Ölüm Senfonisi
ÖLÜM SENFONİSİ
Gözlerimi buğululuktan kurtarıp ayaklarımı zorla sürüdüğüm birikintilere baktım.
Yeni bitmiş yağmur yüzünden üstümdeki tüm kıyafetler tenime yapışıyordu.
Üşüdüğümü hissedebiliyordum.
Etrafımda dönen tüm kalabalığa kulaklarımı kapatıp ilerdeki bir noktaya diktim gözlerimi.
Büyük karanlık binanın çevresi insan seline kapılmış gibiydi.
Bedenimin, ondan önce ruhumun tüm yorgunluklarına rağmen isyanına kulak asmayıp kalabalığa yürüdüm.
Çağlayan gibi akan cadde, arabalar ve insanlık…
Her hangi bir faciaya mahal vermeden az önce izlediğim insan seline kapıldım bende.
İlk dikkatimi çeken büyük puntolarla yazılmış levha oldu.
ZİNDANKALE SANAT GALERİSİ…
Bu hayaletli şehirde böylesine sıkışıp kalmış bir sokak arasına böyle bir yapı yakışır mıydı?
Kalabalığı yarıp hiçbir sebebe gerek duymadan merak dahi etmeden içeri girdim.
Kitaplar, yine insanlar ve çözemediğim bir müzik…
İlk izlenimim bu olsa da ilerledim gidebildiğim yere kadar.
Kitap stantlarından sıyrılabilmeyi başardığımda karşımda uzanmış kalıntılarda takılı kaldım.
Zindan kale…
İşte bunlar ispatlayıcı nitelikteydi.
Kollarımı, başımla beraber demir korkuluklara yaslayıp dakikalarca belki hastalıklı bir şekilde garip bir zevk veren kalıntıları izledim.
Huzur mu veriyordu bu tek renk, kırık taş ve toprak bütünü?
Belki…
Ama yanında çözümleyemediğim bir duygu vardı.
Gözlerimi kapattığım anda etraftaki boşluğu hissettim.
Dayandığım korkuluklar, etrafta dolaşıp deli gibi kitap alan insanlar ve sayfalara sıkışıp kalmış ruhlar…
Hepsi bir anda susup, yitip gittiler.
Tek bildiğim boşluk ve sadece soğuk olduğuydu.
Bir anda patlak veren ve kulaklarımı zedeleyen uğultuyla canım yandı.
Kulaklarımı tıkamak istedim ama değil ellerim kendimi hissettiğimden şüpheliydim.
Uğultu dinmediği gibi sanki beni yok sayan bir kasırganın içindeymişçesine hışırdayan sesler ve soluk homurtular da her yanımı sarmıştı.
Geri döndüğümü sandım önce ama gözlerimi açamamak beni çıldırtıyordu.
Öylesine tükenmiştim ki yeri boylamak istedim. Sadece yokluğunu hissettiğim dünyaya düşmek istedim.
Bir an için ölmeyi diledim..!
Her bir salise orantısızca artan sesler ayırt edilemez olmuştu artık ve sıklaşan nefeslerimi tek tek çalıyorlardı.
Sanki bir savaşın ortasında savunmasız kalakalmıştım öylece..
Ne düşmanım belliydi ne de saklanmam gereken saflarım.
Yaşadığımdan bile emin değilken ölüm en iyi kaçıştı bana.
Sıkışıp kalmıştım bilmediğim bilinmezliklerimin ortasında.
Yok olmuştum…
Uğultu aniden geldiği gibi yok oldu ve kulaklarımda feci bir acı hissettim.
Yok olduğum dünyama düştüğümü biliyordum.
Bitmişti sonunda…
Ölüm kavuşmuştu bana..
***
Bir kitabın parlayan yüzünü ışığa kaldırıp incelediğim sırada arkadaki bir siluet dikkatimi çekti.
Merakla elime aldığım kitabı aynı şekilde standa bırakıp bir an için bile gördüğüm manzaradan gözlerimi çekmeden yürüdüm.
Islak, karamel rengi saçlarıyla dikkat çeken bir kız korkulukların dibinde öylece duruyordu.
Garip olan ve dikkatimi çeken kız değil sanki etrafında bir toz bulutu ya da kalın bir sis tabakası onu sarmalamış gibi gözükmesiydi.
Gözlerimin ya da ışıkların bana oyun oynamadıklarından emin olmak için biraz da korkarak gözlerimi kırpıştırdım.
Hayır, bu bir oyun değildi.
Kızın bedeni boşlukta sallanırcasına dalgalandığında sırtımdan aşağı soğuk bir ürperti geçti ve tüm bedenimi ele geçirdi.
İçimde kopan fırtınalara anlam veremeyerek daha da yaklaştım bu fazlasıyla olağan dışı görünen manzaraya.
Kızın etrafını saran toz bulutunu benden başka hiç kimse fark etmiyor gibiydi.
Hatta kızın etrafından geçen insanların onu gördüğünden bile şüpheliydim.
Bir anlığına tüm suçu kendi beynime atsam da vazgeçtim sonra.
Bu hayal olamazdı.
Kızın dalgalanan bedenine yavaşça yaklaştığım anda tüm toz bulutu sanki bir kelepçeymişçesine aniden çözülüp yok oldu ve gözümün önünde kız yığılıp yeri boyladı.
Nabzımın kulaklarımda attığının farkındaydım. Sadece bir saniyelik tereddüde düşsem de telaş ve merakla kızın dibinde tere çöktüm.
Hareketsiz yerde yatarken kız, ilk dikkatimi çeken kulaklarından sızan kan oldu.
Kırmızı sıvı öylesine bir yol izlemişti ki boynundaki oluk kanla dolmuştu.
Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarparken sonunda durumu fark eden birkaç insan başımıza üşüştüler.
Ne yapacağımı bilemesem de bir anda beynimi devreye sokup kızın nabzına bakmayı akıl edebildim.
Deli gibi sadece bayılmış olmasını dilesem de korktuğum başıma gelmekte gecikmedi.
Kız ölmüştü.
Boğazımda kalakalan tükürüğü zorla yutup etrafımdaki insanlara baktım.
Merakla ağzımdan çıkacak olan sözü bekliyorlardı ama hepsinin önceden durumu anlamış olduğundan emindim.
“Ölmüş…” dediğimde çaprazımdaki bir kadın elini ağzına kapatıp sessiz bir çığlık attı.
Kadının sessiz çığlığında saklanan her şey bir anda su yüzüne çıktı.
Sadece birkaç dakika izlediğim bir kızın durduk yere ölümüne şahit olmuştum ve o toz bulutu aklımdan çıkmıyordu bir türlü.
Korkuyla baktığım kızdan uzaklaşıp kendimi bir köşeye bıraktım.
Uyuşan beynimin çarkları deli gibi dönerken bir polis memurunun konuşmasıyla fark ettim.
“Bakar mısınız? Şahit olarak sizi gösterdiler. Tutanak tutulması gerekiyor. Eğer kendinizi iyi hissediyorsanız olayı anlatır mısınız?”
Sindiğim köşeden kurtulup son derece genç olan polise baktım.
Anlatmalı mıydım?
Sağduyumu kaybetmiştim sanırım.
Nedeninden bihaber olsam da ağzımdan kaçan soruya engel olamadım.
“Neden ölmüş?”
Genç polis huzursuzca kıpırdanıp gözlerini kaçırdığında bunun normal bir ölüm olmadığının farkında olduklarını anladım.
“Sağlık görevlileri kalbinin aşırı basınç nedeniyle patladığını ve kulaklarının bu yüzden kanadığını söylediler.”
Bir nevi vurgun gibiydi.
Vurgun…
Yerin yalnızca birkaç kat altında bu mümkün müydü?
Üstelik yalnızca bu kızın başına gelmesi…
Bir insanın kalbi neden patlardı ki?
Toz bulutunu aklıma getirdim.
Polislere doğru ama eksik ifade verip olabildiğince çabuk kurtuldum ordan.
Buna rağmen vakit nerdeyse gece yarısını bulmuştu. Eve vardığımda paçaları çamura bulanmış pantolonumdan ve tüm kıyafetlerimden kurtulup kendimi banyoya attım.
Dışarıdaki soğuk kadar keskin olan şu tüm ölü hücrelerimi uyarıp, uyuştururken o kızı düşündüm. Yüzü, boynunu boyayan kan gözümün önünden gitmiyordu bir türlü.
Neden!?
Bu soru beynimi patlatacaktı. Sadece bir iki dakikalığına görmüş olduğum birinin ölümüne şahit olmak, üstelik bundan suçluluk duymak niyeydi?
Durumu daha çabuk idrak edebilseydim küçük bir şansı olabilir miydi?
Başıma kuvvetli bir yumruk geçirdikten sonra tan anlamıyla donmuş bir şekilde suyun altından sıyrıldım.
Hayır, şansı falan olamazdı o kızın. Yere düşene kadar toz bulutunun ona ne yaptığından bihaberdim.
Ölmüştü.
Bir zindanın lanetine uğramadığını kim söyleyebilirdi ki?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.