TEVHİT MAKAMLARI /FENA FİLLAH
HAKKA VUSLAT YOLLARINDAN -3
Tevhit makamları üçtür; Tevhid-i Ef’al, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zat makamları. Bunlara “Fena”; makamları da denir.
İttihat makamları da üçtür; Cem, Hazret-ül Cem ve Cem-ül Cem makamları. Bunlara “Beka”; makamları da denir.
Bütün makamların en alası ise tek olan Ahadiyet-ül Cem makamıdır ki sadece Hz.Muhammed (sav) e aittir.
Tevhid makamlarının; Tevhid-i Ef’al, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zat mertebeleri veli’lik mertebeleridir. Bunlara “Mertebe-i Velayet” denir.
Cem makamı, Sıddîkîn’dir (birinci ayna)
Hazret-ül Cem makamı, Mukarrabun’dir.
Cem-ül Cem makamı ise, Müferredün (ikinci ayna) diye tabir edilir.
Fena makamları melekut alemini (esma) müşahede eder. Tüm fiillerin, sıfatların ve sıfatların açığa çıktığı vücutların birer esma terkibi olduğunu müşahede ederler. Her bir varlık melekut aleminden yansıma olduğu anlaşılır…
Beka makamları ise melekut aleminin de bir “varlık” olduğunu anlar isimlerden vazgeçer müsemmalara dalar. Ve varlık yokluk arasındaki Nur-u Muhammedi’yi müşahede ederek gayb’a iman eder. Gayb’ın ve miracın şuurda olduğunu idrak ederler..
FENA MAKAMLARI
Zahir âlemdeki görünen her şeyin Hakk’a nispet edilmesi fena makamları demektir. Fiillerin, sıfatların ve bunları bilen gören vücudun da Hakk’ta yok edilmesidir. Fena makamları Tevhid-i Zat makamında biter. Sonra Cem makamı ile iç şuurdaki hallere dönüş başlar.. Cem makamı zahir ile batının tam ortasında olup bedensel şuurdan, ruhani şuura geçişi sağlar.
Tevhid-i Ef’al;
Ef’al; fiil, iş suret ve göz ile görünen her şey demektir. Mesela ağaç, güneş, yıldız, dağlar, hayvanlar, insanlar, göz ile görülemeyen zerreler ve büyüklüğünden dolayı göz ile görülemeyen galaksi, güneş sistemi veya tüm kâinat surettir. Buna Zahir âlem de denir. Ef’al mertebesi bu Zahir âlemin yani tüm bu suret ve işlerin hepsinin, Hakk’ın olduğunu ilmen bilip ve kalben tasdik etmektir. Ve bu suretlerden oluşan işlerin, fiillerin hepsi Hakk’ın iradesindedir.
Tevhid-i Ef’al’in düsturu, tüm suretleri ve fiilleri, iyisini veya kötüsünü (bize göre) Hakk’a nispet etmektir. Tüm fiil âlemindeki (efal) iyiliği veya kötülüğü (fena) kendi bakış açımıza ve fıtratımıza göre değerlendiririz. Ve hemen kendi fıtratımıza ters gelen şeyi “ŞER” olarak nitelendiririz. Oysa Hakk’ın tüm fiilleri hayır’dır. Şer, insanın görüşüne göredir. Onun için Ehlullah, Ef’ali Hakk’a nisbet eder, Allah kötü işledi demez Eğer bir fiil kulun bakış açısına maruz kalmasa ol fiilin iyiliği veya kötülüğü olmaz. Çünkü kul, o fiili gördüğü için fiilin fena veya iyi olduğunu tayin eder. Göz ile görülen bütün fiillerin Hakk’a ait olduğunu kalben tasdik etmiş olan kişi, tüm fiilleri tek noktada tevhid etmiş olur. Yani tevhid-i efal’e nail olur. Ef’al salikinin zikiri ve rabıtası LÂ FAİLE İLLALLAH’TIR.
Kur’an’daki delili ise: İsra 70; “Ben onları gerek karada ve gerek denizde yüklendim”
Saffat 96; “Allah sizi ve amellerinizi halk eyledi”, gibi ayetlerdir.
Tevhid-i Sıfat;
Tevhid mertebesinin ikincisidir. Bu makamın tarifi; Hayat, ilim, irade, kudret, semi, basar, kelam isimleri Hakk’ın diriliğini işaret eder ve hepsi Hakk’ın sıfatlarıdır. Yani diri olan Allah’tır. Suretlerden gören, duyan, konuşan Allah’tır. Suretlerden irade eden Allah’tır ve suretlerden bir oluşumu ortaya koyan Allah’tır.
Yani, bir önceki mertebede oluşan tüm fiiller, belli bir sebepten dolayıdır. Ki o fiilleri sıfatlar oluşturur. Mesela; Çay içme fiilini çay içen kişi oluşturur. O kişinin sıfatı çay içme fiilini gerçekleştirmesi ile “çay içen kişi” olur. Bir araba tamiri fiilini “tamirci” sıfatındaki kişi yapar. Bir inşaat fiilini “inşaatçı” sıfatındaki bir usta yapar. Daha geniş çerçeveden bakarsak; deprem olduğunda evlerin yıkılması fiili oluşur, bu fiili alemin “deprem” sıfatı oluşturur vs gibi..
Görünen tüm bu sıfatlar Hakk’ın sıfatlarıdır. Ayrı ayrı işler için sıfatlanmış vücutlardır, veya şahıslardır. Bu nedenle bilinmesi gerekir ki; mevcut olan Hakk’ın bu sıfatları, Allah’ın sıfatlarıdır. Bu sıfatlar insanda da mevcut olduğundan dolayı, insan Hakk’a ayna konumundadır ve salik o ayna ile tek mevcudu, tekliği müşahede etmesi gerekir. Yani kendisi ile Allah’ı bilme yoluna düşer. Çünkü kişi kendisinden de işleyen fiilleri sıfatlara bürünerek yapmaktadır..
Mesela anneliği, babalığı, işçi olması, dostluğu, kardeşliği, evde yemek yapma fiilini yaparken aşçılığı vs gibi birçok sıfatlara bürünür. Ki bu sıfatların hepsi Allah’ın sıfatlarıdır. Kişi kendisinin sadece bir el aleti, Hakk’ın maşası olduğunu hisseder.
Bu sıfatlar hakkında Kuranda delilleri vardır;
Hayat sıfatı için delil; Bakara 255; “Hayat, ancak Hakk’a Mahsustur”,
Zuhruf 11; “ölü bir beldeye hayat veren O’dur”
Bakara 255; ”Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur. O, daima yasayan, daima duran, bütün varlıkları ayakta tutandır. O’nu ne gaflet basar, ne de uyur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nundur. O’nun izni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine! Onların önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O’nun hükümdarlığı, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Her ikisini görüp gözetmek, ona bir ağırlık da vermez. O, çok ulu ve çok büyüktür.”,
Şura 11; ”O gökleri ve yeri yaratan, size kendilerinizden esler ve hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Sizi bu suretle üretip duruyor. O’nun benzeri gibi bir şey yoktur. O, öyle işiten, öyle görendir”
Kasas 68;”Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Seçim hakkı onların değildir. Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir!” gibi ayetler bütün sabit sıfatların halk edicisinin Allah olduğunu anlamaktayız.
İlim sıfatı için delil;
Mülk 26;“de ki; o ilim ancak Allah’ın katındadır” ayeti delildir.
Kuvvet sıfatı için delil;
Kehf 39; “maşallah Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yok”,
Bakara 165; “bütün güç ve kuvvet Allah’a ait” ayetleri delildir.
“Vela havle vela kuvvete illa billahil aleyhil aziym” hadisi de tüm güç ve kuvvetin Allah’a ait olduğuna delildir.
Semi ve Basar sıfatları için delil;
Şura 11;“O her şeyi işitendir, her şeyi görendir” ayeti delildir.
Tüm sıfatlar gayb-ı Mutlak olanın zevkleridir, insandan zahire çıkınca, insan kendi sıfatı ile kendisine şahit olur. İnsanın kendi sıfatı aslında esmasıdır. İlim de bir sıfattır, insandan zahire çıkınca “âlim” adını alır. Sıfatlar Hz Muhammed’in sav güzel ahlakını hakkı ile sergilemek için insanda mevcuttur. Buraya kadar ki seviye tarikat boyutudur. Yani tarikat ehli guruplar buraya kadar zevk ederler. Bu makamın zikri ve rabıtası LA MEVSUFE İLLALLAH’dır.
Tevhid-i Zat;
Ne fiilerin ne de sıfatların bir vücudu vardır. Ve tek vücut hakkın vücududur. Zat mertebesi fiillerin ve sıfatların birleştiği vücudun da Hakk’ın vücudu olduğunu yani Vacib-ül Vucud’ u zevk etmektir. Salik, Tevhid-i Zat makamında “Tüm kainat Hakk ise, minyatür kainat vücud dahi Hakk’tır” der. Hakk’tan başka vücud yoktur. Benden de işleyen iler vardır ve ben de her ayrı fiilim için ayrı ayrı sıfatlara bürünmekteyim. O halde ben, Hakk’ın tam örneğiyim, minyatürüyüm hissine kapılır insan..
Kasas 88; “...hüküm sadece O’nundur”
Rahman 27;“Ancak azamet ve ikram sahibi rabbinin Zat’ı baki kalacaktır” ayetleri bu makama delildir.
Yani görünen her şey helâk ve fanidir. Ancak Zatullah fani değildir. Ayette geçen “rabbinin Zat’ı” sözü “fıtratının sahibi” demektir. O da ruhtur. Ancak mevcut olan Hakk’tır. Başka bir şeyin vücudu yoktur. O halde, benim zannettiğim Ruhum da Hakk’a aittir. Zatım da O’dur. Ben yokum, var olan tek varlık Allah’tır. Bendeki ruh ise O’nun Zat’ından dır. Benden işleyen fiiller ve büründüğüm sıfatlar Allah’tır. Bu makama Zat’ın tevhidi denir. Ruhunu bile onun olduğunu bilip zevk etmek. Bu halle hallenen kul, ihtiyarî bir ölümle ölmüştür.”Mutu kable ente mutu” “Ölmezden evvel ölünüz” hadisine mazhar olur. Bu mertebeler Fenafillah makamlarıdır. Buraya kadar bahsedilen üç makam fenafillah ehli saliklerce zat mertebesinde toplanabiliyor ise Velayet makamları olarak isimlendirilir.
Bunlar makamlarından sorumlu tutulmazlar. Çünkü buraya kadar varılan makamlar akıl ve idrak ile elde edilip, zevk edilen hallerdir. Sürekli olarak bulundukları mertebede kalmadıkları için sorumlu tutulmazlar. Bulundukları makamlardan konuşurken akıllarına tabii olup izah ettikleri sürece dışlanma ve itilme riskleri vardır. Bazı zamanlarda Hal’e de büründüklerinden itibar edilirler. Velâkin Hal her daim kendilerinde görünmez. Olgunlukla ilimlerini Hallerinde yok ettiklerinde ve kalben zevki huzur ile bulundukları makamdan konuştuklarında hallerinin hakkını verirler. Aksi halde ilmen izah ettiklerinde ise dışlanırlar.
Yani makamlarında kalben zevk halinde olduklarında keşif sahibidirler, aksi halde keşiften mahrumdurlar.
Bu makam sahipleri Ehli Velayettir. Veli kullar için Kuran’da Yunus 62-63 ;“Onlar (veli olanlar) iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır” gelmiştir. Bu ayetten de anlaşılıyor ki, iman etmek Zat makamındaki bir kulun halidir. Yani iman şuurda tam tevhid halinin idrakidir. Bunlara Veli kullar denir.
Şöyle ki; o kişi Hakk’ın Ef’alini, Sıfatlarını ve Esmalarını bilip, bunların külliyesini ve aynısını kendi ef’ali ve sıfatı ve zatı ile tevhid edip, kendisini Hakk’ta yok edebilen, kendinde varlık bırakmayan kişidir. İnsan minyatür bir kâinattır. İnsan kâinatın minyatürü derken, tüm varlığın bir sembolü olduğudur. “ben insanı kendi suretimden yarattım” diyen Allah bunu işaret etmektedir. İnsan, kâinatın zahir ve batın haline benzemesi ile bir minyatürdür. “Kendini bilen rabbini bilir” şablonu ile; bu “minyatür haline yönel ve benzerlikleri keşfet ki, tüm âlemi de anlayabilesin” manası işaret edilmektedir. Çünkü Allah ayni ayetteki benzerlik ile idrak edilir.
Zat, hiçlik makamında, varlığın ötesinde ve Sidre-i Mümteha dan da ötede (aklın bittiği yer) olduğu için, kendisini ancak sıfatı ile hisseder ve yine sıfatı ile gizler. İnsan da aynı benzer durumdadır. İnsan kendisini kendi sıfatları ile bilir. Allah, Sıfatını yaratmasaydı kendisini bilecek bir hissi de olmazdı. Ve bilinmeyen yerde A’ma da olurdu. “O bilinmekliği diledi”. “Her ne yöne bakılsa Allah’ın vechi görünür” sözü yukarıdaki anlatımla Allah’ın varlık olduğunun ispatıdır. Yani, Allah, zahiri ve batını ile bir varlıktır. Batın kısmı görünmese de aslında varlıktır. Çünkü zahir ancak batın ile görünür. Yani “Allah, Hakk ile Halk eder”.
Hakk; tüm hissiyatı ve melekutudur, “batın âlem”dir... Yani senin şuurun, ruhun.
Halk; tüm kainattır, “zahir âlem”dir. Allah; zahir ve batın âlemin toplamı ile tek vucuttur. Varlıktır, Vucud-u Mutlak’tır. Allah’ın Zat’ı (Zatullah, Hu) ise; varlığı Nur’u Muhammedi ile halk eden ve tek arzu edici olandır. Gayb-ı Mutlak’tır. Anlatılamaz ve anlaşılamaz... Zaten bu vücudun tek sahibi ve yöneticisi kendisi olduğu için kendisinin anlatılmasına müsaade etmez. O, Vucud’un içinde kendisini gizler.
Aynı şekilde, insanın şuuru ve hissiyatı fıtratını oluşturur ve tüm hallerini bu fıtrata göre zahir aleme yansıtır.. Buraya kadar komple insanın varlığıdır. Yani minyatür kâinat olan insanın vucud-u mutlak’ı. Velâkin insanın bile kendisinde varlığı muhal olan bir yönü vardır ki, kişi kendisi bile bilemez. Orası da arzuların çıktığı şuurun da ötesinde bir yerdir. İnsan ancak şuurun derinliğinden çıkan arzuya hizmet eder. Ama o arzunun neden, ne sebep ile çıktığını bilemez.. Kendisi bile bilemez. İşte insanda bulunan bu mekana da minyatür kainatın gayb-ı mutlak’ı dır.
Bu makamın zikri ve rabıtası LA MEVCUDE İLLALLAH (Allah’tan başka mevcut yok)’dır.
BEKA MAKAMLARI
Beka makamları, İçe dönüş, zahirden kopma, şuur ve şuur ötesi hallere keşfedip miraca ulaşmaktır. Beka makamlarında zahirdeki haller değil, iç âlemdeki kesret ve teklikler müşahede edilir. Ve müşahedeler zevk haline geldiğinde yaşanır. Göz ile görünen ne var ise manaları şuurda hissedilir. Ve şuurdan ne mana çıkıyor ise zahirdeki yansımaları ile cevaplar bulur gönül.. yani kainatı kendi bedeni ile okuma devresine geçmektir beka makamları. Sadece Cem-ül Cem makamında içteki batın ile dıştaki zahir aynı bilinir ve görülür.
Necm Suresi 8. ve 9. ayetlerde beka makamlarından işaret vermektedir. "Sümmedena fetedella fekane kabakavseyni evedna". Ayetlerdeki;
Sümmedena: Cem Makamına işarettir,
Fetedella: Hazret-ül Cem makamına işarettir,
Fekane Kabakavseyn: Cem-ül Cem Makamına işarettir.
Evedna: Ehadiyet-ül Cem, Zat mertebesine işarettir ki, Makam-ı Muhammedi’dir.
Cem makamı;
Bu makama Kurb-u Feraiz, Uluhiyyet ve Ruh Makamı gibi isimler de verilmiştir. Cem Makamı Hz. İsa (as)’nın Makamıdır.
Kendini bildikten sonra insanın âleme bakışı da değişir. Bu makamda salik, kendi içinde keşfettiği Hakk’a sarılır. Öyle sarılır ki, kendisini yok eder ve her şeyi Hakk görmeye başlar, Mü’min 44;“... Şüphesiz Allah, kullarını Hakk ile görendir.”
Bakara 115; “Doğu ve batı Allah’ındır, yüzünüzü her nereye çevirirseniz Allah’ın cemal yüzü oradadır” gibi ayetler bu makamı işaret eder.
Anı şekilde “Allah, Hakk ile Halk eder” hadisi Halk’ın yani cümle eşyanın, tüm varidatın, kâinatın Hakk’ın yansıması olduğuna delildir.
Bu makamda “Halk”ta görünen her şeye (eşya) “Hakk” olarak bakılır. Göz zahire baktığında batını görür. Çünkü Halk, Hakk’tan yansır. Nasıl ki insanın şuurundan zahirine yansıyan şey aynı ise, bir ayna misali Hakk, Halkı yansıtır. Ve bu görüşe, “eşyanın Hakk’ta batın olmaması” diye tabir edilir. Yani bir eşyayı gözümüz ile görmeden hayalimizde var ettiğimizde o var ediş batınımızda dır. Salik kendisini önceki makamlarda “Hakk” olarak keşfetmiş ve kendisini yok etmiştir. İlimde yok ediş halini kendi halde yaşamaya başlar.. İnsanın zahirde gördüğü her şey nasıl ki Hakk katında batının ise, aynı şekilde gözler kapadığında tüm eşyaların suretleri insanın zihninde batın olduğu gibi. İnsan kendisini Hakk’a benzettiği için, gözü ile gördüğü her şeyi Hakk’ın kendi batınını seyretmesi gibi hisseder. Yani Hakk, kendisini Cem Makamı salikinden görür ve işitir.“Ben kuluma muhabbet eylediğim vakitte, o kulum Benimle görür, benimle işitir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür.” ayeti bu makama delildir.
Bu makam sahibi, bir eşyaya baktığında orada Hakk’ı görür. Ve cümle kâinata Hakk’a bakar gibi bakar. Tüm âlem onun için bir gölge gibidir. Halk (kâinat), Hakk’ın yansımasıdır. Cem saliki Halk’a baktığında Hakk’ı görür ve hisseder. O’ndan başka bir şey görmez. Âl-i İmran, 18; “Allah şahiddir ki O’ndan başka ilah yoktur” ayeti bunu ifade eder.
BENİMLE GÖREN, BENİMLE DUYAN SENSİN.
EY BERZAHIN KAMİLİ SÖYLE BANA KİMSİN.
HALK’I HAKK’TA KAYBEDER DE CEM EDERSİN.
AŞKI MAŞUKTA GÖRMEDEN HAKK DERSİN…
Cem makamı, Fena dan Beka’ya (zahirden batına) geçiş yeri olan berzah makamıdır. Bu makam aşağıdan yukarıya birinci aynadır. Yani Hakk ile Halk arasındaki ayna. Ayna, bir cismin kendisi ile aynanın içindeki görüntüsünü bilir. İki taraflı da bildiğinden zahir hayattaki yaşantısı zordur. Bu makamda kişide büyük haller yaratarak meczupluğa kadar götürür. Ki Hallac-ı Mansur da bu makamın sarhoşluğu ve derin etkisi ile “Enel Hakk” demiştir. Aslında Hakikat ilmine göre Cem hali makamdan sayılmaz denir, bir berzah yeri olarak isimlendirirler, taasubumuzca da bu isimlendirme yerindedir.. Salik her şeyde Hakk’ı seyrettiğinden zahirden kopma durumuna gelir ve bir mecnun haline döner. Bu hal, de o kişiye zarar verir. Bu nedenle salik burada fazla durdurulmaması gerektiği de zikredilir. Tekrar zahire döndürülerek bir meczup gibi değil, insan gibi yaşamına devam etmesi gerekir.
İhvanın bu halden kurtarılması gerektiğinin bir başka sebebi ise, “Vucut” mantığından nakıs kalmasıdır. Çünkü vucut zahir ve batın ile beraberdir. Nasıl ki insan hisleri şuuru ve bedeni ile tek vücut ise kainat da esmaları ile tek vucuttur. Bu halin yaşantısı zahiri hiçe sayıp batına yönelmek olduğundan eksik bir hal teşkil eder.
İndirdi feraseti gönlüme Feth eyledi cihanımı,
Sümmedena yolunda medh-i kebir etti mevlamı,
Bir kalp açtı ki berzahında, oldum Feth-ül Kariyb,
Beka billah seyrinde cem eyledi mekanımı…
Tövbe Allahu tövbe, tövbe Allahu tövbe…
Hazret-ül Cem;
Bu makama “Kurb-u Nevafil” de denir. Bu makam Hz Musa (as)’ın makamıdır. Her nereye nazar edersek edelim zahirde halkı batında ise Hakk’ın tecellisini zevk ve ifade ederiz.
Necm 8; ”Sonra yaklaştı ve sarktı” ayeti bu makama işarettir. Zat olan Allah’ın Muhammed olan sıfatlara (kesret âlemine) zuhur etmesi zevk edilir.
Bu makamda yukarıda anlattığım Cem makamı salikinin görüşüne ilave bir hal gelir.
Bu defa Hakk batın, Halk ise zahir hale gelir. Yani önceki halde Halk, ihvanın ilminde batın olmuş idi, ama gözleri zahire bakıyordu. Ve Hakk’ı eşyanın içinde görmeye başlar. Yaşantısına geri döner. Her baktığı eşyanın içinde Hakk’ı tefekkür etmeye başlar. Uyuşukluk ve kendinden geçme dönemi bitmiş yeni ve sağlam temellere oturan bir hale bürünmüştür. İlimde olan esmayı kendi vücuduna verdi ve kendisinin zahir olarak görünen bir esma olduğunu anlamış oldu.
Her insan bir esmadır, her insanın bir yaradılış gayesi vardır ve zahir görüntüsü ile bu aleme gelir. Velakin aslen bir esmadır. Hazret-ül Cem makamındaki kişi bunları anlayarak şuuru yerine oturur. Zahir (halk) görmeye başlar ve batını (hakk) zahirin manası olarak algılar. Bu makamdaki kişi her baktığı eşyanın veya maddenin müsemmasını anlamaya çalışır.
Kendi şuurunda ayniyeti ile Allah’ı keşfetmeye başlar. Minyatür bir kâinat olduğunu anlar ve her şeyi kendi tek vücudu ile bilir. Külli kâinatı (makro) minyatür kâinat (mikro) olan vücudu ile anlar, bilir.
Kendisindeki Zat’ı, Nur-u Muhammedi’yi, Sıfat’ı, esmaları, sıfatından yayılan rahmanlığı ve rahimliğini, kendi melekutunun işleyişini ve melekutunun bedeni ile nasıl dışarıya çıkıp fiiller işlediğini görmeye başlar. Yani kendisini minyatür bir kâinat olarak bilir.
Ve ayrıca, kendi vücuduna bakarak enfusundaki esmaları görmesi ile kendi esmaları zahir, Zatullahını ise batın olarak görmeye başlar. Bu hale de “kendinden kendine” hal denir.
Kendi derinliklerine yolculuk etmeye başlamıştır. Nur-u Muhammedi sinden akan arzuları müşahede etmeye başlar. Bu haldeyken “gören ve bilen ve işiten halktır”; lakin Hakk ile. Cem makamında da “gören, işiten, söyleyen Hakk’tır velakin o hal kendi kulluğunun kuvvesi ile idi.. Bu makamda ise Hakk, kulun kuvvesi olur.
SEN DUYAN KULAĞIM VE GÖREN GÖZÜMSÜN.
EY BERZAHI AŞMIŞ MUKARREB SEN KİMSİN.
HALK İLE HEMDEM HAKKI ZAHİRDE GÖRENSİN,
ÖZÜNDE MAŞUK OLUP, ASKI AŞMIŞ SEVGİSİN....
Bu mertebedeki saliklerin şeriatlarında kemalat, yücelik ve Resulullah’ın ahlakı görülmektedir.
Kulun hayatı, kudreti, basarı Hakk iledir. Velhasıl hadiste “Ben kuluma muhabbet eylediğim vakitte, o kulumun semi ve basarı ve yeddi ve ricli ben olurum. Benimle görür, benimle işitir, benimle söyler, benimle tutar, benimle yürür.”
Allah Peygambere şöyle demektedir; "Ey Muhammed bana değil, Sana
tapılmasını, istedim. Benim değerimin değil senin değerinin bilinmesini istedim,
çünkü sen bensin, bende senden başka bir şey değilim." Bu zevki ve manasını bilenin kendisi O’dur. Hazret-ül Cem makamındaki salik bu manaya kurban eder kendisini.
Bu makamın kemalatına eren kişi, zahirde herkesin bildiğini bilir ve ve görür. Hatta işitir ona haberler gelir. Yani ilmi keramet sahibi olup kimsenin işitmediği hikmetleri söylemeye başlar. Bu kul her şeyi Hakk ile görüp ve işittiğinden, semi ve basarı ve ilmi güçlüdür.
Ve bu makam sahiplerine “Hasenetül ebrar seyyiatül Mukarrabun” denir. Bu makamın sahibi her daim zahire nazar eder, velakin zahirdeki batına nazar ettiği kesindir.
İmdi Fakr-u Sani oldum gördüm Mahmudumu,
Fetedella bahr-ında hazmettim mukarrebunu,
Ol gönül kapısı ayna etti, oldum Feth-ül Mubin,
Beka billah seyründe hazret’ül cem etti seyranımı…
Tövbe Allahu tövbe, tövbe Allahu tövbe…
Cem-ül Cem;
Tüm makamların toplandığı makam bu makamdır. Cem-ül Cem ikinci defa toplamak demektir. İkinci defa “cem” etmektir.
Şöyle ki; Zahir alemi, efal, sıfat ve zat mertebelerinde toplayıp Hakk’a havale eden ve her şeyi Hakk gören Cem makamındaki salikin hali ile, / tüm zahiri kendi manası ile kendisinde toplayan Hazret-ül Cem salikinin hallerini kendisinde toplar.
SEN BENSİN, HÜVELEVVEL HÜVELAHİR’İMSİN.
ZERREMDEKİ HÜVELBATIN HÜVELZAHİR’MSİN.
HALK’I HAKK’I TEK GÖREN CELAL’Ü CEMALİMSİN,
MUHAMMED ŞEHRİNDE MÜFERREDÜN NEBİ’SİN
Bu hali ile Allah’ın zahir ve batın esmalarını FERDiyyetinde toplamış olur.
Bu makam Hadid, 3; “Hüvel’evvelü vel’ahirü vezzahirü velbatın” ayetinin manası kendisinde zuhur etmiş olur. Ve tüm kainatı kendisi ile bilip ve kendisinde Nokta ettiğinden“Ezel benim, ahir benim, zahir benim, batın benim” der ve her şeyi böyle görür. Ve kendisi ile emindir.
Kendi şuudundaki Allah’ın tüm hallerini zahirde ve batındaki zıtları ile kendi vücudunda topladığından hiçbir hali de abes görmez.
Onun zevki kendi zuhurunda her hali ile Hakk’ı temsil eder.
Velhasıl bu mertebenin halleri mizan ile uygulanmaz ise, Kur’an’ın, enbiyanın ve evliyanın sırlarına mazhar olamaz. “Ol kimse hayvanlardan daha beterdir” (Araf 179) denir.
Bu salikin Mizan’ı vicdanı olmuştur. Her hali safi vicdanı ile yapar.
Her mertebeden dillenir.. konuşmaya başladığında varlığını dile getirdiği için bir makam aşağıdan kelam sürer. Suskunluğunda yükselir. Müşahedesini Ahadiyyet makamından gelen hikmetler ile yapar. Gönlünü ve vicdanını tamamen Nur-u Muhammedi kaplamıştır. Her hali gönül iledir. İlmi gerektiğinde dillendirir.
Tüm zıtlıkları kendisinde toplamış ve abes görülecek hiçbir şey bırakmamıştır gönlünde. Her hali mizan çerçevesinde akıl ve gönül birliği ile ifa eder.
Misal olarak ; Keskin bir bıçağın sırtında dengede durup, o çizgide yürümek gibi, bir yana düşse Hakk öbür yanda olur. Diğer (zıt) yana düşse Hakk bu yanda olur. Zıtları ile bir olan tek yer ise o bıçağın sırtıdır. Burasının tarifi için “demirden leblebi çiğnemek, ateşten gömlek giymek” diye tabir edilir. Bu Mahmud hırkasını giyen güruhun taban tabana zıt olan her mekana girebilmelerinin ve oradaki hallere bürünmelerinin sebebi, Hakk’ın her iki zıt tarafta da mevcut olduğunu bilmelerindendir. Ve bunu da Mizan ve İtidal yolu izleyerek başarabilirler. Çünkü Hakk iki’dir, amma velakin zıtları ile birdir.
Hakikat; iki zıttı da tek görebilmektir. Marifet ise; iki zıtlığı da tek görüp yaşayabilmektir. Bu marifete ise tüm şartlanmalardan sıyrılıp, aklın ve gönülün sınırsızlığını keşfeden ve yaşayanlar ulaşır.
Bu öyle bir haldir ki salik ne yöne gitse kendisi merkezdir. Bu hale bürünen, esrar-ı Süleyman ve mülk-i Sübhan’dır. Zevkine erişemeyen kendini kandırmış olur.
Mahzen-i Hikmet ile doldurdu Feth-i Fuadımı,
Kabakafseyni eyledi hem varımı hem yoğumu,
Bir gönül bahçesiyim, her çiçekte Feth-ül Mutlak,
Terk ettim varı yoğu, cem’ül cem etti mekanımı…
Tövbe Allahu tövbe, tövbe Allahu tövbe…
Bu makamdan sonra bir makam vardır ki ona da Ahadiyyet-ül Cem makamı denir. Hz Muhammed’e has bir makamdır ve daimi olarak O’na aittir.
İsra 34; “ve lâ takrebû mâlelyetiymi…) gelmiştir. Yani, Yetim-i Hakiki,
Hz. Muhammed (S.A.V)’in kendisidir. Ahadiyyet makamı yetimin malıdır.
Bu yerden Resulullah (S.A.V)’in kendisi bizzat telkin ederse zevk alınır.
ALINTIDIR..
YORUMLAR
Allah Peygambere şöyle demektedir; "Ey Muhammed bana değil, Sana
tapılmasını, istedim. Benim değerimin değil senin değerinin bilinmesini istedim,
çünkü sen bensin, bende senden başka bir şey değilim."
Bu ifadeyi tam manası ile anlayamadım. Açıklayabilir misiniz?
hacı ali
bu ancak arkadaş olursak gerçekleşiyor.selam es selame