- 984 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEŞ ASIRDIR ANLATILMAYI BEKLEYEN HİKAYE
BEŞ ASIRDIR ANLATILMAYI BEKLEYEN HİKAYE
( III. BÖLÜM )
İNDEX LİBRORUM PROHİBİTORUM
Önce kitapları yakmaya başladılar, sonra insanları.
İnsanları onların ruhlarını kurtarmak, ahırette daha az acı çekmelerini sağlamak için yakıyorduk. En doğrusunu Yüce İsa Efendimiz bilir.Zira yaktığımız her bedenin günahlarının tamamen affedileceğini hiç kimse garanti edemezdi. Kitapları ise başkalarının ruhları zehirlenmesin, daha fazla insanı yakmak zorunda kalmayalım diye yok etmek gerekiyordu. Kutsal kilisemizin lideriTorguemada’nın bu konudaki kuralları şüpheye yer bırakmayacak ölçüde açık ve netti. Engizisyon öğretilerinin el kitabı Direktorium’un 14. maddesinin ikinci fıkrasında temiz ve asil Hıristiyanların yaşam tarzlarına olumsuz etki eden, onların kafalarını bulandıran, Yüce İsa Efendimizin öğretilerinden, Tanrı’nın yolundan alı koyan kitapların yok edilmesi, bunları yazan, satan, dağıtan ya da bulunduranların da suçluluk derecelerine göre cezalandırılmaları tüm detaylarıyla yazılıydı. Biz rahiplere düşen sadece bu kuralları uygulamaktı. Karar mekanizması ve nihai sonuç Kutsal Engizisyon’unda.
Önceleri benim görevim sadece yazmaktı. Basit bir engizisyon katibiydim.
Sorgulama boyunca bana ayrılan köşede, basit bir tahta masanın arkasında, tüy kalemimi mürekkebe bandırarak tüm detayları ayrıntısıyla yazardım. Önceleri hayvan derilerinden yapılma parşömenlerin üzerine yazardık, daha sonradan Jativa’daki Muhammed’cilerin icad ettikleri kağıdı kullanmaya başladık. Kağıt hayvan derilerine göre çok daha hızlı ve masrafsız yapılabiliyordu. Bu satırları düşünürken, şimdi anlıyorum ki, hayatımın en ironik anları zannedersem Engizisyonun sorgulama odalarında Muhammed’cilere yapılan işkenceleri, yine onların buldukları kağıtlara yazmak olmuştur. Bir keresinde Hıristiyanları kendi dinlerinin öğretileriyle zehirlemeye çalışan Muhammed’ci bir kağıt tüccarının sorgulamasını, Kutsal Kilisemizin yine bu tüccardan ihaleyle satın aldığı kağıtlara not ettiğimi hatırlıyorum. Engizisyon işgence muhafızının yanlış bir hesabı sonucu rack üzerinde tüm vücudu gerdirilen adamın kolu çıkmış, fışkıran kanların kağıda dökülmesi tüm raporu sil baştan, hafızama güvenerek yeniden yazmamı gerektirmişti. Hafızamın gücünü hiçbir zaman yabana atmayın; yazmak ve okumak eylemleri bana bazı kitapları baştan sona satır satır ezberimde tutma gücünü vermiştir.
Bir Muhammedci’nin Kastiya krallığında icat ettiği, bir başka Muhammedci’nin ticaretini yaparak Kilisemize sattığı kağıda, yine başka bir Muhammedci’nin kanının değmesi beklide benim bütün dramımı başlatan ilk noktadır. Bütün her şeyi o anda, on yıllar önce görüp hissettiğimi iddia etmiyorum. Tek söylediğim, daha sonraları bütün bütün sorgulamaya girişeceğim hayatım bu tür anlarda benim için bir muamma haline geliyor, cevaplarını veremediğim bir takım sorular çınlıyordu kafamda, ama yine de bu soruları öylece geçiştirip işimi yapmaya devam ediyordum. Enteresan olan şey şuydu ki, bu soruları bastırmak için eskisinden de inatçı ve inançlı bir şekilde işimi yapıyordum.
Ama her şeyi başlatan, şimdiki içler acısı durumumun ilk kıvılcımını yakan –bu kelimeyi burada kullanmam ne kadar da anlamlı!---bir tarih var.
Her şey, Baş Engizitor Torguemada’nın sağ kolu olarak kabul edilen Toledo Kardinali Cisneros’un beni ilk başta çok heyecanlandıran bir göreve tayin etmesiyle başladı. Pis kokulu, karanlık işkence odalarından birazcık da olsa kurtulup dışarıdaki temiz havayı soluyabilecek, farklı kitaplara, farklı tarihlere yolculuk edebilecektim. Üstelik bu yanan insanların kayıtlarını tutmaktan da daha havadar bir işti şüphesiz.!
Yeni görevim, yasaklı kitapları tespit etmek ve yok edilmesini sağlamaktı.
Granada’yı ele geçirdiğimizde, Torguemada’nın emirleriyle tüm krallıkta Yüce İsa’nın öğretilerine ters, sapkın inançları suçsuz insanlara öğreterek onların beyinlerini zehirleyen kitapların ve el yazmalarının bulunup imha edilmesi gerekiyordu. İşin beni ilgilendiren yanı ise, Kastilya Krallığı’nın sınırlarındaki Toledo, Kurtuba, Sevile gibi büyük şehirlerdeki tehdit oluşturan kitapların yerlerini tespit etmek, bu kitapları toplamak ve bunların sapkın olanlarını tasnif ederek İndex Librorum Prohibitorum’u, yani yakılması gereken kitapların index’ini hazırlamaktı.
Önceleri işim çok kolaydı, yanıma verilen iki yardımcıyla birlikte büyük şehirlerdeki kitapların bulunduğu binaları, Muhammed’cilerin eski medreselerini, eski camilerin kitaplıklarını ve diğer kütüphaneleri geziyor, raflardaki arpça yazılı kitapları toplayıp araştırmak üzere manastırımıza, Scriptorium’a getiriyorduk. Zaten pek çok Arapça kitap tahrip edildiğinden öyle fazla kitapla uğraşmak zorunda kalmıyorduk. Ama daha sonra işin içine İbranice metinleri de eklediler. Bu sefer de Talmud ve Tevrat avına çıktık. Birkaç yıl buna da alışmıştık, zira insan gücü sıkıntımız yoktu; etrafta keşiş ve rahipten geçilmiyordu Engizisyon’un pençesinden kurtulmanın ve güvenilir, sessiz sakin bir hayat yaşamanın en mantıklı yollarından biriydi kilise ve manastır yaşamı. ( Tabi kadınlara karşı zaafı olanların bedelini hayatıyla ödediği bir hayat.)
Fakat sonra nereden çıktığını anlayamadığımız çoklukta kitaplar belirmeye başladı. Girdiğimiz her binada, Şüphelendiğimiz her evde çiçek açar gibi kitaplar çıkıyordu.Bu kadar el yazmasını kimin, nasıl ürettiğine, hangi müstensihlerin bunları bu hızla yazdığına akıl sır erdiremiyorduk. Çoğu İbranice olan bu metinler. Uzun zamandır yasaklı olan Maimonides, Averroes, İbn Arabi gibi isimlerin eserlerini de içeriyordu.
Sonra bunları el yazması değil, bir süre önce German Krallıkları’nda ortaya çıkan şeytan işi aletin ürünü olduklarını anladık. Epey bir zamandır bu aletin adını duyuyorduk ama ürünlerini daha önce hiç görmemiştik.
Bunlar dışarıdan bakıldığında normal, el yazması kitaplara benziyordu; hatta kitaplarla içli dışlı olmayan birinin, bunlar ile normal bir el yazması arasındaki ayrımı anlaması imkansızdı. Fakat bizm gibi işinin ustası kitap avcıları tarafından bakıldığında, sayfalardaki mürekkep noktaları, bazı karakterlerin çok koyu, bazılarının çok soluk, bazı sayfaların ise kenar çizgilerinin yamuk oluşu gibi detaylar bunların bir bir baskı aletinden çıktığını gösteriyordu.
Birden bire üzerimize hücum eden bir arı sürüsü gibi yüzlerce kitapla karşı karşıya kaldığımızda bunların hepsini birden yok edemeyeceğimiz ortaya çıktı. Biz on kitap yaksak, ertesi gün yüz tanesini şehrin çeşitli yaerlerinde gizli gizli ibadet eden Musevi’lerin yada Muhammed’cilerin evlerinde buluyorduk.
Ben de bunlardan birer kopya alıp okumaya – çoğu İbranice ve Arapça olan metinleri okumaya – yoğunlaşmamız gereken kitapları incelemeye başladım. Zira beş kitabın peşine düşmek, yüz tanesini yaok etmeye çalışmaktan daha başarılabilir bir işti. Hangi kitapların daha sakıncalı olduklarını anlayabilirsek onları daha kolay eleyebilirdik. Gerçi daha sonraları Torguemada ve Talevara o yüz kitabın da peşine düşüp bütün problemi kökünden halledeceklerdi, ama benim hayatımı birkaç kitap alt üst etmeye yetti.
İşte ben beynimden geçen cümlelerle ve sayfalarla düşünürken bir masanın dört ayağı gibi insanoğlu mana kütüphanesinin dört sacayağını oluşturan dört kitabın rehberliğine sığınacağım. Hayatımın geri kalan anlarında o dört düşünürü düşüneceğim. İndex Librorum Prohibitorum’un ilk sıralarını hiçbir zaman bırakmayan o dört filozof: Aristo, İbn Rüşt, İbn Arabi ve Maimonides.
(Bayezid AKMAN’ın Son Sefarad adlı kitabından alınmıştır.)
Özcan SOYLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.