- 1570 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Benim Memleketim
‘‘ Hasan sustu, hasan ağladı
Asé sustu asé yüreğini dağladı
Murat ağladı murat kendini parçaladı.’’
Bulanık şehri Bulanık ovası kuruldu kurulalı bu topraklar yanmadı böyle. Murat böyle ağlamadı. Mezopotamya yurduna yüreğindeki bütün renklerine nehir elbisesi giydirip Fırat’ın cenneti kokusuyla birleştiren ve önlerine abı hayat gibi seren murat kan ağladı. Dizlerini dövdü geçtiği topraklardan. Bir yandan can verirken bir yandan da düşman oldu suyundan içenlere. Onlara lanet okudu. Onları hain belledi.
Koli Baba dağı değil miydi yanı başında göğe bir mızrak gibi kendini bırakıp asumanı yırtıp geçen. Murat nehir oldu olalı böyle bir şey görmemişti. Şöyle başını kaldırıp Koli baba dağına baktı usulca. Etrafındaki köyleri süzdü. Dağın batısında Kaniya mâra köyü ve ona yakın bir yerde duran Avréz gözlerini kırpıyordu Koli babanın sert mizacına. Dağın tam güneyinde duruyordu Darbî. Bu köyün üst tarafında farklı bir kültürün mirasından çıktığı belli olan büyük bir malikane vardı sanki. Öyle görüyordu murat orayı ovadan. Dağın doğu tarafınıda Alikulek köyü sarmıştı tamamen. Bütün köylerin aynı olması hiç de tesadüf değildir diye düşündü murat. Murat ayağa kalktı dağın ardına baktı. Orada bütün heybetiyle Qasya köyü duruyordu. Ve Nıftık ve Saliha köyleri. Eskiden kalma yaşlı köylerdi bunlar. Bu toprakların kadim milletlerinden olan Ermenilerden kalmıştı ama şimdi tek bir ermeni dahi yoktu oralarda.
Murat düşündü. Murat yüreğindeki bütün hüzünlü kelimeleri çıkardı ve açtı sofrasını. Hepsini sofrasına koydu. Ölçtü, tarttı, biçti. Ne kadar hüzün yaşadıysa da geçmişte ama biliyordu mutlulukları daha çoktu. Bu topraklar ne kadar kan içtiyse de daha fazla kardeşlik, barış, sevgi, aşk şarabından içmiştir. Ve murat şimdi kardeşliğin, sevginin, aşkın ellerinden tutup yürümekte geleceğe. Gülümseyerek kendini besleyen Heftrenk’e baktı uzun uzun. Hemzeşéx’e, Mele mıstefa’ya, arıncik’e, liz’e gülümseyerek uzun bakmaya devam etti. En güzel gözlü Çerkezlerin yaşadığı Simo’ya bakarken sürmeyi gözlerine çekmeyi unutmadı. Güldü Karaağıl’ın içinden geçerken. Güzel suretini gösterdi yalın ayaklı çocukların güzel yüreklerine.
Gözlerini şehre dikti. Uzaktan baktı bu yıkık dökük küçük kente. Yaşlı bir insanın ağzındaki kırık dökük dişleri anımsatan bu ufak şehre bir daha baktı. Baktıkça bakışları daha keskinleşti. Ve en sonunda uzaklara daldı gözleri. Arkalarda bir yerde ufak bir göl gördü. Gölün üzerinde iki adam ufak bir kayıkta ellerindeki ağı suya atıyordu. Su masmaviydi. Gök masmaviydi. Gölün kenarlarında koyun sürüleri uzanıyordu yemyeşil bozkırlara. Baharda buralar kıpkırmızı ve sapsarı çiçeklerle donanırdı. Yeni gelin gibi süslerdi tabiat kendini başlayacak hayata. Gölün doğu tarafında söğütlü köyü vardı. Bu köye baktı. Sanki bir tatil yöresiymiş gibi göründü gözlerine. Ama sonra nedense çok bakımsız olduğu ve insanların yeterince önem vermediklerini düşündü. Doğru ya zaten çevresindeki bütün köylerde aynı şeylerden muzdarip değiller miydi?
Sonra aklına geldi. Adını yanındaki yemyeşil tabiata kurulmuş köyden alan haçlı gölü donuyordu kışları. Buz tutuyordu. Şimdi kayıkta balık tutan insanlar o zamanlar da buzu kırarak balık tutmaya çalışıyordu. Yaşam çetindi burada kış mevsiminde. Yaşam zorluğun son harfine kadar gebeydi zorluklara. Ve köylüler gölün üzerinden yürüyorlardı. Gidiş gelişlerde göl artık bir köprü vazifesi görüyordu. Ve sonra şehirden buraya kadar gelinen yolu izledi. Güllüova köyü muhteşemdi. Yemyeşil, ağaçlıklı güzel bir köydü. Ağaçların gölgeleri her yeri kaplamıştı. Her yer cennetin serinliğini taşıyordu toprak üstüne. Aklına getirdi Piran köyünü Xırabeşehri. Düşündü, düşündü ve kendisiyle konuştu murat. ‘ Ey yurdum ben Asé’yim ben Hasan’ım’ dedi geçtiği yollara, dağlara, taşlara..
Gözlerini kaldırdı yukarıya murat. Arkada duran dağın zirvesine baktı. Evet işte orada duruyordu. Eski zamanların birinden kalmıştı. Bakımlı değildi ama görkemliydi, haşmetliydi. Kim dikmişti Bilican denilen bu dağın tepesine bu kaleyi. Bilican zorluydu Bilican kasvetli, pusluydu. Kışları geçit vermez, yol göstermezdi. Yüreğine aldı mı seni hapseder ve kıyamet gününe kadar saklardı orada.
Ama Murtaza bey dikmişti zamanın birinde kaleyi buraya. Bilican Murtaza beye yol vermiş, iz göstermiş ona yüreğinde kimsenin göremeyeceği yere saklamamıştı. Ve şimdi bu kale yapılan kişinin adıyla boy gösteriyordu. Adı da Murtaza Bey kalesi idi. Murat uzunca bir müddet baktı. Nedense sonra gözlerini kapattı ve başını önüne eğdi.
Gözlerini açtığında aman Allah’ım ne gördü. Her yanı sarılmıştı. Her yerden kuş sesleri yükseliyordu arşa. Murat’ın gözleri parlıyordu. Bu kuşlar nereden gelmişlerdi ve kimlerdi. Çok sonra aklına geldi. Telli turnaların geliş vaktiydi. Ve murat onları eviydi onların varacağı sıcak yürekti. Her yıl aynı vakitte buraya uğrarlar belli bir süre durup sonra giderlerdi. Bu ülke de başka da hiçbir yere gitmezlerdi. Başka hiçbir yeri kendilerine konak yapmazlar, hiçbir yorganın altına girmezler ve murattan başka kimseden bir damla su istemezlerdi.
Murat gözlerini kapattı. Uzun uzun düşündü. Etrafına bir daha baktı. Bütün köylere uzaklarda siması beliren ufak kasabaya sonra bilican dağına ve Murtaza Bey kalesine. Dilinin ucuna bir şarkı geldi oturdu. Ve türküsünü mırıldanmaya başladı.
‘‘ Heseniko kurban ava çemé muradé téye lımı hoyé
Hesen kurban wez lı ber qerağa çem runıştıme benda teme hoyé
Wezé béjım kelekvano ketıme bexté te
Tu mın derbasi wiyali kı wez kefilé cané teme hoyé..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.