- 1080 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Bol Limonlu Mercimek Çorbası
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Çocukluğuna inmeliyiz.” cümlesini duydu İlhan. Tereddüt etmeden odadan çıktı. Oda kapısı sertçe kapandı. Arkasına bakmadan ilerledi İlhan. Neden o odada olduğunu, kiminle konuştuğunu zihninden çıkarması gerekliliğini hissetti. İlkin düşüncelerinin bodrum katına indi. Tavan lambasını yaktı. Işık ağrılı bir şekilde cızırdadı. Her an sönecekmiş de sönmek istemiyormuş gibi.
Etrafına bakındı. Hafızasının biraz evvelki on dakikayı sakladığı rengi buldu. Sıyırdı onu, tuttu balık tablasına yatırdı. Buzların, balıkların kesif kokusuyla bütünleştiği yere. Tavan lambasını kapattı. Bodrum katını yalnızlığına terk etti.
İlhan yeniden normal gerçekliğe dönecekti. Bunu yapmadan evvel duygularının küçük oturma odasına uğradı. Bir kömür sobasının üzerinde pişmekte olan kestaneleri gördü. Çıtırtıları dinledi. Anıları, ellerini avuç içleri soban yüzünün yakınında ısınmaktaydılar. Yarısı kederli yarısı mutlu bir Da Vinci gülümseyişi oturdu İlhan’ın yüzüne. Neden sonra odanın ortasında, küçük bir tüple kaynatılan mercimek çorbasının farkına vardı. Sinirlenmesini olağan karşıladı.
“Çocukluk inilecek değil, çıkılacak bir mertebedir.”
Gerçekliğe döndü. Binadan ayrılıp yola çıkmıştı. Bisikletine, mavi Rüzgar Gülü’ne atladı. Annesinin yaptığı mercimek çorbasının benzerini aramaya karar vermişti. Hızla pedallara asıldı, hızla ve tüm gücüyle.
Yarım saat kadar sürdü bisikleti. Yarım saat sonra bir yol lokantasında durdu. Deneme zamanıydı. Çorba arayışının ilk durağı…
Lokantaya girerken mutlu gözüken fakat öyle olmadığını hissettiği bir kıza çarptı. Özür dilemedi. Kız da umursamamıştı zaten. Sipariş vermek için kasaya yaklaştı. Kasada kimse yoktu. “Siparişiniz…” diye cızırtılı bir ses duydu. İrkildi, o an lokantanın ne kadar tenha olduğunu gördü.
“Siparişiniz…” diye yineledi cızırtı.
İlhan biraz da çekinerek: “Bir porsiyon mercimek çorbası.” diyebildi.
Kısa bir sessizlik ardından:
“Sadece hamburgerimiz var.” cevabını aldı.
Lanet cızırtı. İlhan şaşkındı. Umduğunu bulamamanın yarattığı hüzün ve öfkeyle lokantadan ayrıldı. Bisikletine atladı. Güç kaybeden bacaklarıyla pedalları çevirmeye başladı.
Kırk dakika sonra otoban kenarında uzunca bir kuyruk gördü. Merakına yenildi. Bisikletini bariyerlere dayadı. Kuyruğa girdi. Önünde yemyeşil saçlarıyla orta yaşlı bir kadın duruyordu. İlhan kadına kibarca kuyruğun nedenini sordu. Kadın İlhan’a onunla alay edildiğini düşünen bir ifadeyle baktı. İlhan bilmiyor muydu? Herkes bilirdi… Tabii ki leziz bir hamburger. İlhan zar zor kuyruğun önündeki otomata baktı. İnsanlar otomatın sunduğu hamburgerleri alıyorlardı. Dünya saçmalama gününe hoşgeldiniz, diye düşündü. Koşarak bisikletine gitti.
Tekrar yola koyulduğunda hava kararmak üzereydi. Bir saat sonra ise tamamen karanlık. İlhan eğer panayırı andıran ışıklı yol lokantasını görmeseydi durumu pek iyi sayılamazdı.
Lokantaya girdi. Kasaya yöneldi. Kasa boştu. Cızırtıyı bekledi İlhan. Hayır, kimseyi duymadı. Aniden önünde kocaman şişme bir palyaço belirdi. Siparişiniz, dedi ardından tiz bir kahkaha patlattı. İlhan irkilmişti. Bu yüzden yanına gelen adamı da fark etmemişti.
“Benim için ona bir hamburger ver Santa.” dedi adam ağzında kürdanıyla. İlhan çat pat, mercimek çorbası isteğini dile getirdi. Adam İlhan’a, onun çıldırmış olabileceğini düşünerek baktı.
“Evlat aynı dünyada yaşıyoruz, yine de anladığım kadarıyla sen evrensel bir yasayı yok sayma girişimindesin. Dünyanın düz veya yuvarlak değil, enfes bir hamburger şeklinde olduğunu.”
Adam İlhan’a tanıdık geliyordu. Eski Amerikan filmlerinden veya Kireç Sarayı’ndan ya da her ikisinden.
Midesi bulanmaya başladı İlhan’ın. Bir hamburger kelimesi daha kusmasına yetebilirdi. Dışarı attı kendini. Karanlıkta bisikletini güçlükle buldu. Lastikleri patlamıştı.
Bisikletini yanında sürükleyerek, Rüzgar Gülü’ne mersiyeler okuyarak nereye gittiğini bilmeden yürümeye başladı. Ana yolu bulamıyordu. Açlığı, yorgunluğu da canına tak etmişti. Üstelik başı dönüyordu. Çok geçmeden bayıldı.
Ayıldığında bir çorbacıdaydı. Hamburgerciye gitmek için oralardan geçen iki kişi İlhan’ı bulmuştu. Çorbacı yakın olduğundan, bisikleti ile İlhan’ı çorbacıya taşımışlardı.
İlhan mercimek çorbasının mis gibi kokusuyla iyice toparladı. Karşısında duran kadın İlhan’a çorbayı içmesini işaret etti. İlhan yutkundu. Hep aradığı bir şeye kavuşmanın huzuru fakat o şeyin aslında aradığı olamayabileceği ihtimalinin gerginliğiyle.
Limon olup olmadığını sordu İlhan.
“Hayır sadece hardal var.” diye yanıtladı onu, Eski Amerikan filmlerinden veya Kireç Sarayı’ndan ya da her ikisinden de tanıdık gelen adam.
YORUMLAR
Seni okumayı gerçekten seviyorum Metin Çalışkan...
Şiir yerine yazıya ağırlık verdiğini söylediğinde, yazdıklarını okumak için sabırsızlanıyordum açıkcası ve hiç şaşırtmadın :) Öncelikle bir tebrik...
Yazıdaki ayrıntılar, kelimelere yüklediğin anlamlar ve derinden verdiğin mesajlar... Bunları yazılarında görmeye alıştım artık. Ama bu defa öylesi somut yazmışsın ki adeta zihnimde canlandı hatta abartmıyorum mercimek çorbasının kokusu burnuma geldi.. Hamburger aşkınaa! :)