- 482 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 17
17-Süreç içinin; Demokritos, Leukippos ve Epicurus’un bu atomculuk öğretisi hiç kuşkusuz ki günün tartışmaları bağlamında dine karşı geliştirilmiş güçlü bir savunma silahıdır. Lukretus’un dine karşı oluşunu şöyle çıkarmak olası. “ Dinler Hiçbir açıklık bırakmazlar” der. Yani insanın davranması için, insana gerekli alanı bırakmamıştır ve özgür düşünüp üretmemesi için sanki din düşünüp her şeyi var etmiştir der. Önce tek tanrıcı (Yahudilik), erinçli, kurtuluşçu dinlerin insanlara ölümsüzlüğü ve kurtuluşu vaat eden yaklaşımı ile mücadele ederlerken İsa ortada yoktur bile.
“Kurtulma vaat eden, korku yaratan, İsis’li; Attis’li, Mitara inançlı bu dinler; ölüm ve ölüm ötesi ile titreştirdiği insanın ölümleri üstünde ve yaşamları içinde ölümden sonraki korkuyu ortaya çıkarmaktadırlar” der. İşte atomculuk burada kendisini gösterir. Ölünce, beden ve ruh; dağılan birleşen atom devinimi gereğince, çözülecektir der. Ve kendince yüreklere su serpen, korkuya engel getirmeğe çalışır. Atomun şairi Demokritos, mutluluk adına ve erdem adına ve bilim adına “yeryüzünde tanrısal olanı kovuyordu”...
Kurtuluşçu din vaat ve vaazlarına karşın, düşünürlerimiz de; kurtuluşçu düşünme kriterleri oluşla, kurtuluşçu anlamalar ortaya koyuyorlardı. ‘Ölümden sonra hayat yoktur’; ‘ölünce atomlar dağılır ‘ diyen atomcu Demokritus’a dayanakla; “ölümden bana ne. Ölüm beni ilgilendirmez. Ben varken ölüm yok, ölüm varken de ben olmayacağım” diyecekti Epikuros.
Bunlarla kalmayıp, dinlerin kurtuluşçu vaatlerle insanları olgunlaştırmasını bir yana bırakın, Demokritos; dinin insanları nasıl suça yönelttiklerini de bir iyice işleyecekti.
Roma’nın, cumhuriyet olarak yaşaya geldiği dönemin son demlerindeki “özgür düşünce“ söylem ve anlatımları içindeki ana temayı biz “dine karşı düşünce” fikriyle anlar olsak, hiç de yanılmış ve yanlış yapmış olmayız. Çiçeron bile bunu anladığından: “halkın inançları bozulup sarsılmasın diye”” düşüncelerini saklar. Kendi ikiyüzlülüğünü, haklı olarak onaylar olacaktı.
Tarihte ilk kez toplu olarak, toplumu sarsan köleci Spartaküs ayaklanmasının patladığı bu ortamda, isyanlar karşısında, telaşını zengin lâtifundiaların (Tarım çiftlikleri) sahiplerinden yana tercih koyacaktı Çiçeron. Bir ezilen sınıf evladı olan bilge Çiçeron, bir ezen sınıf evladı olan, ama ezilenlerin safında kölelerden yana tavır alan erdemli Kattilina’ya karşı konsül seçilirken Forum alanlarında; “halkın borcunu silmek ha; bu devleti temelinden sarsmak olur” diyerek startını verip, konsül seçilecekti.
Bunun yanı sırada Çiçero, şunu demekten de hiç geri kalmayacaktı: ”Yurttaşlar, Romalılar; biliniz ki biri size gelişte, ölmüş atalarınızdan dem vuruyorsa ve tanrılarınızdan bahisle söz ediyorlarsa, iyice anlayın ki; ya canınızı, ya malınızı istiyordular”.
Yüce Tanrı’nın insanlar tarafından hiçbir zaman anlaşılamayacak bir belirim olarak daima var olacağını bilmeliyiz. Tanrı bilinemezdir. Evrensel bilgimiz geliştiği oranda bu bilgiler bize idraki olarak yansıyacaktır. Bu idraki bilgi ve değerlendirmelerle biz; Güneş’e dolaylı bakmak gibi Yüce Tanrı fikrine de dolaylı bakıp, Yüce Tanrı fikrini olgunlaştırmaya da dolaylı bilgilerimizle dolaylı bilgilerimiz kadar çok fikirlerle; Yüce Tanrı anlamasına ulaşacağız.
Bu kabil sınırlı bilmelerimizle; bizdeki Tanrı kavram ve mevhumları, bizimle hep oluşacaktır. Bizim bu kişi kanılarımız Tanrı’dan arîdir. Ama bizlerde yine de, bir sezimsel anlama ve öznel kavrayışlar olaraktan Yüce tanrı anlaması kişi aidiyet eşmesinin, evrensel var oluşuna kaim (birinin yerine tutulan, birinin yerine konan) olacaktır. Bu mutlak olanın öznel yansıma ve kavranmasıdır.
İşte bu ikinci anlayıştaki çıkarımlarımızla biz; küme, cemaat, grup gibi pek çok sosyal çekim alanlarında ortak anlayışlarla belireceğiz. Bu tür kanılarımız tamamen kişisel ve öznel kanı olacaktırlar. Aykırılıklarda olacaktır. Çünkü akılın işleyişi, sizin beyinsel anlama, yorumlama, işlemleşme kalıplarınızın kategorik zenginliğine özgü olacaktır.
Bu aykırılıklar sizin oluş yapılanmanıza bağlı olarak, kendi kişisel anlama muktedirliklerinize göre, çevresel sosyal kültürel zengin oluşlardan ötürü, sizlerin zorunlu farklı anlamalarınız ve öznelliğin de çelişkili birlik olmasından kaynaklı olacak demektir. Her akıl kendi kalıbına göre, kendi kanı ve tutumlamasını yapacaktır. Bunların ortak paylaşılan paydaları da, cemaat ve dini yapılanmalarınızın tutumları olacaktırlar.
Örneğin Yüce Tanrı’nın evreni, değişme ve çelişme üzerine, olumsal kıldığını bir ortak akıl olarak düşünmek olasıdır. İkinci bir yan olaraktan da, sorumluluklar alan bilinci olabileceğidir. Bu sorumluluklarımız da; doğaya karşı; topluma karşı ve birbirimize karşı olabileceği hususlarıdır. Sorumluluklarımızdan ötürü, haksız ve ihanet içinde oluşumuz halinde, sorumluluk gereği; sorumlulukların maddi manevi cebir göreceğini bizler ortak kanı olarak taşıyabiliriz.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.