- 2947 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
TESETTÜR
Tesettür; Arapçadan Türkçeye “kadınların kapalı bir biçimde giyinmesi “ olarak Türk Dil Kurumunun sözlüğünde geçmektedir. Toplumumuzda tesettür denildiğinde erkeklerin giyinmesi veya örtünmesi akla gelmez. Tesettür denilince hemen kadınların giyinmesi, örtünmesi akla gelir.
Osmanlıca lügatte “Arapça, setr’den: örtünme, gizlenme, kapanma (kadınlar hakkında)” olarak geçmektedir.
Örtünmeyle ilgili olarak gelen ayetlere baktığımızda,
Nur suresi 30. Ayette; “Mümin erkeklere, gözlerini dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır” denilirken, erkeklerin örtünmesinden değil, erkeklerin gözlerini haramdan sakınmalarından, ırzlarını korumalarından söz etmektedir. Erkeklerin ırzları denilince erkek egemen toplumlarda, erkeklerin sahip olduğu kadınlar anlaşılır. Ayetin yönlendirmesi, ırzlarını (kadınlıklarını) ortaya dökmüş kadınlara mümin erkeklerin bakmaması, onlardan yüz çevirmesidir. Yani; gerek açılarak, gerek bedenini ortaya koyarak, toplum içinde ahlak değerlerini önemsemeyen, zinaya yönlenmiş kadınlara karşı erkeklerin dikkat etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Zinaya yönelmiş kadınlar olmasa da, onların dikkatini çekecek şekilde dik bakmamaları konusunda da erkekler uyarılır. Diğer taraftan, eş, anne, kız kardeş, hala, teyze, büyük anne, kız çocuğu, gelin, kız torunlar gibi kadınlar üzerinde söz sahibi olan erkekler, söz sahibi oldukları kadınlarını zinaya karşı korumaları, ırzlarını koruma olarak ifade edilmiştir.
Nur suresi 30.ayetin hemen ardından 31.ayet geliyor. Allah 31. Ayette; “Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine kadar örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, ellerinin altında bulunanlar köle erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tabi kimseler yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz”
Nur suresinin 30. Ayetiyle başlayan örtünmeyle ilgili konular, 31. Ayetiyle tamamlanmıyor. Konu devam ediyor. Devam eden 32, 33, 34. Ayetlerde “Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi katından onları zenginleştirir. Allah, nimetleri geniş olan ve bilendir. Evlenme imkânını bulamayanlar ise; Allah, nimetleriyle kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında bulunanlardan hizmetlilerden birbiriyle konuşmak, yazışmak, anlaşmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir hayır görüyorsanız, hemen onlara yardım edin. Allah’ın size vermiş olduğu malından siz de onlara verin. Dünya hayatının geçici menfaatlerini elde edeceksiniz diye, namuslu kalmak isteyen hizmetlileri fuhşa zorlamayın. Kim onları zor altında bırakırsa, bilinmelidir ki zorlanmalarından dolayı Allah onlara çok bağışlayıcı ve merhametlidir. Ant olsun ki biz size açıkça bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik”
Nur suresinin 30. Ayetten başlayıp 34. Ayet dâhil işlenen konularda, tesettür ayetler içinde geçen tali bir konudur. Ancak Müslümanlar nedense, ayetin işlediği konuları sadece tesettüre bağlayarak konuyu basitleştirmişlerdir. Erkek egemen toplumların, ayeti sadece kadınların örtünmesine yönelik hükümlere dönüştürmesi, ayetlerin kendilerine yüklediği sorumluluklardan kaçması demektir. Ayetlerin incelediği konuları maddeler halinde şu şekilde özetleyebiliriz.
1. Toplumda fuhşa yönelmiş, bu nedenle, giyimleriyle, kuşamlarıyla, davranışlarıyla erkeklere hitap eden kadınlar vardır. Erkekler bu tür kadınlardan uzak durmalıdır. Bu kadınlar evli, bekâr olabilir. Ailelerle birlikte yaşayan hizmetli kadınlar olabilir. Toplumda bedenlerini satarak ticari çıkar sağlayanlar olabilir. Müslüman erkekler asla bu kadınlarla ilişki kurmamalarıdır. Müslüman erkeklerin gözlerini haramdan korumaları, sadece açık kadınlara bakmamaları olarak anlaşılmaktadır ki, böyle olunca ayetin anlamı daralmaktadır. Hâlbuki gözlerini haramdan çevir ifadesiyle başlayan cümle, ırzlarını da korusunlar hükmüyle tamamlanmaktadır.
2. Toplumda fuhşa yönelmemiş, ancak giyimiyle kuşamıyla açık bir şekilde ortada dolaşan, düşüncelerinde, aklında, duygularında, fuhuş amacı olmasa da, erkeklerin dikkatini çeken kadınlar vardır. Müslüman erkekler bu tür kadınlara gözlerini dikerek bakmamaları gerekir. Onları gördüklerinde gözlerini çevirmeleri Allah tarafından tembih edilir. Çünkü o kadınlara erkeklerin gözlerini dikerek bakması, hem kendileri, hem de kadınlar için tehlikeye kapı açmak anlamına gelir.
3. Müslüman erkeklerin ırzlarını korusunlar hükmü, üzerinde söz söyleme hakkı bulunan kadınları, fuhşa yönelmekten uzaklaştırsınlar anlamındadır. Bu kadınlar kimlerdir. Müslüman erkeklerin, eşleri, kız çocukları, anneleri, kız kardeşleri, halaları, teyzeleri, büyük anneleri, kız torunları vs. Elbette Müslüman erkekler, toplumdaki Müslüman kadınlara da, fuhşa kaymamalarını tavsiye edeceklerdir. Bu yönde bilgilendirme, uyarma, eğitim çalışmalarını sürdüreceklerdir.
4. Aynı konu içinde Müslüman kadınların da nasıl giyinecekleri ele alınmıştır. Müslüman kadınların, erkekleri fuhşa yöneltecek şekilde cazip giyinmemeleri, başlarını örtmeleri, kadınlık hatlarını belirleyecek tarzda giyinmemeleri belirtilmiştir. Giyindikleri zaman da davranışlarına dikkat etmeleri gerekir. Zira sadece şekil olarak giyinmek konuyu çözmez. Şekil olarak giyinenlerin, fikir, duygu olarak da giyinmeleri, yani giyinik olarak fuhşa yönlenecek, yönlendirecek davranışlarda bulunmamaları gerekir. Yürürken, konuşurken, otururken, kalkarken vakurluluklarını korumaları, kadınlıklarıyla dikkat çekici olmamaları istenir. Topuklarını vurarak yürüyerek dikkati çekmemek… Davetkâr bakışlarıyla erkeklere bakmamak… Konuşurken kullandığı üslupla, davranışlarıyla kadınlığını öne çıkarmamak… Ayetler içinde kadınlara tembih edilen hususlardır.
5. Erkekler veya kadınların fuhşa yönlenmelerinin ana nedenleri bedensel ihtiyaçlarının giderilme konusudur. Kadınlık veya erkeklik açısından, biyolojik olarak kadınlık veya erkeklik gücüne ulaşanların, ahlaki ve yasal kurallar içinde, kadınlık ve erkeklik ihtiyaçlarını gidermeleri gerekir. İhtiyaçların giderilmesinde ahlaki ve yasal olan yol evlilik kurumudur. Bu nedenle bekârların evlendirilmesi Müslüman erkeklere bir sorumluluk olarak yüklenmiştir. Özellikle Allah’ın nimetleriyle zenginleşen insanların, zenginliklerini bekârları evlendirmek, onlara yardım etmek hususunda harcamaları ayetin temel hükümlerindendir.
6. Özellikle yanlarında hizmetli çalıştıran ailelerin, yanlarında çalışan bekârların evlenmelerini sağlamaları… Hayat mücadelesinde onların yanında olmaları ayetlerde ifade edilmektedir. Böyle yapmazlarsa sanki insanların fakirlikten, yokluktan ve cinsel ihtiyaçlarından fuhşa kaymalarının nedeninin, imkânı olan Müslüman erkeklerin sorumluluklarını yerine getirmemeleri olarak belirtilmektedir.
7. Günümüzde Müslümanların genelinin, hemen karşı çıktığı, bir ahlaksızlık olarak nitelediği, bekârların birbiriyle evlilik veya aşk, sevgi konularında yazışmaları, haberleşmeleridir. Müslümanların çoğu bu tür hareketlerin kadınlar, kızlar tarafından yapılmasına asla razı olmazlar. Erkekler yaptığında aslan oğlum derler. Aslan gibi adam derler. Ama kadınlar yaparsa yeri göğü yıkarlar. Hâlbuki Allah’ın ayetlerinde bu tür girişimler ahlaksızlık olarak nitelenmemekte, aksine bu tür girişimlerin normal görülerek, kontrollü biçimde hayra dönüştürmeleri istenmektedir. Yani; eğer bekâr erkek veya kadınların birbirleriyle sevgiden, aşktan doğan, sonu evlilik anlaşmasına doğru giden, buluşmaları, yazışmaları, haberleşmeleri varsa, bunları yasaklama yerine, bunları normal görerek ortaya çıkarmak, onlara yardım etmek, Müslüman erkeklere görev olarak yüklenmiştir. Kısa Müslüman erkelere verilen görev, onlara yardım edin. Onların gizli yapacakları şeyleri alenileştirin. Görüşmek istiyorlarsa görüştürün. Konuşmak istiyorlarsa konuşturun. Yazışmak istiyorlarsa yazıştırın. Çünkü gizli olan her şey suç işlemeye doğru gider. Korku, baskı insanlara suç işletir. Müslüman erkekler, baskılarıyla, korkutmalarıyla, bekâr erkek ve kadınların suç işlemelerine neden olmasınlar. Tam tersine onların buluşarak, konuşarak, anlaşarak evlenmelerine, maddi manevi yardımda bulunsunlar. Ayetin bu özü anlamlıdır. Hadis kitapları incelendiğinde, o dönemlerde Müslüman kadın ve erkeklerin, bu konularda çok rahat olduklarını görürüz. Resulün huzuruna evlenmek istediğini söylemek için gelen kadınlar, erkekler hakkında tarihi bilgiler vardır.
8. Evli veya bekâr kadınları, erkekleri fuhşa sürükleyen her türlü girişimi, eğitimle, tavsiyelerle, gerekli tedbirleri almakla engellemeleri Müslüman erkeklere yüklenen sorumluluktur. Ayetlerin özünde tesettür anlayışı, toplumsal düzeni bozacak, kadın erkek ilişkilerini engellemektir. Basit bir örtünme, başörtüsü meselesi değildir.
Maddeleri özetlersek, Nur suresindeki ayetlerin konu akışında, ahlaki değerleri yüksek insanların fuhşa (zinaya) düşmemesi için her türlü tedbirin alınması anlatılıyor. Müslüman erkeklere bu yönde büyük sorumluluklar yükleniyor. Konu içinde kadınların örtünmesi olayın bir parçasıdır. Ancak geçmişte ve bu gün, ayetlerin Müslüman erkeklere yüklediği temel görevler unutularak, mücadele sadece kadınların örtünmesine odaklanmıştır. Bu yanlış tutum, ayetin genelinde anlatılan, insanların fuhşa yönelmelerine göz yummak olarak ortaya çıkmıştır. Bekârların evlendirilmemesi, fakirlikle boğuşan ailelere sahip çıkılmaması, Allah’ın verdiği nimetlerin onlarla paylaşılmaması, insanları fuhşa zorlayanlara ses çıkarılmaması gibi önemli konuları göz ardı eden Müslüman erkeklerin, kadınları örterek sorunu çözecekleri inancı, aslında Allah’ın onlara yüklediği görevleri yapmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Elbette sorumluluklar içinde kadınların örtünmesi de vardır. Ancak kadınların örtünmesi tesettür konusunun ana mihengi değildir. Tesettür konusunun ana mihengi, insanları fuhşa sürükleyen bütün yolların kapatılmasıdır. Bekârlık, fakirlik, zorlayıcılık, baskı, doğal olmayan davranışlar, insanların haklarına dikkat etmeyen kurallar insanları fuhşa sürükler. Mesela; buluğa erişmiş genç erkek, genç kız, ailelerinin her türlü baskısına rağmen gizlice buluşmaya, görüşmeye çalışırlar. Çünkü bedenlerindeki gelişme, onların karşı cinse meraklarını artırır. Böyle bir durumda doğaya aykırı olarak onların engellenmesi söz konusu olduğunda, onlar suça teşvik edilmiş olur. Hâlbuki Allah bu konuda Müslüman erkeklere ciddi bir görev yüklüyor. Allah’ın erkek ve kadın olarak yarattığı bu insanların, yaşadıkları bedensel gelişmeleri dikkate alınarak, bilgilendirilmeleri, bilinçlendirilmeleri, eğer sevgi, aşk doğmuş ve evliliğe yöneliyorsa yardım edilmesi istenir. Ne yazık ki günümüzde ve geçmişte Müslüman erkekler Allah’ın kendilerine yüklediği bu sorumlulukların bilincine varamamışlar. Ailelerini, çocuklarını korumak için, Allah’a rağmen, baskıya, zorlamaya yönelik ciddi kurallar geliştirmişlerdir. Bunun sonucu olarak da, baskı gören kadınlar, kızlar, beyaz kadın ticareti yapan çetelerin eline düşerler. Beyaz kadın ticareti, kadınların, kızların parayla fuhuş yaptırılması olarak neticelendiğinde, Allah’ın ayetlerine baktığımızda sorumluları Müslüman toplumlarda, zorlayan, yasaklayan, yardım etmeyen Müslüman erkeklerdir.
Böylece tesettür Allah’ın ayetlerinde yeni bir anlam kazanıyor. Ortaya çıkan anlamda tesettürün sadece kadınların kapanmasını anlamıyoruz. Tesettür denilince, bütün erkek veya kadınları fuhşa götüren yolların kapatılması olarak anlamamız gerekiyor. Erkek veya kadınları fuhşa götüren yolların neler olduğunu biliyoruz. Bu yolları kapattığımızda, yani tesettüre soktuğumuzda, Allah’ın tesettür emrini yerine getirmiş oluruz.
Ayetlerin indiği dönemlerde Müslümanlar çok değişik hayat şartları yaşamışlardır. Müslümanların yaşadığı hayatı bazı açılardan ele alabiliriz.
1. İslam’ın ilk tebliğinin yapıldığı Mekke’de geçen 12 yıl boyunca, Müslümanların şekilsel örtünmesine yönelik hiçbir hüküm gelmemiştir. Ancak Müslümanların zina yapmamaları, fakire, yolda kalmışa, ihtiyaç sahiplerine sahip çıkmaları emredilmiştir. Mekke’de inen ayetlere baktığımızda, nur suresinin 32, 33, 34. Ayetlerinde anlatılan konularla aynı özü taşır. Dolayısıyla Mekke’de şekilsel olarak “kadınlar başlarını örtsünler” şeklinde ayet gelmemiş olsa da, tesettürün geniş anlamını kapsayan ayetler gelmiştir.
2. Müslümanlar Medine’de devlet olarak yaşama geçtiklerinde, toplumsal kurallar tamamlanmıştır. Aslında Mekke’de inen ayetlere baktığımızda, toplumsal kuralların çoğu o dönemde gönderilmiştir. Mekke’de gelen toplumsal kuralların temeli, Medine’de gelen hükümlerin özlerine yönelik esaslardır. Bu nedenle diyebiliriz ki, bireysel, toplumsal temel kuramlar, Mekke’de gelen ayetlerle belirlenmiştir. Müslümanlar tarih içinde şekilciliğe dönüştüklerinden, konuların özünü kavramaktan çok, şekiller etrafında dolaşmaya başlamışlardır. Sadece Müslüman toplumların laik yönetimlere dönüştüğü dönemlerde değil, güya şeriatla yönetildiği dönemler de dahi, fuhşa yönelen yollar kapatılmamış, kadınların kapatılması öne çıkarılmıştır. Müslümanlar kadınlarını kapatırken, genelevlerine, parayla fuhuş yapan kadınlara rahatça gitmişlerdir. Artık günümüzde, Müslüman toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için genelevine gitmesi normal karşılanmaktadır. Ve bugün, ülkenin yasalarından zina suç olmaktan çıkarılmıştır. İsteyen herkes yasa dışı sayılmayan zina fiilini içine sığdırdığı müddetçe yapabilir. Cumhuriyet öncesi geçmiş dönemde boşanmalarla ilgili hukukun ortaya konması, hulle yani boşanan cinslerin tekrar evlenmesi konusunda ayetlere aykırı davranışlar, Müslümanların hem hukukuna, hem de yaşamına damgasını vurmuştur. Özellikle Müslümanların yaşamına ayetlere aykırı sokulan hulle konusu, sanki fuhşu yasallaştırmıştır. Zira İslam adına uydurulmuş fıkıh kitaplarında, boşanmadan sonra tarafların tekrar evlenme isteklerinin önüne, hulle, yani kadının bir başkasıyla evlenip boşanması şartı, ayetlerin içeriğine aykırı olarak yasallaştırılmıştır. Ayette, aynı kadın, aynı erkek tarafından üç defa denenen evliliğin, üçüncüsünün de boşanmayla sonuçlanması karşısında, dördüncü defa evlenmeleri engellenmiştir. Burada amaç, üç defa deneyip başaramayanların, artış şanslarını başkalarıyla evlenmekte aramaları, evlilik kurumunu yazboz tahtasına dönüştürmemeleridir. Ancak İslam fıkhı diye uydurulan hükümlerde, Allah’ın aynı kişilerle üç defa evlenme şansını bire indirerek, ikinci evlilikleri yasaklanmıştır. Bunu aşmak isteyen cahil Müslüman toplulukların önüne, çare olarak, Müslüman erkeklerin, kadınlarıyla tekrar evlenmeleri için, yabancı bir erkekle tek gecelikte olsa evlenip boşanma şartı konmuştur. Fıkıhta buna hulle denilmektedir ki, anlayışı, uygulanışı tamamen Allah’ın ayetlerine aykırıdır.
3. Medine’de gönderilen Ahzap suresinin 59. Ayetinin “Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir” ifadesi ilginçtir. Bu ayeti, öncesindeki ve sonrasındaki ayetle birlikte okuduğumuzda, “Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir. Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dışarı çıktıkları zaman dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Ant olsun, ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haber yayanlar vazgeçmezlerse, seni onlara musallat ederiz, sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler”(Ahzap: 58, 59, 60). Ahzap suresinde söz edilen hükümler Medine’de geçmektedir. Medine’de Müslümanların kendi devletleri vardır. Yönetim Müslümanların elindedir. Böyle olmasına rağmen, Müslüman kadınlar dışarıya çıktıklarında, münafıklar onlar hakkında dedikodu çıkarıyorlardı. Tabi bu dedikoduları güçlü, kuvvetli ailelerin kadınlarına karşı çıkaramıyorlar. Genellikle kadınlarının haklarını gerektiği gibi savunamayacaklar hakkında çıkarıyorlardı. Ayet, o günkü bu anlayışa karşı tedbir olarak, kadınların tanınmayacak şekilde giyinerek dışarıya çıkmalarını istedi. Amaç, kadınlar hakkında dedikodunun çıkarılmasını önlemekti. Münafıklar kapalı kadının kim olduğunu bilemeyeceklerinden, ya güçlü birinin kadını çıkarsa endişesiyle susacaklardı. Böylece ayetin özündeki tesettür gerçekleşecekti. Burada gerçekleşen tesettür kadınların tanınmayacak kadar kapanması değil, dedikodu yollarının kapanmasıydı. Eğer toplum veya devletin gücü dedikoduları önleyecek güce ulaşmış olsaydı, kadınların tanınmayacak şekilde topluma çıkmaları tembihlenmeyecekti. Medine’de bu hükmün gelmesinin nedeni, Medine toplumunun yapısıydı. Her ne kadar Medine’de Müslümanlar devlet kurmuş, devleti yöneten peygamberse de toplum çok karışıktı. Zira peygamberin Medine’ye hicret edip devlet kurarken yaptığı sayımda, Medine’nin kenarlarındaki vahalarında yaşayanlar da dâhil olmak üzere 10.000 nüfusu vardı. 10.000 kişilik nüfusta, Müslümanlar 1500, Yahudiler 4.000, putperest Araplar 4.500 kişiydi. Medine’de Müslümanlar nüfusun %15’i olmalarına rağmen devleti kurmuş, Medine’ye hâkim olmuşlardı. Tabi Müslümanların bu nüfus oranıyla Medine’ye hâkim olabilmelerinin, devletlerini kurabilmelerinin nedenleri vardı. Ancak bu nedenlerin tesettür konusuyla ilgisi olmadığı için burada söz etmeye gerek yok. Müslümanların şehir merkezinde 5-6 bin Yahudi ve putperestler arasında yaşaması kolay değildi. Müslümanları çekemeyen, ama iktidarlarına bir şey diyemeyenler, Müslüman kadınlar hakkında dedikodu çıkararak, Müslüman erkeklerin moralini bozmaya çalışıyorlardı. Ahzap suresinde gelen bu ayetler, Müslümanların moralini bozacak girişimlerinin önünün kapatma (tesettür) anlamındaydı.
4. Ahzap suresi 32, 33, 34, 35 ayetlerinde, “Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korkuyorsanız, çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır. Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, Allah’a itaate devam eden erkekler ile itaate devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazi erkekler ve mütevazi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” Ayetler üzerine herhangi bir yoruma ihtiyaç yok. Zira ayetler peygamberin ev halkından başlayarak, hem kadınlar için, hem de erkekler için tesettür (kapanma) adına neler yapması gerektiğini anlatıyor. İnsanların kalplerinde şüphe düşürmeyecek, insanların ümitlenmesine imkan vermeyecek şekilde davranmaları gerektiğini, değişik açılardan ayetler ele alıyor. Ayetlerin dediği yoldan giden erkek ve kadınlar, onurlu, vakarlı, kimlikli, kişilikli birer insan olarak toplumda varlıklarını sürdüreceklerdir.
5. Ahzap suresi 53, 54 Ayetlerinde “Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber’in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber’i üzmekte, fakat bunu söyleyememektedir. Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber’in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır. Bir şeyi açığa vursanız da, gizleseniz de şüphe yok ki Allah, her şeyi gayet iyi bilmektedir” Görüldüğü gibi toplumun lideri durumunda olan peygamberin hanımlarının diğer kadınlardan daha çok dikkatli olmaları istenmektedir. Aynı zamanda erkeklerde peygamberin hanımlarına gereken saygıyı göstermeleri gerekir. İçinde yaşadığımız toplumda da sıkça görülen bir hadiseyi ayetler ele alıyor. Misafirliklerimizi düzenli yapmalı. Misafir ev halkını güç durumda bırakmamalıyız. Zira ev halkının da kendine göre ihtiyaçları vardır. Misafirliğin zamanı, süresi önemlidir. Günümüzde misafirlik için randevu almak, yani önceden haber vermek güzel bir gelenek olarak yaşanır oldu. Bu geleneğe Müslümanların dikkat etmesi, misafirliğe gittiklerinde misafirlik sürelerini uzatmamaları ahlaki açıdan önemli bir kuraldır. Elbette habersiz misafirliğe gidiş yasaklanmış değildir. Ancak misafirliğe gidilen kişiyi veya aileyi zor durumda bırakmamak her zaman güzeldir. Toplumumuzda geliştirilen “tanrı misafiri” kavramı ve uygulaması her zaman olumlu sonuçlar doğurmaz. Kaldı ki tanrı misafiri olgusu, bilişen, tanışan insanlar için değil, rastgele gelen insanlardır. Bilişen tanışan insanların “nasılsa tanrı misafiri sayılırız” diyerek, aklına estiklerinde misafirliğe gitmeleri hoş değildir. Böyle bir durum bazen insanları zor duruma düşürebilir. Düşünülürse “tanrı hiçbir zaman insanların insanları güç durumda bırakmasını istemez” Ne var ki toplumumuzda, misafirlik için kapıya gelmiş olanları çevirmek toplumsal ahlaka sığmamaktadır. O nedenle insanlar gönülden istemeyerekte olsa içeriye buyur etmektedir. Kapısına dayanmış misafiri görünce canı sıkılan ev sahibinin, adet gereği istemeyerek içeriye davet ederken “nerden çıktı şimdi misafir” diyerek içinden söylenen bir misafirliğin anlamı olmasa gerektir. Davranışın ev sahibini güç durumda bıraktığı bir yana, ev sahiplerini ikiyüzlü duruma da düşürmektedir. Zira misafir ret edemeyen ev sahibi, mecburen kabul ederek, içi başka, dışı (davranışı) başka olmaktadır. Bu nedenle, özellikle Müslümanların ayetin özünü de dikkate alarak, mümkün olduğunca önceden planlanmış, haberi verilmiş misafirlikleri hayatlarına geçirmeleri önemlidir.
6. Ahzap suresi 30, 31 ayetlerinde; “Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah’a göre kolaydır. Sizden kim, Allah’a ve Resulüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır” Bu ayet, günümüzde de, önemli insanların, liderlerin, toplumun ileri gelenlerinin söylediği sözün karşılığıdır. “Biz normal, sıradan insanlar değiliz. Bizim hareketlerimiz toplumun dikkatini çeker. Topluma örnek insanlarız. Onun için davranışlarımıza dikkat etmeliyiz. Biz herkes gibi her istediğimizi yapamayız. Toplumun önünde olmanın da bir bedeli vardır. Bu bedeli ödemek zorundayız” Mantığında söylenen bu sözler, ayetin vurguladığı gerçeklerdir. Peygamber hanımları sıradan Mümin kadınlar değildir. Onlar Allah’ın resulünü temsil etmektedirler. Onun hanesini temsil etmektedir. Onlar topluma örnek olmaları gerekenlerdir. Mümin kadınlar peygamber hanımlarını kendilerine örnek alırlar. O nedenle Allah peygamber hanımlarını uyarıyor. “Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır” Yani peygamber hanımları, mümin kadınların işlediği bir suçu işlerse, mümin kadınlara verilecek cezanın iki misliyle cezalandırılacaklardır. Bu artırım onların toplumsal örnekliğiyle ilgilidir.
Ayetlerin özünden anlaşılacağı gibi, ayetlerde işlenen tesettür konusu, erkek ve kadın ilişkilerinde, fuhşa, hayasızlığa, kötülüğe giden yolların kapanmasıdır. Baş örtüsü veya giyim kuşam bu genel kapanmanın içinde, kurallardan biridir. Müslümanların tesettürü sadece baş örtüsüyle eşleştirmesi, ayetlerin anlattığı tesettür anlayışını kavrayamamalarındandır.
ŞEKLİ ÖRTÜNME:
Ayetlerin özünde “başörtülerine yakalarına kadar örtsünler” dışında şekli örtünmeyle ilgili herhangi bir şey yoktur. Ayetlerin örtünmeyle ilgili ortaya koyduğu öz, ilk planda insan aklının, hayalinin, düşüncelerinin, kalbinin örtünmesi, buna paralel olarak da şeklen örtünmektir. Nur suresindeki ayetin özünde, “örtünüp de örtünmemiş, giyinip de giyinmemişler gibi olmayın” uyarısı vardır. Veya örtünmüş, giyinmiş ama,kadın olsun, erkek olsun, karşı cinslere, cinsiyetlerini, çekiciliklerini belirtmek için, gözle, sözle, vücut hareketleriyle davranışlarda bulunmasın. Bu önemlidir. Her yeri kapalı bir erkek veya bir kadın, isterse gözleriyle, diğer cinsin gözlerinin derinliğine ulaşarak, hayalinde, gerçeğinde sınırları aşarak suç işleyebilir. Giyimleri, kuşamları, örtüleri hiçbir anlam ifade etmez.
Giyim, kuşam ve örtünme, erkek veya kadınların toplum içine çıkma kurallarıdır. Kuralları samimiyetle (ihlasla) yerine getirenlerin, birlikte herhangi bir yerde bulunmaları yasak değildir. Ev içinde, ev dışında, sokakta, çarşıda, pazarda, toplu yerlerde, arazide, otobüste vs. kadın erkek tesettür anlayışına, kurallarına uyduğu müddetçe birlikte bulunabilirler. Yine aynı şekilde, sözlerini, davranışlarını tesettür kurallarına uydurarak, kadınlar erkeklerle, erkekler kadınlarla konuşabilirler. Burada önemli olan, kişinin iç ve dış tesettür kurallarına uymasıdır. İç ve dış, yani maddi manevi tesettür kuralları, insanların birlikte güven içinde yaşamaları için konulmuştur. Değilse, bir kadın tesettürlü olduğunda yabancı erkeklerin bulunduğu yere giremeyecekse, onlarla konuşamayacaksa, tesettürlü olmanın bir anlamı yoktur. Veya bir erkek, tesettürlü olduğunda yabancı kadınların bulunduğu yere giremeyecekse, onlarla konuşamayacaksa, tesettürlü olmanın bir anlamı yoktur. İnsanlar mahremi olan, ev halkının yanında, kendi başlarına iken tesettürlü olmak zorunda değillerdir. Tesettür mahremin (ailenin) dışına çıkma noktasında başlar. Günümüzün anlayışlarında durum vahimdir. Muhafazakar Müslümanların geneli, hem tesettürü, hem de kadın erkek ayrışmasını öne çıkarırlar. Yani kadınlar, erkekler ayrı yerlerde bulunurlar. Böylece sanki, kadınların tesettürlü olması kadınlar için, erkeklerin tesettürlü olması erkekler içinmiş gibi algılanır. Elbette, yabancı erkekler, kadınlar karşısında, mümin erkekler, mümin kadınlar tesettürlü olmak zorundadırlar. Ancak; erkekler mahremi olmayan erkeklerin yanında tesettürlü olmadıklarında sınırı aşmış olurlar. Aynı şekilde kadınlar da mahremi olmayan kadınların yanında tesettür kurallarına uymadıklarında sınırları aşmış sayılırlar. Ne kadınlar, kadın kadına bulunuyoruz öyleyse açılalım saçılalım diyebilirler. Ne de erkekler, erkek erkeğe bulunuyoruz, öyleyse istediğimiz gibi davranabiliriz diyebilirler. Toplum içine çıkmanın bir bedeli vardır. Bu bedel tesettürdür. Bu bedeli ödeyen erkek ve kadınlar, birlikte evde, sokakta, işyerlerinde, çarşıda, pazarda bulunabilirler.
Günümüzde Müslüman erkeklerin, kadınlarına tesettürü uygulamaları enteresandır. Mesela bir Müslüman erkek, kadınını, kızlarını kapatmışsa, yani tesettürlü hale getirmişse, onlarla, çarşıya, pazara, kıra, sinemaya, tiyatroya, etkinliklere gider. Ama, evine bir misafir geldiğinde, evinde haremlik selamlık uygulayarak, kadın erkek ayrı otururlar. Gelen misafirler, ev halkı tesettürlü olsalar da yine ayrı otururlar. Halbuki onların tesettürü birlikte oturabilmelerine, misafirlik içinde karşılıklı konuşabilmelerine imkan vermektedir. Sanki Müslüman kadın ve erkekler, dini en derin yaşamayı Müslüman kardeşlerine göstermek istercesine, evlerinde ayrım yaparlar. Sokağa, yanı tanımadıkları insan içine girdiklerinde haremlik selamlık uygulamazlar. Bu durum ne yazık ki, hem tesettürü anlamamak, hem toplumsallaşmanın dışına çıkmak, hem de Müslümanlığı yanlış örneklemek olarak karşımıza çıkarır. Bunun örnekleri çoktur. Tesettürlü bir bayan, çarşıda, pazarda, dükkanlarda, erkek satıcılarla çatır çatır pazarlık ederken, asla haremliği, selamlığı düşünmezler. Ama bir Müslüman erkek kardeşini yolda, sokakta, evinde görse, yabancı “namahrem günah” diye konuşmazlar. Bu ikilem, bilgisizlikten,bilinçsizlikten kaynaklanmaktadır. Sanki Müslüman erkekler, ailelerinin tanıdıkları, Müslüman kadınların ırzlarına, namuslarına göz dikecekmiş gibi hemen haremlik selamlık uygularlar. Halbuki aynı hassasiyeti, çarşıda, pazarda, mağazalarda satıcılarla pazarlık ederken göstermezler. Bu garip mantık, Müslümanların ya Müslümanlara güvensizliğinin bir göstergesi, ya da büyük bir cahilliktir. Halbuki Müslümanlar her şeyden önce, herhangi bir önemli sorunda, eğer başlarında olamayacaklarsa, ırzlarını (kadınlarını, kızlarını) ancak Allah’a ve Müslüman kardeşlerine teslim edebilirler. Müminin anlamı güvenilendir. Böyle olmasına karşın, Müslümanlar kadınlarını pazara gönderirken pazarcıya güvenirler. Ama evlerine gelen erkek arkadaşlarına veya evlerine gittikleri erkek arkadaşlarına güvenmezler. Kurallarla değil, zorlamayla değil, kadın erkek arasındaki muhabbet farkı nedeniyle, kadınların kadın kadına, erkeklerin erkek erkeğe konuşma isteklerinden dolayı doğal olarak ayrışmaları, ayrı odalara veya salonlara çekilmeleri konunun dışındadır. Hiçbir zorlama yapmadan, kadınların erkeklerin kendiliklerinden ayrı köşelere çekilip sohbet etmelerini hiç kimse yadırgamaz. Ancak, dinde bir kural olmadığı halde, Müslümanların garip düşünceleriyle kadın erkek ayrışması garip karşılanır. Kaldı ki, Müslüman erkeklerin, dostları, arkadaşları, akrabaları olduğu mümin kadınları tanımaları… Aynı şekilde Müslüman kadınların, dostları, arkadaşları, akrabaları olduğu mümin erkekleri tanımaları… Her zaman en iyisidir. Zira herhangi bir sorunla karşılaştıklarında ilk müracaat edecekleri Müslümanlardır. Ama; haremlik, selamlık ve yüzlerin peçeyle kapanması neticesinde durum öyle bir noktaya varmıştır ki, Müslüman erkekler, kendi karılarını, kızlarını dahi sokakta görseler tanımayacak durumdadırlar. Bu hastalıklı anlayış çok tehlikelidir. Düşünün, yolda yüzü, gözü kapalı bir kadın görüyorsunuz. Başı dertte, yardım etmek istiyorsunuz ama çekiniyorsunuz. Niye? Günah… Kadın tek başına, ortada ne yapacağını şaşırmış vaziyette duruyor. Ve siz Müslüman erkek olarak yanlış din algılarınız, anlayışlarınız nedeniyle Müslüman kardeşinize “namahrem günah” diye yardım elinizi uzatamıyorsunuz. Hani müminler kardeşti. Allah “müminler müminlerin kardeşidir”, “müminler müminlerin dostudur” derken, kadın erkek mi ayırıyor? Tam tersine, Allah müminleri birbirlerine emanet ediyor. Tabi gönderdiği kurallar çerçevesinde.
Müslümanların bu tür yanlış algılamalarının faturası ağır olmuştur. Genellikle Müslüman erkekler, Kur’an okumalarıyla kendilerini geliştirirken, kadınları aralarına almayarak kültürel boyutta farklılaşmalara neden olmuşlardır. Böyle yapanlara, bunun yanlış olduğunu söylediğinizde, “kadınlar da kendi aralarında okuyorlar” cevabı verilmektedir. Evet doğrudur. Kadınlar da kendi aralarında Kur’an okumalarını yapmaktadırlar. Peki sonuç ne? Sonuç, kadınlar farklı noktalara almış başını gitmiş. Erkekler farklı noktalara almış başını gitmiş. Bilgilenme de, bilinçlenme de büyük bir kültür farklılaşması doğmuş. Erkek egemen anlayış, kadınlarından ayrışarak, kendilerini birinci sınıf, kadınları ikinci sınıf görme noktasına gelmişler. Erkeklerin anlayışında, sanki bu din erkek egemen bir toplum üretmek için gönderilmiş anlayışı hakim olmuştur. Dinden erkekler sorumludur, erkekler kadınlarını ve çocuklarını dine göre yaşatmakla sorumludur anlayışı, Müslüman erkeklerin temel yargısı haline gelmiştir. Böyle bir algı, böyle bir yargı, gerçekten büyük bir sapmadır. Üstelik erkekler toplanıp kültür çalışmaları yaptıklarında aralarına çocuklar dâhil değildir. Çocukları rahatsız etmediği için bütün zamanı değerlendirme imkânları vardır. Ancak kadınlar bir araya geldiğinde, çocuklar vardır ve gürültüleri kadınların çalışmalarını engeller. Görülen, bilinen gerçekler doğrultusunda ortaya çıkan sonuç, Müslüman kadınlar, Müslüman erkekler, Allah’ın ayetlerini yanlış anlayarak, ayetlerin anlamından çok, din, ahlak adına, erkek egemen gelenekleri uygulayarak, kadınlarla, erkekler arasında büyük farklılaşmalara neden olmuşlardır. Bu durum kadınlar arasından sınırları zorlayıp, aşırılaşan insanları doğurmuş. Ayın şekilde erkekler arasından da aşırıya gidip, baskılayan, kadını iyice kendi içine, evine hapseden anlayışlar doğurmuştur. Doğallığın, normalin ötesine çıkan her anlayış ne yazık ki, Allah’ın ayetlerinin anlaşılmasının, uygulamalarının önüne geçmiştir. Yanlış uygulamaların uzantısında, düşünceleri feministleri bile aşan Müslüman kadınların ortaya çıktığını görüyoruz. Her şeyin normalini, ortasını tavsiye eden Allah’ın ayetlerine aykırı olarak olan bu gelişmeler, ne yazık ki ayetlerden değil, insanların saplantılı düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Erkekler ayetlere dikkat etmeden kadınlara baskı yaptıkça, başkaldırmaya cesareti olan kadınlarda, erkeklere başkaldıran düşüncelere ulaşmışlardır. Böylece Müslüman erkekler kadınlara baş eğdirme, Müslüman kadınlarda erkeklere karşı başını kaldırma faaliyetini sergilemeye başlamışlardır. Halbuki ne Müslüman erkeğin, ne de Müslüman kadının, Allah’ın ayetleriyle çizdiği hayat içinde varlık kavgası söz konusu değildir. Müslüman erkek ve kadınların birbirlerine karşı varlık, egemenlik kavgaları, ne yazık ki, yine Müslümanların kendi sapkın düşüncelerinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten Müslüman erkek ve kadınlar Allah’ın dediklerine kulak vermiş olsalardı, birbirlerinin teminatı, koruyucusu, destekçisi olduklarını anlayacaklardı.
Allah dininde tesettürün kuralları belirlerken, tesettür araçları belirlenmemiştir. Yani erkeklerin neleri giyineceği, kuşanacağı belirtilmemiş, kılığa kıyafete kurallar konmamıştır. Aynı şekilde kadınların giyimiyle, kuşamıyla, başlarını örten araçlarla ilgili kurallar da konmamıştır. Günümüzün tartışma konuları olan, çarşaf, cilbab, manto, pardösü, başörtüsü, yazma, atkı, peçe, fistan, şalvar, takke, fes, sarık, şapka vs. bunlar toplumların kendilerine göre ürettikleri giyinme, örtünme araçlarıdır. Tesettür Allah’ın emridir, ancak tesettür araçları Allah’ın emri değildir. Allah’ın emrine uyacak Müslümanlar, emirlerin kurallarına uyduğu müddetçe tesettür araçlarını dilediği gibi biçimlendirirler. Hz. Resul ve arkadaşları, Mekke ve Medine’de, Arapların geleneklerindeki giyinme araçlarıyla tesettür emrini yerine getirdiler. Putperestlerin lideri Ebu Cehil ile Müslümanların lideri Hz. Muhammed (sa) yan yana durduklarında, kılığına kıyafetine bakarak ayıramazdınız. Zira ikisi de giyimine, kuşamına özen gösteren, ikisi de aynı soydan gelmiş olarak birbirine benzeyendi. Ancak yanlarına varılınca farkları anlaşılan insanlardı. Uzaktan asla birbirinden ayrıştırılamazlardı. Medine’de Yahudiler, putperestler, Müslümanlar aynı türde giyimle, kuşamla topluma çıkıyorlardı. Müslümanlık sonraki yıllarda farklı toplumlara ulaştıkça, Müslümanların giyimi, kuşamı değişmeye başladı. İranlıların, Bizanslıların, Mısırlıların, Iraklıların, Afganların, Pakistanlıların giyim kuşamları aynı şekilde Müslümanların hayatında varlığını sürdürürken, tesettür anlayışı giyime, kuşama hakim kılındı.
Ancak Müslümanlar ayetlerin özünden uzaklaştıkça, Kur’an-ı raflara kaldırıp, din diye geleneklerini yaşadıkça, ayetlerdeki tesettür ortadan kalktı, giyim kuşam biçimi tesettür oldu. Müslümanların fıkıh kitaplarına kadar giren giyim kuşam hükümleri, ne yazık ki bugün Müslümanların Allah’ın emirlerini anlamanın önünde, putperestlikten daha beter bir engel teşkil etmektedir.
Kısaca Allah’ın emrettiği din insanları şekilsel bilgilendirme, şekillendirme yerine, bilgiyle, bilinçle donanmış, aklını kullanan, hayata Allah’ın ayetleriyle bakan, yaşayan insan yetiştirmek için gönderilmiştir. “Farklılıkların Müslümanlar için değer olduğunu” ifade eden özleri taşıyan ayetleri hatırladığımızda, Allah’ın Mao’nun çini gibi, tek tip elbise giyen, tek tip düşünen, tek tip yaşayan, böylece insanlığı robota dönüştüren bir din göndermediğini anlamış oluruz. Ancak bugün ne yazık ki Müslümanlar bu özü kavrayacak bilgiye, bilince sahip değiller. Bugün, toplumsal geleneklerden gelen, kılık kıyafet dinini oluşturarak, şekil üzerinden din tüccarlığı yapılmaktadırlar. Sadece Müslümanlar değil, İslam’a karşı olan, solcular, ateistler, laikler de konuya aynı şekilde yaklaşmakta, Allah’ın dinini şekilciliğe sokarak, sanki Müslümanlarla birlikte “işte din budur” demektedirler. Ebu Cehil’in sarığının, Ebu Süfyan’ın karısı Hind’in peçesinin İslam’la bir ilgisi yoktur. Veya Pakistan kültürüne hâkim olan Hindu geleneklerinin… İranlı Müslümanların hayatlarına hakim olan acem geleneklerinin… Anadolu’da yaşan Müslümanların etnik kökenlerinden gelen, Türk, Kürt, Rum, Yahudi, Hıristiyan geleneklerinin… İslam’ın tesettür anlayışıyla bir ilgisi yoktur. Zira her şeyden önce giyim, kuşam, örtünme geleneklerini oluşturan araçların tesettürle hiçbir ilgisi yoktur. Bunlar sadece araçtır. Tesettür ise, bütün araçların üstünde, insanın aklını, mantığını, iradesini, kalbini, hayatını kuşatan dinin temel emridir.
Tesettür; Müslüman kadın ve erkeklerin kapatması gereken yerleri, akılla, bilgiyle, bilinçle, kalple, iradeyle, giyim kuşam araçlarıyla kapatmasıdır.
YORUMLAR
Hocam aklıma bir şey takılıyor..Tesettür ahlaktır bilirim,müslüman olmasada bir insanda ahlak oldugu zaman tesettürde oluyor..degil mi.???
Zira tesettürlü gördügümüz müslüman kardeşlerimizde bazen ahlak düşüyor ,
(SÖZLERİNDE VE DAVRANIŞALRINDA )da ahlaken rahatsızlık veriyor ve o zaman cesedindeki örtü bir işe yaramıyor,zannına kapılıveriyorum..
düşüncem hatamı yoksa...bilemiyorum ve çok üzülüyorum..ne dersiniz....???
(Tesettür; Müslüman kadın ve erkeklerin kapatması gereken yerleri, akılla, bilgiyle, bilinçle, kalple, iradeyle, giyim kuşam araçlarıyla kapatmasıdır. )
MEHMET ÇOBAN
Tesettür sadece şeklen kapatma değil.. Aynı zamanda, aklen, kalben, düşünceyle, fikren de kapanmaktır.
İki durum yanlıştır.
Birincisi; şeklen örtünmüş ama, duygusal, akli, düşünsel, kalbi planda hiç bir şekilde sınır tanımıyor. Sizin ahlak dediğiniz noktadan kaybediyor.
İkincisi; toplumsal ahlak bazında, ahlaki düşüklük yapmıyor. Ama Allah'ın örtülmesi istedi kısımları örtmüyor. Bu tür insanlar kendilerinin ahlaklı olduklarını düşünerek örtünmenin gereksiz olduğunu söyleyebiliyorlar. Zannediyorlar ki, örtünmeyi kıskanç erkekler istiyor. Alakası yok. Örtünme direkt kadın ve erkekler için Allah'ın emridir. Bu konudaki ayetler arka arkaya makalede verilmiştir.
Hem bedenen, hem şeklen, hem aklen, hem fikren kapanmak işin özüdür.
Yani sadece söz değil...
Söz = düşünce = eylem olmalıdır. Bu her konuda geçerlidir.
Allah'a gerçekten inandığını söyleyenler, Allah'ın sözlerine riayet ederler.
Allah kitabında "iman ettik demenizle bırakılacağınızı mı sandınız. Elbette inanıyoruz dediğiniz söz üzerinden imtihan edileceksiniz" diyor. İmtihan ise, inandık diyen insanların, inandıkları Allah'ın emirlerine uyup uymadıkları konusudur.
Hoşça kalın. Allah'a emanet olun.