorum. Saygılar
Bu akademik islami bilgilendirme yazınızı okuyunca(İlgi alanlarımdan) Öncelikle Karıncanın yaradılış hikmetini ve mükemmeliyetini anımsadım.Sonra da Irak işgaline-Afganistan işgaline-Azerbeycan-Bosna soy kırımına tepki bile gösteremeyen İslam aleminin Yolsuz-hırsız-rantiyeci insanlarına derin bir yuh çektim.Keşke müslümanlık iddiası içindeki her kesin-her milletin okuması sağlansa bu ve benzeri yazıları....kaleminize sağlık.Anlamak isteyen çok şey alır.
Doğru yazmışsınız.Elinize kalemize sağlık.Bilim adamlarını cephede harcayan bizim gibi az millet bulunur.Hala da yetişmiş elemanlarına sahip çıkamıyoruz.Çünkü bilimin kıymetini bilemiyoruz.Tarihinden mazisinden koparılmış,unutturulmaya sürekli mazisine sövmeyi maharet sayan bir insan topluluğuyla karşı karşıyayız.Mazisine kurşun atanların istikbaline güle atarlar.İnşallah seviyeli bilim adamlarına sahip oluruz.Bizim bilim adamlarımız hala kendi yetersizliklerini gizlemek için bir bez parçasının arkasına sığınıyorlar.Böyle zihniyet bilimi temsil etmeye kalkarsa gerçekten senin anlattığın manzaralarda kaçınılmaz olur.Sağlıklı düşüneyen beyinlerden Allah bu milleti korusun.Yazdığın yazı ibret dolu .teşekkür ederim.