Hayat tramvay gibidir... tam yer bulmuş, oturacakken bir de bakmışsın son durağa gelmişsin. camillo sbarbaro
Mücella Pakdemir
Mücella Pakdemir

BİLSEYDİM SÖYLEMEZDİM

Yorum

BİLSEYDİM SÖYLEMEZDİM

3

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1001

Okunma

BİLSEYDİM SÖYLEMEZDİM

BİLSEYDİM SÖYLEMEZDİM

Arkadaşım Gülgün, hiddetinden kıpkırmızı olmuş bir halde, bir elinin tersini öteki elinin avucuna çarpa çarpa bana bağırıyordu.

- Neden söyledin, sürprizimi bozdun. Boşboğaz sende!
- Bilseydim söylemezdim Gülgün. İnan ki istemeyerek oldu.
- Söylemeden evvel insan bir düşünür, değil mi? Bir sorar en azından. Böyle birdenbire söyleyince hiçbir değeri kalmadı şimdi hediyemin.
- Çok üzgünüm arkadaşım. Bu kadar bağırmana da gerek yok ayrıca. Güzellikle söylesen de anlarım. Kalbimi kırıyorsun.
- Kırılırsa kırılsın. Yaptığın hataya göre az bile bağırdım. Konuşmuyorum seninle.
- Demek öyle. Bu kadar basit ha!
- Evet, bu kadar basit!

Neye uğradığımı şaşırmıştım. Yaptığı resmen çocukluktu. Çantamı kapıp hemen evlerinden çıktım. Gözlerimden akan yaşlara mani olamıyordum. Kaç yıllık arkadaşımdı. Bu kadar saçma bir nedenle arkadaşlığımızı bir anda silip atması nefsime ağır gelmişti.

Eve gelip kendimi odama attığımda olanları düşündüm. Gülgün o gün bana telefon açıp, “İşin yoksa on beş dakika sonra buluşalım, alışveriş yapmaya çıkacağım.” demişti. Evlerimiz arasında birkaç ev vardı. Yakın oturduğumuz için en çok görüştüğüm arkadaşlarımdan birisiydi. Zevkime güvendiğinden dolayı, alışverişe giderken genelde beni de çağırırdı. Onu kıramadım. Sözleştiğimiz gibi sokağın köşesinde buluştuk. Birkaç mağaza gezdikten sonra en nihayet almak istediği kazağı buldu.

- Bu sana biraz büyük değil mi? dedim.
- Anneme alıyorum, kendime değil, diye cevap verdi.

Dönüşte “Bize gel, bir çay içersin, sonra gidersin.” teklifine hayır diyememiş, onların evine gitmiştim. Annesi Sabiha Hanım insanlara küçük büyük demeden candan davranan, iyi yürekli bir kadındı. Güler yüzle “Hoş geldiniz.” deyip bize çay getirmeye mutfağa gitti. Biraz sonra üçümüz sohbet etmeye başlamıştık. İşte ne olduysa o sohbet sırasında oldu ve ben Gülgün’ün ona çok güzel bir kazak aldığını söyledim. Meğer ertesi gün Sabiha teyzenin doğum günü imiş ve Gülgün de annesine aldığı kazağı ona doğum günü hediyesi olarak verecekmiş. İşte bütün patırtı bu yüzden çıkmıştı.

Dostluklara önem veren birisiydim. Kaldı ki Gülgün çocukluktan arkadaşımdı. Bütün patavatsızlıklarına rağmen onu çok severdim. Alttan alan taraf nedense hep ben olmama rağmen sabrım sayesinde bu arkadaşlığımızı bozmadan devam ettiriyordum ama bugünkü davranışı ve arkadaşlığımızı basit bir nedenle bitirmesi çok gücüme gitmişti. İster istemez iki yıl önceki olayı hatırladım.



O tarihlerde yirmi iki yaşındaydım ve üniversiteden yeni mezun olmuştum. Okuldan tanıdığım Sinan’la kısa süreli bir arkadaşlığımız olmuştu. Ciddi bir adım atmak için tahsil hayatımızın sona ermesini bekliyorduk ancak okul bittiğinde Sinan vakit geçirmeden askere gitti. Şansına, kısa dönem çıkmıştı. Aradan bir hafta geçmeden bana telefon açtı. Heyecandan elim ayağım titriyordu. Bu sevincim birkaç dakika sonra hayal kırıklığına dönüşecekti. Çünkü Sinan bana,

- Handan, üzülmeni istemiyorum ama sana veda etmek için bu telefonu açtım. Sakın beni yanlış anlama. Senden ayrılmak istediğimi yüzüne söylemek istesem de bir türlü cesaret edemedim.
- Sen neler diyorsun Sinan? Ne ayrılması?
- Fazla vaktim yok. Telefon için arkamda sıra bekleyen bir sürü kişi var. O yüzden kısa kesmek zorundayım. Vatani görev hazırlığı yaptığım günlerde ailem, beni askerden döndükten sonra tanıdıkları bir ailenin kızıyla evlendirmek istediklerini söyledi. “Benim düşündüğüm biri var.” dediysem de kabul ettiremedim. Sana da anlatmıştım. Babam çok otoriter birisidir ve ona karşı çıkmam mümkün değil. Senden beni affetmeni istiyorum. Ne olur üzülme. Kader böyleymiş.

Ahizeyi kulağımdan uzaklaştırırken Sinan’ın hâlâ bir şeyler anlatmaya devam ettiğini duyuyordum. Hıçkırıklarla telefonu kapattım. Aileme, Sinan’la olan arkadaşlığımızı, ciddi bir boyuta gelmediği için söyleyememiştim. Hatta Gülgün bile Sinan’ı okul arkadaşım olarak tanıyordu fakat ileride evlenmek istediğimi bilmiyordu. Annem ve babam günlerce yemekten içmekten kesilmeme, yastığıma kapanıp ağlama krizlerine girmeme anlam veremiyorlar, beni doktora gitmeye ikna etmeye çalışıyorlardı. Sonunda durumu kabullendim ve normal hayatıma döndüm.

Evimize sık sık girip çıkan bir kadın vardı. Annemin cami arkadaşı Behiye Hanım… Beni de çok severdi. Anneme lâf arasında “Tanıdığım iyi bir ailenin oğlu var, istersen Handan’la onu baş göz edelim. Eğer siz kabul ederseniz ben aracı olurum.” demiş. Durumu bana açtıklarında ruhen çökmüş vaziyette olduğum için itiraz etmedim. Birkaç gün sonra Behiye Hanım görücülerle birlikte çıka geldi. Damat namzedi gencin adı Ahmet’ti. Yeni mühendis çıkmıştı. Yirmi altı yaşında, eli yüzü düzgün, yakışıklı birisiydi. Görgülüydü ve de hoş sohbetti. Onu sevmem zor olmayacaktı. Her şey çarçabuk halloldu ve biz aile arasında küçük bir törenle sözlendik.

Daha sözlenme arifesinde Ahmet bana evvelce başka arkadaşlıklarım olup olmadığını sordu. Birbirimize şeffaf davranmamız gerektiğini anlattı. Ben de Sinan’dan bahsettim. Onun da birkaç kız arkadaşı olmuş lâkin fazla uzun sürmemişti. Anlaşamayıp ayrılmışlardı.

Ailem Ahmet’le kısa zaman dilimlerinde görüşmemize ses çıkartmıyordu. O yüzden, ara sıra yemeye, deniz kenarında dolaşmaya, sinemaya falan gidiyorduk. Her şey yolundaydı. Zaman geçtikçe onun ne kadar iyi bir insan olduğunu anlamaya başlamıştım.

Sinan üç ay sonra babasının vefatı üzerine askerden izin alıp evine gelmişti. Bu esnada bana telefon açtı.

- Handan, hani sana avukat arkadaşına danışman için birtakım evraklar vermiştim. Onlar bana lâzım. Geri almayı unutmuşum, dedi.
- Peki, birazdan getiriyorum, diyerek telefonu kapattım.

Dediği olayı hatırlamıştım. Tapu dairesinde bir müşkülleri vardı. Bir avukat arkadaşıma danışıp neticeyi telefonda Sinan’a aktardığım hâlde, kendisi o günlerde askerlik işine koşuşturduğu için, sözünü ettiği o evrakları hemen geri verememiştim. Sonra da fırsat olmamıştı ve bende kalmıştı. Son telefon konuşmamızın ardından hafızamdan silinip gitmişti. Evraklar çekmecedeydi. Aldım ve üstüme aceleyle bir şeyler giyip buluşma yerine gittim.

Bana attığı kazığın etkisiyle yüzüme bakamıyordu. Evrakları teslim alırken sözlendiğimi duyduğunu ve tebrik ettiğini, benim en güzel şeylere lâyık olduğumu söyledi ve kendisini affetmemi istedi. Benden ayrılmasına sebep gösterdiği otoriter babası ölmüştü ne yazık ki. Evlenmemize bir mani kalmamıştı ama ben artık başka birisinin sözlüsüydüm. Üstelik Ahmet’i Sinan’dan daha çok seviyordum. Sinan’ın şu anda söylediği sözler çok sıradan geliyordu. Bir an önce yanından ayrılmak istedim. “Hoşça kal!” diyerek döndüğüm esnada Gülgün’le burun buruna geldim. Az ilerideki marketten bir şeyler almak arzusunda olduğumdan ötürü onunla sadece merhabalaştık ve yoluma devam ettim.

Yarım saat sonra eve geldim. Kendi kendime “Her şeyde bir hayır vardır.” diyor ve ister istemez Sinan’la Ahmet’i karşılaştırıyordum. Sözlüm, eski erkek arkadaşımdan her bakımdan daha üstündü. Durumdan çok memnundum.

Akşam olmuş, babam işten dönmüştü. Annemle birlikte hazırladığımız soframızda yemeğimizi yedik. Televizyonda güzel bir film vardı. Hep beraber izlemeye koyulduk. Saat 21.30 sıralarıydı ki kapı çalındı. Babam kapıyı açmaya gitti, annemle bense filmi izlemeye devam ettik. Salona döndüğünde babamın yüzü allak bullaktı. Elindeki şeyi son derece üzgün bir tavırla orta sehpanın üstüne bıraktı. Bu şey Ahmet’in söz yüzüğü idi. Annemle ikimiz donup kalmıştık. Üç dört dakika kadar buz gibi bir sessizlik yaşadık. Babam kırık bir ses tonuyla,

- Gelen Ahmet’in babasıydı. Ahmet sözü atmış ama sebebini onlara bile açıklamamış. Özür dilediğini, üzgün olduğunu, konuşmak istemediğini söyleyerek çekip gitti, dedi.

Dünya başıma yıkılmıştı. “Neden, neden?” diye hıçkırıyor, “Ne yaptım, suçum ne?” diye bağırıp kendimi yerden yere atıyordum. Genç kızlık gururum fena kırılmıştı. Daha birkaç saat öncesine kadar dünyanın en mutlu insanıyken, şimdi ne olmuştu da bu haksızlıklar bana reva görülmüş, üzüntülere gark olmuştum? Ailem beni ne kadar teselli etmeye çalıştıysa da başaramadı. Odama kapandım. Üç gün boyunca sürekli ağladım ve tuvalete gitmek haricinde odamdan dışarıya çıkmadım. Annem zaman zaman yemem, içmem için bir şeyler getirse de onlara da dokunmuyor, adeta açlık grevi yapıyordum. Uykumda bile Ahmet’i ve sehpanın üzerine bırakılmış haliyle söz yüzüğünü görüyor, kâbuslarla uyanıyor, tekrar hıçkırıklara boğuluyordum. Üç günün sonunda, ne olursa olsun bir açıklama yapması için Ahmet’i aramaya karar verdim. Cep telefonu cevap vermiyordu. Aileme “İçim içimi kemiriyor. Ahmet’e neden benden ayrıldığını sormak istiyorum ancak telefonunu açmıyor. Mutlaka öğrenmem lazım. Yoksa çıldıracağım.” dedim. Babam da, sözün bozulmasının ertesi günü Ahmet’in kızından ayrılma sebebini öğrenmek istemiş ve babasının iş yerine uğramıştı. Aldığı cevap yine aynıydı. Onlar da sebebini bilmiyorlarmış fakat oğullarının son derece kararlı tavrı karşısında sözü bozmak zorunda kalmışlar. Zaten Ahmet de apar topar tatile çıkmış, ne zaman döneceğini de söylememiş. Babam bunları anlattıkça yüreğim daralıyordu. Sonunda dayanamayıp bayıldım.

Sözün atıldığını duyup durumuma üzülen arkadaşlarım beni teselli etme yarışındaydılar ama Gülgün’ün yeri bambaşkaydı. Huysuz tavırlarını, tepeden bakan kibirli halini bir yana bırakmış, bin bir şaklabanlık yaparak beni güldürmeye, kafamı dağıtmaya çalışıyordu. “Aaah, ah! Senin kıymetini bilemedi, inşallah yılanın birisine rastlar da görür gününü.” diye intizar üstüne intizar ediyordu.

Babam işin peşini bırakmamış, Ahmet’in dönüşünü gözlemiş. Biricik kızını böylesine üzen birisi elbette bunun hesabını vermeliymiş. İşte sonunda Ahmet tatilini bitirmiş ve işinin başına dönmüş. İş çıkışında babamla karşılaştığında yine hiçbir açıklama yapmamış, “Handan’a telefon açarım.” demiş. Babam bunları bana ilettiğinde, gelecek telefonu merakla beklemeye başladım.

Sonunda Ahmet aradı. Sadece “Alo?” diyebildim. Yaşadıklarımın az buz şeyler olmadığını tahmin ettiğinden olacak, beni üzmemeye ve kırmamaya çalıştığını belli eden bir ses tonuyla ayrılma sebebini izaha başladı.

- Handan, ben de istemezdim böyle olmasını ama ilkelerime ters düşen noktalara asla müsamaha edemeyen birisiyim. Sözü attığım gün evinize gelmek üzereydim. Tam sokağa girdiğim sırada arkadaşın Gülgün’le karşılaştım. Hal hatır sorup sıradan bir iki şey konuşuyorduk ki, bana senin evde olmadığını söyledi. “Nerede?” diye sorduğumda, “Az önce arkadaşı Sinan’la konuşurken görmüştüm, sonra başka bir yere gitti ama merak etme, geç kalmaz, eve gelir.” dedi. “Okuldan arkadaşı Sinan mı?” dedim. “Evet, o.” dedi. Bu kişi, bana anlattığından bildiğime göre senin eski erkek arkadaşın. Sen artık benim sözlümdün, oysa yine de onunla görüşmeye devam ediyordun. Açıklaması ne olursa olsun buna tahammül edecek bir erkek değilim. O yüzden sözü attım. Sebebini kendi aileme ve senin ailene söylemeyişim, sırf senin zor durumda kalmaman içindir. Bundan sonraki yaşamında sana mutluluklar dilerim.

“Açıklaması ne olursa olsun” demişti. Bu sözünden sonra ne söyleyebilirdim ki? Bütün izah yollarımı tek bir cümle ile tıkayıvermişti. Kelimeleri beynimi bombalıyorken “Hoşça kal.” dediğini duydum. Boğazıma âdeta bir yumruk tıkandığı için cevap veremedim. Telefonu kapattım. Ağlayamayacak kadar yorgundum. Işığı kapatıp yatağa uzandığım esnada, annemin ayak seslerini işittim. Oda kapımın önüne kadar gelip, geri dönmüştü. Yattığımı anlayınca beni rahatsız etmek istememişti.

Yatağımda bir sağa, bir sola dönüp dururken düşünüyordum. “Ahmet ne söyledi?” derlerse ne diyecektim? “Sinan’la görüştüğüm için sözü atmış.” diyemezdim, çünkü Sinan’ın varlığından haberleri yoktu. Üstelik hiç günahım yokken onların gözünde de suçlu durumuna düşecektim. En iyisi “Ahmet evliliğe hazır olmadığını hissetmiş ve vakit geç olmadan bu işi bitireyim demiş.” şeklinde bir açıklama yapayım, diye bir karar aldım.

“Gülgün’ün boşboğazlığı yüzünden oldu bütün bunlar!” düşüncesi bir anda beni sinirlendirdi. Daha sonra onu da suçsuz buldum. Öyle ya; Gülgün benim Sinan’la ciddi planlarım olduğunu bilmiyordu ve onu sadece sıradan bir arkadaşım sanıyordu. Ahmet’le Sinan hakkındaki konuşmalarımızdan da haberi olamazdı. Üstelik o gün Sinan’la beni birlikte gördüğünde, “Ahmet’e bu durumdan sakın bahsetme.” diye de tembihlememiştim. “Bilseydi, söylemezdi.” diyerek son noktayı koydum ve derin bir uykuya daldım.



İki yıl önceki bu olayları hatırlayınca, Gülgün’ün bana bugün ne büyük haksızlık ettiğinin daha çok farkına varıyordum. Bu haksızlığı onun da anlaması gerekiyordu. Hemen cep telefonumdan kendisini aradım. Benim olduğumu anlayınca buz gibi bir sesle,

- Ne var? dedi.
- Benim sözüm neden bozulmuştu, biliyor musun? dedim. Meraklanarak,
- Neden? diye sordu.
- Çünkü sen o gün benim Sinan’la görüştüğümü Ahmet’e söylemiştin. Sen bilmiyordun ama Sinan’la benim aramda evliliğe giden bir arkadaşlık vardı. Olmadı, ayrıldık ve ben bunu Ahmet’e anlatmıştım. Onunla görüştüğümüzü öğrenince bunu gurur meselesi yaptı ve sözü attı, diye cevap verdim.
- İnan ki bilmiyordum. Bilseydim söyler miydim? dedi, son derece üzgün bir ses tonuyla.
- Ben de bugün senin annene sürpriz yapacağını bilmiyordum. Bilseydim ben de söylemezdim. Hem benim söylemem sadece senin sürprizini bozdu ama senin söylemen benim kuracağım yuvayı yıktı. Aradaki farkı sen düşün artık!

Başka bir şey söylemeden aniden telefonu yüzüne kapattım. Birkaç dakika sonra evimizin kapısının zili acı acı çaldı. Odamda, dışarıdan gelen sesleri dinliyordum.

- Teyze, Handan’la acilen görüşmem lazım.
- Buyur geç kızım, odasında kendisi.

Mücella Pakdemir

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Bilseydim söylemezdim Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Bilseydim söylemezdim yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
BİLSEYDİM SÖYLEMEZDİM yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
yön
yön, @yon
7.4.2013 17:30:13
Yüreğine Emeğine Sağlık .Tebrikler kaleminiz daim olsun .
yürekten kutluyorum .saygılar.
superbaba
superbaba, @superbaba
6.4.2013 20:44:27
Sanırım bunun devamı olacak...
Çok isterim ki, "ben bozmuşum ben düzelteyim" niyetiyle Ahmet'le görüşmek isteyecektir.
Şadiye gürbüz(zaralıcan
Şadiye gürbüz(zaralıcan, @sadiye-gurbuz-zaralican
6.4.2013 20:06:29
yazınızı çok beğendim yüreğinize saglık..kaleminiz varolsun
saygılarımla
zaralıcan
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.