- 482 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Nasıl Anlatabilirdim ki
Kendimle miyim şimdi? Karanlıkta bir başıma, küçücük bir noktadan koca bir evrene sıçranan o eşikte… Yalnızlık denen büyünün yanılsatan aynasında, duvarlara vuran gölgem kadar kocaman mı oldum gerçekten? Mumun alevinde ellerimi ısıttığım gibi o devleşen gölgemde de ruhumu ısıtıyorum. Babama sığınıyorum sanki… Dört yaşındayım. Sığınabileceğim kadar büyük bir heybete bürüyebiliyor henüz gözlerim bedenleri, ruhları.
Peki ben şimdi gölgemde babamın güvenli kucağını bulmuş, dört yaşındaki kız ruhumu ortaya çıkaran bu karanlıkta ne anlatacağım ki kendime? Babam kadar severken kendimi… Onun gözlerinden görürken aleve yaklaşan ellerimi, yaklaşma diye bağıracak kadar O olurken… noktalaştığım, kaybolduğum hangi an’ı anlatabilirim ki?
Yoksa rüya mıydı tüm olanlar? Ben hiç o kadar küçülmedim mi o adamın karşısında? Gözleri öyle kocaman kocaman büyümedi mi kendimi düşürdüğüm acınası duruma hayretler ederek? Karşısında hiç tanımadığı bir kadın vardı. Gözlerinin ta içine bakan… Sanki bulmaya azmettiği bir şey vardı orada. Baktığı, tanımadığı bir adamın gözleri değil de o gözlerin derinlerinde saklı bir şeydi sanki.
Adam fazla şiir okumuyor olmalı ki böylesi şiirsel bir anlam yüklemeden düpedüz kendi üzerine aldı bakışlarımı. Ve şaşırdı kaldı bunun sonucunda da. Hoppaca dese, değildi bakışlarım… Utangaç dese, utanıyorsam niye bakıyordum ki o zaman? Sordu durdu tüm bunları kendine, gözlerinden bana da ileterek. Nasıl anlatabilirdim ki ona, öylesine takıldı kaldı gözlerim size diye… Aman aman da bir özelliği yoktu gözlerinin aslında. O kalabalığın içindeki onca çift göz içinden ayrılıp en yüksek mertebeye konacak kadar parlamıyordu mavi mavi mesela? Ya da memleketimizde nispeten az rastlanan herhangi bir renkte olmasıyla ayrılmıyordu diğerlerinden. Kahverengiydi gözleri, kalabalıktakilerin büyük çoğunluğu gibi. Ama benim baktığım, gözleri değildi ki zaten… Ben bedeninden uzanan o kollara bakıyordum. Sarılmaya, korumaya hazır onlarca kol… Sadece ikisi görünse de ben daha çok diğerlerini görüyordum. En çok da gözlerinden uzanıyorlardı.
Okul çıkışı saatiydi tam da. Çocuklar itiş kakış bir hengamenin içinde geçiyorlardı kaldırımdan. Tam da onun gibi birinin uzatacağı ellere, kollara ihtiyaç duyacak bir gözü karalık vardı üzerlerinde. Yerçekimine meydan okuyan pozisyonlara sokarken bedenlerini, sanki bir süre için çocuklara özel kanunları olan minik bir evrene göç etmişlerdi. ‘Okul önü kaldırımı’ en tehlikeli hareketlerin bile düşmeyle sonuçlanmayacağı bir yer olmuştu sanki o anlarda.
O adam gibiler de bunun için varlardı zaten. Okul çıkışı çocuklar, düşme korkusu duymadan özgürce uçuşabilsinler kaldırımlarda diye… Sesleri gibi bedenleri de kuş cıvıltıları saçabilsin…