KAAN’IN RÜYALARI
Pencereden dışarı bakıyorum…
Bugün hava çok güzel, gökyüzü masmavi, güneş ışıl ışıl; gülümsüyor. Sanki yaz günlerinden bir gün yaşıyoruz. Halbuki ekim ayının son günlerindeyiz. Burada yaşadığımız kasabada yaz mevsimi kısa sürer. Bu güzel; yazdan kalma sonbahar gününden faydalanmak isteyen insanlar, kendilerini dışarı atmışlar. Çocuklar çantaları ellerinde okuldan dönmeye başlamışlar . Kimi çocuklarda okula gitme hazırlığı içinde görünüyorlar.
Oturduğumuz mahalle tek katlı bahçeli evlerin çoğunlukta olduğu bir yer. Karşımda aşağı yukarı bir metre yüksekliğinde bahçe duvarı bulunan, bahçesinde tek tük kalmış çiçekleri, yapraklarının çoğunu dökmüş ağaçları ile beyaz boyalı bir ev var. Ben size bu evi, özellikle de bu evde yaşayan bir çocuğu anlatmak istiyorum.
Kaan 7 yaşına yeni girmiş , mavi boncuk gibi gözleri, yüzünden gülücükler hiç eksik olmayan, insanları, hayvanları çiçekleri, ağaçları, doğayı, kısacası hayatı yaşamayı seven sevgi dolu bir çocuk.
Kaan günün büyük bir bölümünü odasında pencerenin önünde kendisi için yastık ve minderlerden hazırlanmış köşede oturup, pencereden gelip gidenlere bakarak geçiriyor. Kaan’ın bir de dokuz yaşında ablası var. Ablasının ismi Banu, o üçüncü sınıfa giden bir öğrenci.
Kaan her gün pencerenin önünde, ablasının okuldan dönüşünü sabırsızlıkla bekler. Çünkü; ablası onunla oyun oynuyor ,hikayeler okuyor, beraber resimler yapıyordu, yani ablası Kaan’ın tek arkadaşıydı. Gerçi annenside ona masallar anlatıyordu onunla ilgileniyordu ama illa ki ablasıyla oynadığı oyunları özlüyordu. Kaan odasını ablası ve anneannesi ile paylaşıyordu. Odada yatakları, ablasının çalışma masası ve kitaplığı, ortak kullandıkları gardırop vardı. Odanın duvarlarında ablasıyla beraber yaptıkları resimler vardı.
Kaan, her sabah ablası okula gitmek için uyandığı zaman , heyecanla uyanırdı. Kaan’ın annesi ablasını okula hazırlarken anneannesi de onu hazırlardı okula gidecek gibi. Herkes hazırlığını tamamlayınca kahvaltı masasında toplanırlardı ve sohbet dolu bir kahvaltı yaparlardı. Bugün de böyle keyif dolu bir kahvaltı yapmışlar ve artık babasının işe, ablasının okula uğurlanma vakti gelmişti. Kahvaltı masasının başında vedalaştılar ve Kaan peşlerinden bakarken yine aynı burukluğu hissetti; acaba Kaan da ablası gibi okula gidebilecek miydi? Çünkü; Kaan, doğuştan yürüyemiyordu. Anne ve babası Kaan’ı doktor doktor dolaştırmışlar fakat çare bulamamışlardı.
Annesi Kaan’ı her zaman olduğu gibi odasına, penceresinin önüne oturttu. Kaan bir müddet ablasının ve babasının peşinden el salladı. Sonra annesi Kaan’a bir şey isteyip istemediğini sordu; bir şey istemiyordu. Kaan’ın tek isteği vardı biran önce yalnız kalıp pencereden dışarıyı seyretmek, seyrederken de uykuya dalıp o gizemli rüyalarından birini görmekti. Kaan her gün pencerenin önünde uykuya dalıp rüya görmeye o kadar alışmıştı ki uyuduğu zaman kendisini yatağına yatırmak istediklerinde buna izin vermiyordu.Yatağına yatırıldığı zaman, sanki gördüğü rüyaların gizemi, büyüsü bozuluyordu. Şimdiye kadar yatakta böyle değişik masal gibi rüya görmemişti. Pencerenin önünde gördüğü rüyalarda bir sır vardı sanki, Kaan’ın çözmesi gereken.Annesi de alışmıştı Kaan‘ın pencere önünde uyumasına, alışmasa da belki de engel olamayışın verdiği bir kabullenmeydi onun ki. En azından üzerine battaniyesini örterek korumaya çalışıyordu bir anne olarak.
Annesi odadan ayrıldıktan sonra pencereden okula giden çocukları seyretti biraz. Kimi annesinin kimi de babasının elinden tutmuş, kimi kardeşiyle, kimi arkadaşıyla, acele acele okula gitmeye çalıyorlardı. Acaba bir gün ben de bunlar gibi okula gidebilecek miyim diye düşündü. Ama mutlaka gitmeliydi okula, çünkü ; okumayı, yazmayı, resim yapmayı, yeni şeyler öğrenmeyi çok seviyordu. Okula gitseydi ablasından yardım istemeden yapabilecekti bunları. Bir ara başını odaya çevirdi, anneannesi yatağının üzerinde oturuyordu, zaten Kaan’ı hiç yalnız bırakmazdı belki bir ihtiyacı olur diye.Sonra tekrar gözleri pencereden dışarı takıldı, bu sırada uykuya dalamadığının farkına vardı. Hayret etti; niye uykusu gelmemişti? Halbuki pencerenin önüne oturur oturmaz bastırırdı uykusu, fakat bu gün uykusu gelmiyordu.Tekrar düşünceye daldı, ailesi de onun okula gitme isteğinin farkındaydı. Anneannesi sık sık dua et ALLAH (C.C) kendisinden isteneni verir, ben senin için dua ediyorum. Sen de inanarak dua et, bir gün mutlaka kabul olur derdi.
Bunları düşünürken daha önce pencere önünde gördüğü gizemli, sır yüklü rüyaları geldi aklına…
Kaan bir gün rüyasında ablasıyla beyaz bir ata binmiş geziyor gördü kendini. Atın yularını eline almış ablası da sıkı sıkı tutunmuş Kaan’ın belinden geziyorlar. Her zaman piknik yaptıkları su kenarındaydılar. Bir yandan da el sallıyorlardı anne ve babasına. Derken at koşmaya başlıyor, koşuyor koşuyor ve Kaan’ın ablası birden attan düşüyor. Kaan atı bir türlü yavaşlatamıyordu, at ailesinden uzaklaşıyordu, bağırıyor yardım istiyordu, fakat bir türlü sesini duyuramıyordu. Artık ailesinin göremeyeceği kadar uzaklaşmıştı. At Kaan’ı bilmediği yerlere götürüyordu. Korku içindeydi, ne yapacağını bilmiyordu. At birden yavaşlamaya başladı,yavaşladı,yavaşladı. Sonunda büyükçe bir binanın önünde durdu. Kaan binanın merdivenlerinden yardım alarak attan indi. Hiç bilmediği bir yerdeydi. Etrafına baktı, kimseler yoktu. Yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladı. Merdivenler bittiğinde karşısına kocaman bir kapı çıktı.Tam kapıyı çalmaya hazırlanmıştı ki, kapının açık olduğunun farkına vardı.
- Kimse yok mu, diye seslendi ama ona cevap veren olmadı. Fakat içeriden insan sesleri geliyordu. İçeriden gelen seslere iyice kulak verdi. Sesler çok derinlerden geliyor; bir türlü anlayamıyordu. Seslerin nereden geldiğini merak etmişti. İçeriye girmeli miyim diye düşündü ve cesaretini toplayıp içeri girdi. Önünde uçsuz bucaksız bir koridor vardı. Koridor boyunca sağında ve solunda bir çok odalar vardı. Acaba sesler bu odalardan mı geliyordu. Kaan bütün kapıları dinliyor, sonra açmaya çalışıyordu, fakat kapıların hiçbiri açılmıyordu. Ama duyduğu ses gittikçe yaklaşıyordu. Kapıları açmaya çalışmaktan tam sıkılmıştı ki koridorun sonu göründü. Kaan gözlerine inanamadı, karşısında daha önce hiç görmediği kadar güzel bir kapı vardı. İyice kapıya yaklaştı, sesler buradan geliyordu. Merak içinde kapıyı açtı, içerisi çok kalabalık görünüyordu. Kaan içeri girmek için birkaç adım attı, insanlar Kaan’ın farkına bile varmamışlardı.Kaan ne yaptıklarını anlamak için dikkatlice baktı, hepsi sıra sıra yere oturmuş, ellerini açmış,hep bir ağızdan aynı şeyi söylüyorlardı, iyice kulak verdi .
- Sabır edemedik, sabır etmeyi bilemedik affet ya Rabbim diyerek ağlıyor, sızlanıyor, yalvarıyorlardı. Kaan, kalabalığın arasında, sanki tanıdık bir ses duymuş gibi oldu, telaşla sağa sola bakındı ve kalabalığın içinde anneannesini gördü hemen insanların arasından sıyrılarak anneannesinin boynuna sarıldı. Kaan artık yalnız değildi. Anneannesini bulmuş, artık sıkıntıdan kurtulmuştu.
Bu rüya Kaan’ı çok etkilemişti, neydi bu rüyanın sırrı bir türlü çözemiyordu. Birden hala uykuya dalamadığını fark etti. Yönünü odaya döndü anneannesi onu seyrediyordu. Sanki o da uyuyamayışını merak etmiş gibiydi, bir yandan da dua ediyordu. Kaan yine benim için dua ediyor diye düşündü. Bakışları birbirini yakaladığında “anneanneciğim ablamın okuldan dönmesine ne kadar kaldı”, diye seslendi.
- Az kaldı yavrum, yarım saate kadar gelir, dedi.
Vakit nasılda geçmişti farkına bile varmadan. Annesi bu saatlerde ev işleri ile uğraşıyor olurdu ama işi biter bitmez Kaan’ın yanına gelir kalan bütün vaktini onunla geçirmeye çalışırdı. Yalnız annesi ve anneannesi değil bütün aile fertleri, önemli işleri dışındaki bütün vakitlerini, onunla ilgilenerek geçirmeye çalışırlardı. Kaan da kendisine gösterilen bu ilgi ve sevginin farkındaydı. Onları üzmemek bu ilgi ve sevgiye layık olmak için elinden geleni yapıyordu.
Tekrar pencereden dışarı kaydı bakışları, sokaklar nerdeyse boşalmış gibiydi. Bugün rüyada görmemişti ama olsun, dün çok güzel bir rüya görmüştü.
Rüyasında, bahçede, babasının etrafında toplanmışlardı. Babası bahçeye dikilmek için çiçek fideleri getirmiş, bunları taksim ediyordu. Çiçek fidelerini bölüştürdü. Herkese beşer çiçek fidesi düştü. Babası, herkesin kendi hakkına düşen çiçek fidelerini, bahçede diledikleri yerlere dikebileceklerini söyledi. Kaan fidelerini aldı ve nereye dikmeliyim diye düşündü. “Her istediğimde rahatlıkla görebileceğim bir yer olmalı” diye cevap verdi kendi kendine. Sonra “penceremden baktığımda görmeliyim” diye ekledi.Hemen penceresinin karşısına geçti, başını kaldırıp pencereye baktı, evet buraya dikmeliyim; istediğim zaman rahatlıkla görebilirim dedi. Fidelerini dikmeye başladı.
Önce her fide için bir çukur kazdı oyuncak küreği ile. Sonra fidelerine baktı, hangisinden başlayacaktı dikmeye? Gözlerini yumdu, elini uzattı, bir çiçek fidesi seçti. Seçtiği fideye şöyle bir baktı, üzerine bir not iliştirilmiş olduğunu gördü. Notlarda çiçeklerin isimleri yazılı idi. Eline aldığı ilk çiçek fidesinin ismi kader çiçeği idi. Kader çiçeğini büyük bir özenle dikti, açtığı çukurlardan birine ve bir çiçek fidesi daha seçti. Bu da şükür çiçeği idi. Sırasıyla sabır çiçeği, sevgi çiçeği ve huzur çiçeğini de dikip fidelerini suladı. Artık görevini tamamlamıştı, biran önce odasına çıkıp diktiği çiçeklerini penceresinden görmek istedi. Hemen odasına çıktı, pencerenin önüne oturdu ve çiçeklerine baktı. Çok güzel görünüyorlardı. Sonra çiçeklerin üzerinde yazan isimler aklına geldi, daha önce böyle çiçek isimleri hiç duymamıştı. Birden babasının yanına geldiğini fark etti ve sordu.
- Babacığım, bu çiçeklerin isimleri neden farklı? Babası:
- Bu çiçekler, senin hayatını anlattığı için isimleri farklı, dedi. Kaan tekrar sordu.
- Babacığım bu isimlerin manası nedir? Babası cevap verdi.
- Kader çiçeği: Senin yürüyemeyişinin; Allah (c.c) tarafından takdir edilmiş olduğunu yani senin kaderin olduğunu anlatıyor.
- Şükür çiçeği: Yürüyemeyişinden dolayı ümitsizliğe kapılmadan Allah (c.c) takdirine razı olup haline şükür ettiğini;
- Sabır çiçeği: Bu çiçek de yürüyemeyişinin verdiği sıkıntılara; gösterdiğin sabrı;
- Sevgi çiçeği: İnsanlara, hayvanlara, doğaya, bunların hepsini yoktan var eden Allah (c.c) olan sonsuz sevgini;
- Huzur çiçeği: Kadere olan inancın, takdire olan şükrün, sıkıntılara karşı gösterdiğin sabrın ve bitmek tükenmek bilmeyen sevginle rahata kavuşacağını anlatıyor… demişti rüyasında babası.
Aslında babası boş zamanlarında kitaptan böyle şeyler okurdu Kaan’a, ondan mı etkilenmişti acaba, yoksa büyük sır bu rüyada mı gizliydi. Bir türlü çözememişti rüyalarının sırrını.
Birden zilin sesi ile kendine geldi, ablası okuldan dönmüştü. Kaan ablasının okuldan dönüşünü fark etmemişti. Ablası:
- Kaan diye seslendi
- Bak sana yeni hikaye kitapları getirdim.
Ablası Kaan’ın yanına oturdu ve getirdiği kitapları göstermeye başlamıştı ki, telefonları çalmaya başladı.
Annesi telefonu açtı, anlaşılan arayan Kaan’ın babası idi. Kaan bir yandan ablası ile konuşurken bir yandan da annesinin konuşmalarını anlamaya çalışıyordu. Ancak annesi aynı odada olamadığı için ne konuştuğunu anlamakta zorlanıyordu ama çok heyecanlandığını gelen haberin onu çok sevindirdiğini anlamıştı.
Annesinin konuşması bitince koşarak Kaan’ın odasına girdi. Annesi ağlamıştı ama bir yandan da gülümsüyordu.
Kaan, ablası, anneannesi, merak içinde bir açıklama bekliyorlardı. Fakat annesinin heyecandan dili tutulmuştu, sanki anlatmaya nasıl başlayacağını bilmiyor gibiydi. Anneannesi daha fazla dayanamadı ve sordu.
- Eeee kızım ne oldu anlatmayacak mısın?
Bu soru üzerine annesi kendine geldi ve anlatmaya başladı.
Arayan Kaan’ın babası idi. Kaan’ın doktoru onu aramış ve tıptaki yeni bir gelişmeden bahsetmiş ve Kaan için de ümitli olduğunu söylemişti. Yani doktora göre Kaan artık yürüyebilecekti, hepsi birden sevinçten ağlamaya başlamışlardı.
Kaan artık rüyalarının sırrını çözmüştü, sabrının ve inancının sonunda huzura kavuşmuştu.
Kaan artık yürüyecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.