5
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
1695
Okunma

Özlemlerle avlanan bir avcıyım şimdi anne!
Gecelerim/ Resimlerim/ çocukluğum ve çokça yokluğundu! Beni yarım bırakan… Hayatımın büyük bir süreci sensiz geçti-geçiyor- ve seni özlemekle… Özlemin yedibin çeşidini biliyorum en çok sana dair özlemlerim çoğalıyor.
Sonsuz ulaşılmayası bir özlem olurken, bedenime her kahır hançer gibi saplanır durur; öğretmenime ilk çiçek verişimi anımsadım. Anneler gününde mezarına bırakamadığım çiçekler yerine tüm bildiğim duaları ezberliyordum ve sana gönderiyordum. Kader, seni benden beni senden alırken eylemsizlik; kaderse çekilirdi diye düşünüyor olmanın kabullenişi içindeyim. Bir çocuk gözyaşlarından başka ne verebilir anne?
Üşüyorum anne her yanım kar yağıyor yeryüzüne
Karlar üstüne acı, acı üstüne kırağı düşer anne…
Ele güne sırsızdım, kırgındım fakat saydamdım; bir çocuk ne saklayabilir göz ucundaki masumiyetin ardına? Dünyayı siyah-beyaz görüyorum. Poyraz oluyorum, yalçın dağların koynuna çarpıyor ve sen düşüyorum uçurumlara! Sanki tüm renkleri beraberinde götürmüşsün Anne! Beni öyle karanlık, renksiz bırakan yokluğunla. Ne olur anne! Götürdüğün renkleri benim için saklar mısın cennetin bir köşesinde? Mutlaka gelirim, bir gün sarılırım diye… Günahlarım cehennem ateşine denk düşmezse! Tabii. Anne-oğul sarılıp mutluluk resmini çizeriz belki
Biliyor musun anne?
Beni leylekler değil senin getirdiğini öğrendim heybetli ormanların kuytularından. Bir gece beyaz bulutlar ardında gidiyordun, gülümsediğini ve bana baktığını görmüştüm ve sen bana “gelirim” demiş sanrısıyla derin bir düşten uyanırken avuçlarımda sıcak terlerinle kalakalmıştım. Bu ıssız dünyada gördüğüm hiçbir bayram tat vermedi ne de halkalı şekerler; meğer en güzel bayram senin sıcak göğsündü, güven veren bakışların, kale gibi duran yüreğindi ve eteğinde tutup arkanda koşmakmış anne…
Biliyor musun anne?
Büyüdüm ama büyümez olaydım çünkü büyüdükçe hafızamda siliniyorsun ben değil hayat denen canavar siliyor… Zaman, an ve saniyesel devinimler beni sana getiriyor olsa da hala hayattayım. Hafızasız okyanuslardayım yani dardayım anne… Biliyorum anne, kimi dünyada kimi diğer dünyada yetimdir çünkü kimi çocuklarını kimisi de anne- babasını yitirmiştir herkes yarımdır bir bakıma.
Sahi oradan da görebiliyor musun beni?
Senin orda benim gibi öksüz-yetim çocuklar var mı?
Ben seni göremiyorum ama üzülme gün gün ve her gece aklımdasın; üşürken de terlerken de. Herkes uzun uzun yaşamak arzularken ben daha çabuk ölmek isterim; neden mi? Bir an önce kollarına atılmak için ölmek…
Bir daha doğmama izin verirse Tanrı inan doğmak istemem; çok kırıldım, acı çektim çok yarım kaldım ve hala sensizliğin verdiği sızılar jilet kesikleri gibi acıtmaktadır. Sensiz öcüler saldırıyor rüyalarıma bile giriyorlar! Yetişemiyorum aya, çağa burada, selam alıp vermek de parayla!
Anne, torunların ben olurken ben çocuk olamıyor gittikçe yaşlanıyorum. Sabunla yıkadığın saçlarımda aklar yüzümde fani çizgiler ve titremeler var. Hal böyle şöyle iken ben de yaklaşıyorum… Ölüme, yerle öpmem an meselesi.
Tüm bunlara üzülmüyorum çünkü hasret bitecek diye seviniyorum da… Gölgende olmak en güvenli yerim, göçmeseydin sırtımı dayayacak bir duvarım olacaktı gerçi “Duvara dayanma yıkılır insana güvenme ölür” olsun yıkılan duvar da olsa ölen insan da olsa kollarında olmak isterdim.
Ölürken ben, arkamda kalanlara üzülmemelerini söyledim; kefenim turuncu olsun dedim çünkü beyazlar o kadar kirlendik ki beyaz siyahın diğer adı olmuş!
Biliyor musun anne?
Şimdi sağlara değil en çok ölü arkasında sorarlar “Ey Cemaat, rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” ardından utanmadan saf saf dizilenler kötü de olsa “iyi bilirdik” hem ayrım hem de yalan! Zenginin ardında binlercesi, yoksulun ardında zoraki giden bir imam! Olur. Ve kocaman yalanlarla ölüler uğurlanır olmuş
Velhasıl anne, biz ölmek için doğmuşsuz kimine erken kimine geç ve inan bir rahat gün yüzüyle rahat geçemedim kimi zaman kapılarda… Rüyalarıma gelip bana tekrar ninni söyler misin anne?
Deman Ronahi/ mektuplarım