- 1405 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAPI KAYNATMAKLA OLMUYOR ŞEKER
Bu gün 30 Mart
Diğer günlerden bir farkı var mı? Var…
Bu gün ‘’Hüseyin-Mahir-Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş’’ ın kahraman(!) devrimcilerinden Mahir Çayan’ın Tokat’ın Niksar İlçesine bağlı Kızıldere Köyünde Türk askeri ( Bu kelimenin altını çizelim ) tarafından öldürülüşünün 41. Yıldönümüdür.
Hepsi bu kadar mı? Hayır.
Bu gün aynı zamanda İstanbul’un Maltepe İlçesinde C.H.P.li Belediye Başkanı Prof Dr. Mustafa Zengin tarafından Hüseyin- Mahir-Ulaş Parkının açıldığı gündür. Burada ‘’Maltepe’’ nin de altını çizmek gerekir. Neden mi?
Mahir Çayan 22 Mayıs 1971’ de İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’un kaçırılıp öldürülmesi olayına karışır. Kaldıkları evden kaçarken polisle girdikleri çatışma sonrasında Mahir Çayan ve Hüseyin Cevâhir, İstanbul Maltepe’de bir evde kuşatılır. Evde bulunan 14 yaşındaki bir kızı rehin alırlar. Çayan ve Cevahir’i ikna edebilmek için anne ve babaları ile aile büyükleri olay yerine getirilir. 1 Haziran’da eve yapılan operasyonda Cevahir öldürülür, Mahir Çayan ise yaralı olarak yakalanır. Rehine kız zarar görmez.
Yani Maltepe , Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in 14 yaşında bir kızcağızı – Halkı kurtarmak adına – on gün rehin tuttukları İstanbul İlçesidir.
Aslında hep ‘’ Hüseyin- Mahir- Ulaş-‘’ Olarak bildiğimiz bu halk kahramanları(!) sadece üç kişiden ibaret değillerdir. Her neyse…Bazılarının isimlerini yazının ilerleyen bölümlerinde göreceksiniz. Özellikle de bir tanesini…
1 Haziran 1971 de bu üçlüden Hüseyin Cevahir öldürülmüştür. O günlerde sadece on yedi yaşında...Yani Hüseyin ve Mahir Ağabeyilerimizin( !) Maltepe’de on gün rehin tuttukları o kızdan üç yaş büyük olan ben İsrail konsolosunu kaçırıp öldürmekle, benden üç yaş küçük bir kızı rehin tutmakla bu vatan nasıl kurtulur? Kim bu insanlardan vatanı kurtarmasını istemiştir? Bu insanlar vatanı kimden kurtarıyorlar? Bunu anlamasak da Devrimci ağabeylerimiz belli ki bizim için faydalı bir şeyler yapıyorlardı. Gerçi polislerle çatışmaya girmelerine bozulanlarımız da vardı ama o zamanın polisi zaten komple faşist Frukolardan ibaret(!) olduğu için gebermelerinde hiç bir sakınca yoktu(!) [ Şimdi de öyledir.(!)]
Hay Allah’ım ya…Şimdiki nesil Frukoyu da bilmez…Şimdiki Çevik Kuvvet Polisi ne ise o zamanın Toplum Polisi de o. Şu farkla ki...Şimdiki Çevik Kuvvet Polisinin elinde her türlü caydırıcı güç var iken o zamanın Toplum Polisinin elinde çakaralmaz Kırıkkale tabancaları vardı. Terörist saniyede elli - altmış mermi sıkarken bizim zavallı polis bir mermi sıkana kadar anası ağlardı. İşte o toplum polislerinin kafalarındaki kasklar Fruko marka gazozların kapaklarına benzediği için onlara sağcısı da solcusu da Fruko derdi....Ama daha çok sol görüşlüler ile Selametçi dediğimiz Necmettin Erbakan’ın Akıncı taifesi. Neyse…Konuyu dağıtmayalım.
Hüseyin- Mahir- Ulaş üçlüsünden Hüseyin 1 Haziran 1971 de öldürüldü. Mahir Çayan ise tutuklanarak Maltepe Ceza evine kondu. Dâvâ sürerken 29 Kasım 1971’de THKP-C’den Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ile THKO’dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, kazılan tünelden çıkarak firar ettiler.
Mahir-Hüseyin- Ulaş üçlüsünden Ulaş Bardakçı, bu firardan çok kısa bir süre İstanbul Arnavutköy’de 19 Şubat 1972 de kuşatılarak öldürüldü. Mahir Çayan ise Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve Ertuğrul Kürkçü ile Karadeniz’e geçti. ( Ertuğrul Kürkçü adının da altını çizelim. Yukarıda bahsettiğim ‘’ Özellikle de bir tanesi ‘’ İşte bu. )
Bunlar 26 Mart 1972’de Ünye’de NATO’ya ait radar istasyonunda çalışan iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyeni kaçırdı ve karşılığında THKO (Türkiye Halkın Kurtuluş Ordusu) önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın serbest bırakılmasını istediler. 28 Mart’ta rehinelerle birlikte Niksar’ın Kızıldere Köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına gittiler. 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya alındılar. Askerlerin megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına devrimci sloganlarla karşılık verdiler. Evi sarmış olan askerler ile silahlı çatışmaya girdiler. Çatışma sonunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Sarıhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürüldü. Evde bulunan Ertuğrul Kürkçü samanlıkta saklanarak sağ kaldı ve yakalandı. Rehineler ise çatışma sırasında öldürüldüler.Tabii ki bizim halk kurtarıcıları tarafından.
Uğruna hem kendilerinin hem de suçsuz günahsız iki İngiliz ve bir Kanadalı teknisyenin öldürüldüğü Deniz Gezmiş ise 6 Mayıs 1972 de idam edildi.
Bütün bunlar herkesin bildiği şeyler zaten.
Sebebi ne olursa olsun Hüseyin-Mahir- Ulaş üçlüsü bu ülkenin askeri ile silahlı çatışmaya girmiş midir? Evet…Bu üçlünün dahil olduğu THKP-C bu gün hâla askere kurşun sıkmakta mıdır? Evet… THKP-C bu gün PKK ile kanka vaziyetinde midir? Evet…Dünün THKP-C lisi Ertuğrul Kürkçü bu gün PKK nın siyasi kanadı olan BDP nin içinde midir? Evet.
Peki Deniz Gezmiş…İdam edilmeden önceki son sözleri ne olmuştur? ‘’ Yaşasın Marksizm Leninizm, Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’’
Sizce Atatürk, elli yedi yaşında bu fani hayata gözlerini yummasaydı da hâla yaşıyor olsaydı ağzından bir kez olsun ‘’ Yaşasın Marksizm, Leninizm, Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının kardeşliği ‘’ diye bir söz çıkar mıydı? Kesinlikle hayır.
Bu durumda bir C.H.P li Belediye nasıl olur da ‘’ Unutmak İhanettir’’ diyerek bu üçlü adına park açar? Hani C.H.P Atatürk ilke ve İnkılaplarının ( Onlara göre devrimlerinin ) Yılmaz bekçisiydi? Atatürk’ün ağzından bir kez olsun ‘’ Halklar ‘’ diye bir kelime çıkmış mıdır? Atatürk’ün Marksizm ve Leninizm lehine söylediği bir tek güzel, övücü söz var mıdır?
Bu gün, -eskiden faşist dedikleri insanlarla aynı dili kullanıp- ‘’ Ezan susmaz, bayrak inmez.’’ Diyenler…Sizlere soruyorum. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, İbrahim Kaypakkaya ve Ertuğrul Kürkçü ‘’Ezan susmasın, Bayrak inmesin’’ diye mi mücadele etmişlerdir? Bu gün ‘’ Deniz Gezmiş Atatürkçü olduğu için idam edildi ‘’ Diyebilme gafletini gösterenler…Size soruyorum...Deniz Gezmiş olsun, Hüseyin- Mahir- Ulaş osun hayatlarında Atatürk’ün adını bir kez olsun saygı ve sevgi ile ağızlarına almışlar mıdır? Bir kez olsun bu ağızlardan ‘’ Ne mutlu Türk’üm diyene ‘’ şeklinde bir söz dökülmüş müdür?
Bu günkü PKK nın yan kuruluşu ya da kan kardeşi olan THKP-C örgütü üyesi üç kişi adına park açacaksınız sonra da ‘’ Uyuma Türkiye ‘’ Diye milleti uyandırmaya çalışacaksınız aklınız sıra...Yok öyle üç kuruşa beş köfte.
Zaman zaman ‘’ Yahu bunlar da hidayete erdi galiba ‘’ Diyorum…Özellikle de bazı C.H.P lilerin sosyal paylaşım sitelerinde ‘’ Ne mutlu Türk’üm Diyene’’ vecizesini ya da ‘’ Ezan susmaz, Bayrak inmez ‘’ Gibi sözleri paylaştıklarını görünce. Ama daha sonra böyle İstanbul Ataşehir’de ‘’ Deniz Gezmiş Parkı ‘’, Maltepe’de ‘’ Hüseyin- Mahir –Ulaş Parkı’’ açtıklarını görünce tüm umutlarım yıkılıyor ve aklıma aşağıdaki fıkra geliyor:
Padişahın biri veziri ile iddiaya girmiş… Vezir bazı hayvanların eğitimle yaratılış özelliklerin dışında davranışlar sergileyebileceklerini ve bunun kalıcı olabileceğini söylüyor buna karşılık padişah ise bazı davranışları öğrenseler bile neticede yaratılış amaçlarına uygun davranışlardan vaz geçmeyeceklerini ifade ediyormuş. Sonunda vezir bir kediyi alıp iyice eğitmiş. Bir gün bu kediyi alıp padişahın huzuruna çıkmış. Daha sonra da gösteri başlamış.
Kediye emir vermiş vezir: ‘’ Koş git bize çay getir’’…Kedi hemen koşmuş..Az sonra da patilerinin üzerinde bir çay tepsisi ve içinde dolu bardaklar, şeker, çay kaşığı, çay tabağı filan olaraktan içeri girip padişaha doğru iki arka ayağı üzerinde yürümeye başlamış. Ama Padişah da uyanık…Kedinin kendisine yaklaştığını görünce önceden cebine yerleştirdiği minik bir fareyi usulca yere bırakmış. Kedi fareyi görür görmez tepsiyi fırlattığı gibi farenin peşine düşmüş. Bu durum karşısında vezirin dudaklarından şu beyit dökülmüş:
Şapı kaynatmakla olmuyor şeker.
Canına yandığım ceddine çeker…[*]
Olmuyor…Şapı kaynatmakla şeker olmuyor işte…
Haaa..Bu arada 30 Mart aynı zamanda Fatih Sultan Mehmet’in doğum günüdür.
[*] Ayıp omasın diye sözün edepli versiyonunu yazdım.
YORUMLAR
Okuyanlara hikaye gibi gelen o eski olaylar hazin hikayeler,acıklı anılarla doludur. Cihan Alptekin öldürüldüğü günün akşamı Cihan'ın dayısının evinde misafirlikteydik. Yengesi çalan telefonu açınca beti benzi atmış bir halde telefonu kapatıp kocasına lazca "Cihani mogattu" gibi bir laf söyledi.
"Cihanı vurdular" demek...
Hatırlıyorum o eski günleri o kaçırılan kızın biler adı aklımda "Sibel Eraslan" dı yanlış anımsamıyorsam.
Deniz Gezmiş bir ara bizim orada fabrikada çalıştı.Babam fabrikanın kırılan camlarında megafon elinde konuşan delikanlının "Deniz o delikanlı işte ,yerinde duramıyor" dediği zaman ben ilçeden il merkez,ne giden minibüste annemim kucağında seyrediyordum.
ABD filosuna "yankee Go Home " diye haykıran öğrencilerin üzerine memleketin milliyetçi evlatlarını hücum ettiren zihniyetin ülkede çıkarmaya çalıştığı "Komünizm tehlikesine karşı güç oluşturma " gayreti neticesinde Amerikan hükümetine şirin göürnmek İstiklal uğruna verilen sözlerin yerine getirildiğini göstermek için bu memlekette katledilen devrimci gençleri saygı ile anıyorum her zaman.
Fakat bir hakikati de söylemden geçemeyeceğim değerli hocam...
Bu memlekette "sol-sosyalist" yapılanma memleketi tanımayan,usulleri gelenekleri bilemeyen ve bu topraklarda da Arnavutluktaki tepkiyi bekleyen sol teoprisyenlerin yaptığı yanlışların memleketi "faşizmin" kara kollarına ittiği hakikati unutulmamalıdır.
Bu memlekette devrimci hareketin camilere ve inanaca karşı geliştirdiğ söylem sosyalist sisteme yabancı olmayan dini anlayışın sol'dan uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Bu park isimleri,sokak cadde sismleri de demode oldu artık.
Marx-Lenin_engels Parkı" deseydi de farketmezdi...
Saçmalık !
Selam ve saygı ile.
sami biberoğulları
Ben o parkın adının Hüseyin-Mahir Ulaş parkı olarak konmasına karşı değilim zaten... Ya da Ataşehirde açılan Deniz Gezmiş Parkına da karşı değilim. Karşı olduğum şey tutarsızlıktır...Bu devrimci liderlerin hiç biri Atatürkçü filan değildir...Bu durumda CHP ya Atatürkten ve Atatürkçülükten vaz geçmelidir ya da Lenincilikten...Bir gövdede iki baş olmaz.
İkinci olarak...Masum Korkmaz da '' Halkların kardeşliği'' Diyordu...O halde onun adına da bir park açalım...
Abdullah Çatlı Asala'yı bitiren adam olarak anılıyor..Bir park da onun adına açalım... Bu mudur yani?
Selam ve sevgilerimle.
erolabi
Kerim Zoran halk plajını bilirmisiniz bilemem .Ki Kerim Zoran şimdi anlatırken gözlerim doluyor , üklemizin yetiştirdiği meşhur sapıklardan biridir.
Bir de Ya abi Atatürkçü var mı bu memlekette .
Atatürk kullanıcıları var. Hani derler ya "satıcı" ve "kullanıcı" hah işte bizde o ikisi de var.
herkes paçasından kendi yanına çekmeye çalıştığı bir Atatürk var ortada.
Bir bakarsın "devrimci" bir bakarsın "Türkçü" bir "Batıcı" bir doğucu" bir güleşçi" bir denizci" bir ...
Zaten bu ülkedeki "sosyalist" anlayışı anlayışabilene aşk olsun.
BİZİM "SOSYALİSTLER " başka bir yerde yetişmez.
Ç:))) selam ile.
sami biberoğulları
Allah seni bildiği gibi yapsın e mi? Gülmekten karnıma ağrılar girdi. Yahu sen bunu bir yazı haline getirsene...Günün yazısı olmazsa ben de bir şey bilmiyorum. Haaa. Sen yapmayacaksan bana müsaade et ben yazayım şu pezevenkleri, mamaları filan.
Selam ve sevgilerimle.
belkıde onlar butun hakların kardeslıgını ıstedıklerı ıcın ne mutlu turkum dıyene dememısler...onlar abd emperyalızmıne karsı cıktılar devlete degıl ,polıse kursun sıkılmasına karsıyım ama polıs ıle diğerlerı karsı karsıya getırenler coktan emperyalızmın kanatları altında ucmustur...
turkıyede bırden cok halk olmakla bırlıkte bırden cok din mevcuttur...cıkıpta ezan dınmezlıkten bahsedıyorsam aynı zamanda bınlerce yıl bu topraklarda yasayan kılıselerın sahıplerını ezmıyecem...bır ınsan allah yarattığı sevme var bırde allah turk oldugu yarattiği için sevmek ...egerkı allahı gercek manada kabul edersen kullarını herturlu seversın..ne mutlu turkum dıyene ne mutlu ermenıyım dıyene ne mutlu arabım dıyene ne mutlu yahudıyım dıyene ne mutlu kurdum dıyene bunlar hepsı mutlu olabılırler mı mutlulugu bu sekılde dayatılmasına bu sekılde kabul edılmesınde zorlanmasına...herkes kendı ısıne geldıgı gıbı anlama kendı ısıne geldıgı musluman ayaklarına kapılıyor tarıh(savas) bunu gosterıyor...
mustafa kemal ataturk bır ondedır kımse ona saygısızlık etmeye hakkı yoktur ama ve lakın mustafa kemalı sevıyorum deyıp onun adına konusturma sanatına burunenler onu sevdıgıne ınanmıyorum. yok mustafa kemal sag olsaydı sunu yapardı yok mustafa kemal sag olsaydı soyle dusunurdu yok bılmem ne bela...
bır onder e saygı duyuyorum dıyebılıyorsak onu konusturmayla kendımız ne konusabılırız kendımız ne yapabılırız dıyebılmekten gecer tekcılık dusunceye tekcılık kafaya sahıp olmak degıldır mustafa kemal ataturku sevmek...
bugun turkıyde oy kazanmak ıcın kendılerıne sıyasetlerıne alet edılen bır mustafa kemal var...
.....
eger bır yerde ınsanlar ölüyorsa bunun bır nedenı vardır !!!
saygılarımla hocam farklı dusunceler farklılaştırılmamalı cunku dusuncenın farklılıgı zengınlıktır..
yazınız edebı yonden zevkle okudum
tekrardan saygılar sunarım
izzettin tarafından 4/1/2013 1:23:17 AM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Öncelikle sayfama şeref verdiğin için çok teşekkür ederim. Farklı düşüncelerde olsak da böyle zarif ve anlaşılır bir dil kullanan arkadaşlara her zaman canım kurban.
Yazdıklarına bir iki satır cevap vermek istiyorum.
1-'' Onlar bütün halkların kardeşliğini istemişlerdir.'' Olabilir...Belki de ana niyetleri buydu. Ama bilirsiniz ki niyetler ancak yapılan eylemlerle kendini açığa vurur. Bu insanlar bu ülkede bir sosyalist devrim gerçekleştirmek istemişlerdir. Bunun için silahlanmışlardır.12 Eylül 1980 öncesinde neredeyse tüm duvarlarda yazan '' Devrim Kanla yazılır'' sloganı onlara aittir..Ki bu ifade sadece kuru bir slogan değil, bir eylemdir.Kan dökerek ve halkın aslında hiç de onaylamadığı bir devrim yaparak bütün halkların kardeşliğini nasıl sağlarsınız?
2-''Onlar Amerikan Emperyalizmine karşı mücadele ettiler...'' Hayır onlar sadece ve sadece 1968 de 6. Filoya '' Go Home '' dediler...Eğer bu Amerikan emperyalizmine karşı çıkmaksa ben onlardan çok da büyük emperyalizm karşıtıyım..Benim heykelim dikilmeli...Çünkü Türkiyeyi ziyarete gelen İngiltere kraliçesi Bakırköy sahilinden geçerken benim okul arkadaşlarım el sallayıp sırıtırken ben şu bizim meşhur kol hareketini ( Hani şu fotoğraf çekme olayı var ya işte o..Recep İvedik'in meşhur hareketi. ) yaptım Kraliçe Elizabeth'e.
Bu insanlar maalesef Amerikan emperyalizmine karşı mücadele etmediler..Eğer öyle olsaydı 6 Mayıs 1979 da bu ülkenin halkından bir kişi olan benim kanımı dökmezlerdi memleketi kurtarma adına..Çünkü ben Amerikalı filan değildim..Öz be öz bu ülkenin halkıydım. Hiç bir zaman Amerikancı olmadım. Olmayacağım da.
3- Kendi adıma konuşabilirim...Çocuklukta Gerek İstanbul- Fener'de, gerek Beykoz'da pek çok Ermeni ve rum arkadaşlarım olmuştur..Bu topraklarda Rum ve Ermeni kardeşlerimle hep dostça yaşamışızdır...Bizim Ramazan bayramlarımızda onlar gelip baba ve annelerimizin elini öperken onların paskalya ve noellerinde de biz Paraşko Amcamızın, Evniki Teyzemizin, Agavni Halamızın ellerinden öpmüşüzdür. Kürt Abuzer, Laz Davut, Ermeni Varujan ve Türk Sami bir elin parmakları gibi olmuştur hep...İşte o parmaklar ayrı ayrı Kürt, Ermeni, Laz, Rum, Karakalpak (Ben ) olabilir ama sıkılıp yumruk olunca onun adına TÜRK denir. Yani Türk olma bir dayatma değildir.Türk olma birlik ve beraberliktir.
Yine kendi adıma konuşuyorum: '' Yaratılanı severiz yaratandan ötürü'' derken bunu laf olsun, torba dolsun diye söylemem ben. Ya da bu beyitteki edebi sanatları bulmak için kullanmam.
4-Mustafa Kemal'i sevmek ya da sevmemek kişilerin kendi şahsi tercihleridir. Hiç kimseye '' Niçin seviyorsun?'' Ya da '' Niçin sevmiyorsun?'' Deme hakkımız yoktur. Ama bir insan hem '' Atatürkçüyüm'' diyip hem de '' Hüseyin-Mahir-Ulaşçı '' İste işte o zaman sorarım '' Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu'' Diye..Çünkü Hem Atatürkçü hem de Leninci olunmaz..İkisi bir bünyede barınamaz..
Bunun dışında isteyen Atatürkçü olur, isteyen Leninci, İsteyen de Fethullahçı vs. Buna karışamayız.
5-Benim yaptığım Mustafa Kemal'i konuşturmak değildir. Bir gerçeği dile getirmektir...Mustafa Kemal'in Leninizm , Marksizm lehine bir tek sözü varsa bunu '' Deniz Atatürkçü olduğu için idam edildi'' diyenlerin ağzından duymak isterim. Bu da benim hakkım değil mi?
Yorumunuz için tekrar teşekkür ediyor selam ve sevgilerimi yolluyorum.
Öteki Şair
Yine kendi adıma konuşuyorum: '' Yaratılanı severiz yaratandan ötürü'' derken bunu laf olsun, torba dolsun diye söylemem ben. Ya da bu beyitteki edebi sanatları bulmak için kullanmam.'''
yorum yapmadan önce sana tesekkür edmek ist/iyorum bu tesekkürüm.düsünce kısmı ıle ılgılı..
sana bişey diyeyim mi kardeş ^keşke^ ama !keşke! herşey yazıldığı gibi olabılseydi güzel hoş diyorsunda hiçbirşey yazıldığı gibi yasanılmıyor...
selcuklulardan bahsedıyoruz kazklı azerisi göktürkler ve hatta taa gılgamış destanı ve orhun abıdelerıne kadar uzatabılırız türk mıllettının ne oldugunu ve ne olmadıgını...ama sana sunuda soyluyeyım sorun tam anlamıyla türk yasama yada türk doğma türk yasatma sorunuda degil ...
türkıyede kuvalan ve soykırımsal olarak goce ve ulkelerıyle terk etmeye zorlanan türkler değildi onlar ermenıydı dıgerlerıde suryanıydı şımdı guneydoğunun bircok yerlesım yerı ermenıce ısımlerle anılıyor evlerı yurtları yok artık türk olma dunyalarında...
hıc bır allahın kulu cıkıpta onlar türktü nıye oldurdun dıye bır dayatma yapmadı cunku onlar ermenıydı cunku onlar ötekıydı...hrand dınk sokak ortasında katledıldı ve gerıye kalan türk dunyasında ölen sahıpsız bır ermenı kımısı sahıp cıktı protesto yaptılar kımısı bırakın zaten onlar hakıkı türk değildı deyıp sustular ogün samast mı ney adındakı adama cocuktur dıyen bır sıstemle yargılandı beraatıne karar veren mahkeme heyeti...
onun tek socu hakıkı türk olamamasıydı cunkü yüce allah onu oyle yaratmıstı bunu kımse degıstıremezdı oda kendını ınkar etmedı ve hıc degılse belkıde ermenı olrak oldu...
bugun turkıyede kımılerının kabul etmedıgı kımılerının adını bıle anmak ıstemedıgı kımsının ıse yuregınde ırkcı saldırı olarak kalan bır kurt meselesı tartısması var..
ıstesekte ıstemesekte bu bır gercektır kımısının adını dahı anmak ısmedıgı bır sorun mevcut
100 yıllık bır ısyan bır ölüm bır zülüm bir yok edılıs bır ınkar donemı ve daha sayamadıgım evrelerden gectıler türklerın kardesleri kürtler...
dersımde siddele sevdıler zılanda kanla yıkadılar mustafa muglalılarla 33 kursun 33 yurek ve 33 gencecık can alacak kadar kanlı kardesti türk kürt kardeslıgı....
kımısı daha kactı kımısı yurt dısına kactı kımsıde faılı mechullerle yerın dıbıne atıldı asıt koyularında karakul copluklerınde cok sonradan ıtırafcıların soylemlerıyle mezarları acıldı o sıcacık yreklı annelere hapıshanelerın onunde nobet beklerken kac ezan vaktı gectı cıkıp bakan olmadı bır musluman yiğdi ha unutmusum onlarınkı patlıcandı...cunku onlar hakıkı turk degıldı allah onlara ıbretlık olsun dıye hakıkı türk dogurmamıs alın yazısı ne yapalım kardesler arasında olur boyle seyler unutup gıdıler....
kürtce dedıler bölücü oldular kürt dedidiler öteki oldular be buradayım dedıler yok edıldıler hapse atıldılar...
cunku onlar terorısttıler cunku onlar bolucuyduler ..
kürt deyınce boyle bır sey yoktur deyıp çatalla bıcakla protesto ettıler kart kurt seslerı falan fılan....
oysa bırı cıkıp lan bır kardesız degılmıyız benım kürt kardesim bursada ülkuculer tarafından lınc edılmıs bır gecmıs olsun dıyeyım...
asgarı ucretının altında kölelık yaparlarken bır allahın kulu cıkıpta lan benım kürt kardesımi bu sekılde calıstıramazsın böyle sacmalık mı olur dıyen bırını goremedık...
bız sadece elınde türk bayragı ve onun sapıyla kürt işcılerıne saldırıp sonrada yorulunca üzerıne uturup türk bayragını kullananları gorduk...
her tara ne mutlu türkum dıyene asıp türklüğü bu sekılde dayattıgını gorduk...batmanda ne mutlu türkum dıyene yazısını sokup yerıne yyurtta sulh cıhanda sulh yazısını asmıslar ..ve bu zaman dılımınde ne onlar türk olabıldı ne türkler mutlu olabıldı..ama herseye ragmen olabılmıslerse helan olsun...
dogudan batıya okumak ıcın gıden öğrencıler hep ırkcı saldırılara maruz bırakıldı oysa hanı onlarda türktü hanı onlarda turkuyle kurduyke lazıyla cerkezıyle türktüler...
bir allahın kulu cıkıpta lan sen bir türke nasıl nasıl kaldırrsın dedığını görmedık
eğer bunları dıyemıyorsak ne kardesllık nede herkes türktür dayatmasında bulunmaya hakkı vardır....
biz niye bu haldeyız mıllet uzayda domates ekıyor bız hala kan davasından bahsedıyoruz bır ülkenın başbakanı cıkıpta fransada abd de ulusa seslenırken dıyorkı sayın avrupa halkım sız bılmem kac yasındakı seraptan bılmem kac yasında oldurulen cocuktan haberınız var mı aynı sekılde soru soranlara sızler türkıyeye fransızsınız...hey bıre sen turkıyeye türk oldunda ne oldu yada aynı sekılde kemalı devletı
oktayı vuralı kamerı türkıyeye türk oldularda türkıyeyı cok ıyı mı anladılar annneler aglamasın derken sadece hakıkı türklerın sadece tek taraflı aılelerı kastederek...
ortada bır savas yokmus gıbı 35 senedır ınsanlar hakıkı turk olmadıkları ıcın köylerı bosaltıldı evlerınden bartlarından uzakta bırakıldılar...
türkıyeye türk olan hangı türk bunları dıle getırdı ama keske onlarda fransız kalbılselerdi hiç degılse basbakana sorarlardı su kurt sorununu ne zaman cozeceksınız....
temel hedef abd somurgesı altında türk ınsanlarımıza paralı asker konumunda MUBAREK ÖZGUR SURYE ORDUSU kervanına katlar yapıp esad rejımını devırmek israıl ve sıyonızmi ıle abd emperyalızmı o kadar kendı hımayesıne almıslar kı bunları artık kürt sonunu konusacak bır sevıyeye bıle gelmıs...ve esad oyle gucluki israıl turkıyeden ozur bıle dılıyor...
ve allahım ver kaz gelen yerden tavuk esırgenmez..
esad devrılırse ıranın dıyımıyle sıra turkıyede al gulum ver gulum...
ıran yalan mı soyluyor yoksa turkıye cok mu guvenıyor somurgesı altında oldugu abdye orasını bılmem zamam bıze herseyı acıklar...
hocam saygılarımla bz bu sorunları tartısarak munakasa ederek ancak cozerız hepız türk mu oluruz kurt mu oluruz musluman mı oluıruz alevı mı oluruz hıc bır sekıolde fark etmez ama hepız bır sey olalımda farketmez ne oldugumuz...fark etmez yeterkı bır olalım yeterkı tek olalım ama zengın tek tek olalım zengın kardes olalım..oyle uvey kardeslık muamelesı olmadan ..
bu gun antepte urfada ısraıllıler toprak satın alınca karsı cıkmıyonlar kürtlerın anadılde egıtımıne bölücülük ve vatanı satmıslık olarak manset yapıyorlar...
oyle olmaz adam olacaksan once sereflı onurlu bır ınsan olmayı bılecen yoksa hepımız türkuz deyıp kürtce lazca konusanları bolucu ötekı olarak gostermeyen...
ayrıca türkıyede bırden cok dıl bırden cok dın bırden cok halk olaması zengınlıktır...
saygılarımla
sami biberoğulları
Selam ve saygılarımla.
Makalenizi sabah cepten okudum mest oldum
her kelimesi doğrunun doğrusu derler ya işte ondan
bir çok öğretmenimiz, bürokratımız olsun kalıplaşmış fikirlere sahiptir
oysa sizin gibi olaylara objektif bakan şahsiyetlere ihtiyacımız var
saygılarımla
sami biberoğulları
Karınca kararınca kendimce doğru bildiklerimi yazmaya çalışıyorum.
Selam ve saygılarımla.
Sana bir olay anlatacağım.
10 Kasım da Kızılay'a gidiyordum. Otobüs Tandoğan'a gelince Anıtkabir'den gelen gruplar geliyordu. Herkesin elinde Türk Bayrağı coşkuyla geliyorlardı. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi gruplar halindeydiler. Hangi partiden oldukları kılık kıyafetlerine bakınca anlaşılıyordu az veya çok. Herkes Atatürkçü herkes vatansever ve cumhuriyetçiydi.
Bir zamanlar Lenin'in posterlerini asanlar çekiç orak bayraklarını taşıyanlar birden bire Türk payrağı taşır, Atatürk'ün rozetini takar olmuşlardı. Onuncu yıl marşını söylüyorlardı en çoşkuyla söyleyenlerde solculardı. Bu gruptan 50 metre ilerde tek başına bir adam yürüyordu ve İşçi partisinin bayrağını (yıldız) taşıyordu hemde öyle bir gururla taşıyordu ki adamı taktir ettim. Yalnış veya doğru o suyun gelişine göre çarkın işleyişine göre idiolojilerinden vaz geçmemişti. Adam öğle gururla bayrağı taşıyordu ki hayran kaldım ve gerçek solcu işte bu dedim.
80 Darbesinde ülkücü kardeşlerimizde idam edildi ama ülkücüler idam edilen kardeşlerini solcular gibi ilahlaştırmadı. Bunu da söylemeden duramadım.
Çok güzel bir yazıydı tebrikler
Sevgiler
sami biberoğulları
Sağcısı da solcusu da ortacısı da bu ülkenin insanı...Benim tepkim kendi ardındaki merteği görmeyip el alemin gözündeki çöpe laf edenleredir..Bu milletin yarıya yakın bir kısmını aptal , bidon kafalı, ahtapot beyinli, balık hafızalı olarak etiketleyenleredir...İnsan önce kendi yaptığı aptallıklara bakmalı değil mi?
Keşke bu ülkede ne sağcısı ne solcusu hiç bir fidan idam edilmemiş olsaydı...Zaten o gün idam edilmeselerdi bu gün millet vekişli olurlardı çoğu...Bir nesle çok yazık oldu çoookkkk.
Selam ve sevgilerimle.
// Fatih Sultan Mehmet (1431 - 1481)
HAYATI.
Padişahlık Sırası: 7
Saltanatı: 31 Yıl
Cülûsu Tahta çıkışı: I. 1444 II. 18 Şubat 1451
Babası: Sultan İkinci Murâd Hân
Annesi: Hatice Alime Huma Hatun
Doğumu: 30 Mart 1431
Vefâtı: 3 Mayıs 1481
Kabri: İstanbul Fatih Camiî yanında Türbesinde'dir
-------------------------------------------------
Osmanli pâdisâhlarinin yedincisi. Istanbul’un fâtihi olup,Ikinci Murad Hanin ogludur. 30 Mart 1431 (H. 833) Pazar günü Edirne’de dünyâya geldi. Annesi Candarogullari âilesinden Hadîce Alîme Hümâ Hâtundur. Küçük yasta tahsiline ve yetismesine çok ehemmiyet verilen Sehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim ögrendi. Ilk hocasi Molla Yegan’di. Meshur din ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtinî ilimlerde mütehassis Aksemseddîn hazretleri sehzâdenin her seyi ile bizzat ilgilendi. 12 yasina gelince devlet idâresini ögrenmesi için Edirne’den Manisa’ya vâli olarak gönderildi. Kisa bir süre sonra babasi tarafindan tahta çikarildi. Ancak bundan faydalanmak istiyen yeni bir Haçli ordusu 1444 Eylülünde Türk topraklarina girdi.Vaziyetin ciddiyetini anlayan Sultan Mehmed yazdigi mektupla babasini yeniden saltanata dâvet etti. Bâzi rivâyetlerde bu taleb üzerine, bir kisim rivâyetlere göre de, durumun vehâmetini takdir eden Ikinci Murad, kendi reyi ile Istanbul Bogazindan Avrupa’ya geçerek Edirne’ye geldi. Derhal idâreyi ele alarak Varna’ya hareket etti. Gerek Avrupa devletlerinin hasimca davranislari, gerek Anadolu’daki Türk beyliklerinin nizâmi bozucu hareketleri, devleti çok sarsmisti. 1444 Varna Zaferi ile Osmanli Devletinin temelleri tam olarak saglamlastirilmis oldu. 1451 târihinde babasi Ikinci Murad’in vefâti üzerine Ikinci Mehmed, ikinci defâ Osmanli tahtina oturdugunda 19 yasindaydi. Daha önceden saltanat tecrübeleri oldugu gibi, babasinin yaninda seferlere de katilmis ve çok iyi bir kumandan olarak yetistirilmisti. Saltanat degisikligi dolayisiyla firsat kollayan Karamanogullari üzerine bir sefer yaptiktan sonra, artik kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün agirligini bu konuya verdi.Rumeli Hisarini yaptirip, Yildirim Bâyezîd’in karsi kiyida yaptirdigi Anadolu Hisari ile berâber bogazi kestikten sonra, 1452-1453 kisini Edirne’de harp hazirliklari ile geçirdi. Rumeli Hisarinin insâ plâninin bizzât Pâdisâh tarafindan çizildigi rivâyeti kuvvetlidir. Hisarin kerestesi Izmit’ten, kireci Sile bölgesinden getirildi ve yapiminda 1000 tasçi ustasi, 5000 isçi, 10.000 civârinda yamak çalistirildi. Vezirler sirtlarinda tas tasiyarak hisarin yapilmasina hizmet ettiler.Ayrica bâzi burçlarin yapim masrafini isçi ücretleri dâhil vezirler üzerine aldilar.Rumeli Hisari’nin insâsi esnâsinda Bizans Imparatoru elçi göndererek, “kendi topraklari üzerine kale yapilmasinin dostluga ve ahde vefâya uymadigini” bildirdi. Bunun üzerine Fâtih SultanMehmed elçiye; “Var git kralina söyle! O, rahmetli babam zamâninda ahdi çok defâ bozmustu.Arada ahid mi kaldi ki vefâdan bahseder. Bu topraklara biz hisar yapariz, toprak elçi göndermekle kurtarilmaz. Eger bu topraklar onunsa, gelip kurtarsin.” diyerek niyetini az çok ortaya koydu. Dört aydan az bir zamanda bitirilen Rumeli Hisari ile Istanbul’un Karadeniz’den ikmâl yolu tam kontrola alinmis oldu. Ayrica Karadeniz kiyilarina yayilan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibati kesilmis oluyordu.Istanbul’un muhâsarasina kadar da her geçen gemi, yükü, kalkis ve varis iskeleleri gibi bilgileri ve geçis rüsûmunu (geçis vergisi) altin olarak vermeye mecbur birakilmis, vermeyen batirilmistir. Sehzâdeliginden beri bir an önce Istanbul’u fethetmek, hazret-i Peygamberin müjdesine mazhar olabilmek ideali ile tutusan SultanMehmed, bu büyük meselenin halline çalisiyordu. Bu sebeple askerî târihin kaydettigi ilk büyük atesli silahlar ve toplarla bu orduyu dayanilmaz bir kudret hâline getirmis, Istanbul muhâsarisinda donanmayi Besiktas’tan kara yolu ile Haliç’e indirilen teknik bir dehâya ve çesitli muhâsara makinalarina, seyyar kulelere sâhib olmustu. Haliç üzerinde; Kasimpasa tarafindan baslamak üzere bos fiçilar üzerine kalaslar baglatarak bes buçuk metre eninde bu köprüyü Kasimpasa-Ayvansaray arasina insâ ettirdi. Bu çalismalari görenBizanslilar su üstünde yüründügünü zannederek, sihir yapildigina hükmetmislerdi. Devrin en agir toplarini döktürdü. O zamana kadar atesli silahlarin atistan sonra sogumasi beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyagi döktürerek insanlik târihinde “yagla makina sogutmasini” havan topunun balistik hesaplarini yaparak, plânini çizerek dik mermi yollu ilk silahi kesfetti. Fâtih, bu yüksek vasiflari ve üstün kuvvetiyle Istanbul fethine hazirlanirken,ona karsi dis düsmanlari ve içerde sehzâdeleri kiskirtanBizans, târihî fesat siyâsetinin son gayreti olarak bu sefer de sehzâde Orhan’i Fâtih aleyhine kullanma tesebbüsüyle genç Pâdisâh’a Istanbul seferinin mesrulugunu ve zarûretini bir kere daha göstermis oluyordu. Üstelik daha Manisa’da sehzâdeyken, hocasi büyük velî AksemseddînIstanbul’u fethedecegini müjdelemisti. Hazret-i Peygamberin; “Istanbul muhakak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdâr ve ordu ne mükemmel insanlardir.” meâlindeki hadîs-i serîfi onu ayri bir sevke getirmisti. Kaynaklarin belirttigine göre, Pâdisah, hep Istanbul’un fethini düsünüyordu. Evliyânin isâretleri, kesif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile o bu fikri tamâmiyle benimsemisti. Pâdisâhin gece-gündüz huzûru kaçmisti. Yatagina girer kalkarken, sarayinda ve disarida gezinirken kafasi hep Istanbul’un fethi ile mesguldü. Yalniz veya maiyetiyle gezintiye çiktiginda da yine fethi düsünür, istirâhat ve uyku bilmezdi. Elinde kalem ve kâgit dâimâ Istanbul’un haritasi ile ugrasirdi.Yine bir gece ayni düsünceyle uykusu kaçmis, veziri Çandarli Halil Pasayi gece yarisindan sonra konagindan sarayina çagirtmisti. Böyle gece yarisi vakitsiz çagrilmaktan korkan yasli vezir, pâdisâhin ayaklarina kapanarak, özürler dilemis, pâdisâh da korku ve telasinin yersiz oldugunu belirterek,Istanbul’un alinmasi için oturup konusmaya çagirdigini bildirmisti. Nihayet Ikinci Mehmed, 23 Martta ordusuyla Edirne’den hareket etti. Kusatma 6 Nisanda basladi. 18 Nisanda Istanbul adalari alindi. 22 Nisan gecesi Türk donanmasi karadan Haliç’e indirildi. 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdisah; “Ya ben sehri alirim, ya sehir beni!” cevâbini verdi. 29 Mayis sabahi yapilan son taarruzda Istanbul düstü. Bu sekilde ortaçag sona erdi yeniçag basladi. Istanbul’un fethi, Türk târihinin en müstesnâ olayi sayilarak “Feth-i Mübîn” denildi. Dünyânin en büyük kilisesi (Sainte-Sophie) ve bütün Avrupa’nin ayakta kalan en eski yapisi olan Ayasofya câmiye çevrildi. Fâtih bu mabedin kiyâmete kadar câmi kalmasini yazili olarak vasiyet ve vakfeyledi. Bütün Ortodoks Hiristiyanlarin basi olan patrikligi ortadan kaldirmadi. Bunu o zamanki, siyâsî olaylara göre degerlendirmek îcâb eder.Isteseydi Istanbul fâtihi, patrikligi ortadan kaldirabilirdi. Fakat o zamânin siyâsî durumu bunu gerektirmemekteydi. Istanbul’un düsmesinden sonra, surlarda Ceneviz kumandan ve askerlerinin ölülerine rastlandi. Hâlbuki CenevizlilerTürklerle dostluk anlasmasi imzâlamislardi. Bu ihânetleri ortaya çikinca çok korktular. Kendilerine çok agir cezâlar verilecegini beklerken, Fâtih Sultan Mehmed, Ceneviz vâlisi ve papazini çagirtarak üzüntülerini bildirdi ve Galata’da oturan bu Cenevizliler için bir ferman çikartti; “Evvelden oldugu gibi herkes sanat ve ticâretinde, ibâdetinde serbesttir. Kiliseler açik bulunacak, ancak çan çalinmayacaktir.” seklindeki emriyle ölüm bekleyen insanlari sevindirdi. Gerek Ortodokslara, gerek Cenevizlilere tanidigi bu serbestlik, Avrupalilarin husûmetini azaltti. Bâzi Avrupali târihçiler, Türklerin Avrupa’da süratli bir sekilde ilerlemesini, Avrupa’nin kolay fethini bu davranisa baglarlar ve Osmanli Imparatorlugu, bu hâdise ile cihânsümûl hâle geldi seklinde yazarlar. 21 yasinda Istanbul’u fetheden Fâtih, Katolik Avrupa’ya cephe aldi ve Ortodoks Hiristiyanligin Katoliklerle birlesmesini önledi. Esâsen imparator ve devlet adamlari, Istanbul’u kurtarmak için papaligin asirlardan beri istedigi fedâkârligi yapiyor, papalik da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birlesmesi karsiliginda askerî yardimda bulunuyordu. Fakat bütün çalisma ve gayretlere ragmen Istanbul’u korumak için Avrupa’dan az bir gönüllüden baska bir sey gelmedi. Istanbul’daki papazlar ve halk da dinlerini korumak için Istanbul’da Lâtin sapkasi yerine Türk sarigini görmeyi tercih ettiklerini belirttiler. Istanbul’un fethi ile Osmanli Cihan Devletinin temelleri atilmis oluyordu. Dogu Roma Fâtihi olarak Edirne’ye dönen Fâtih Sultan MehmedHan, dünyâ politikasini yeniden gözden geçirdi. Devletin gelecegi için önemli kararlarin alinmasi gerekiyordu. Bizans’in düsmesini Avrupa’nin hos karsilamayacagi tabiî idi. Karaman ve Istanbul seferinden sonra, 1453’te Cenevizlilerden Enez’i aldi. 1454’te, Kirim’a bir donanma gönderdi.Ayni yil Sirbistan Seferine çikti.KuzeyEge adalarina donanma göndererek buralari ele geçirdi. Rodos Seferini yapti ise de adayi alamadi. 1455-1456 yillarinda ikinci ve üçüncü Sirbistan seferlerine çikti. Bu ikincisinde babasindan sonra Belgrad’i tekrar muhâsara etti. Kaleyi savunan Hunyadi Yanos öldü, Fâtih yaralandi. Fakat Belgrad düsmedi. 1455’te Bogdan Beyligi de Osmanli idâresine girdi. 1458’de Mora’ya ilk seferini yapti. 1459’daki Sirbistan Seferi sonunda,Semendire fethedildi ve Sirbistan Devleti son buldu. 1460’da çiktigi Ikinci Mora Seferi; Mora prensliklerinin ilgasi, Osmanli devletine katilmasi, Palegoslarin sonu ve Bizans kalintilarinin silinmesi ile sonuçlandi. Sonra Güney Karadeniz meselesini ele aldi. 1461’de Ceneviz’den Amasra’yi fethetti. Baharda Sinop’a geldi.Himâyesinde bulunan Candarli Beyligine dostça son verdi.Oradan Trabzon’a yürüdü. Denizden de kusatilan Trabzon Rum Imparatoru teslim oldu.Komnenos imparatorluk hânedanina son verildi. Bu sekilde Batum ve Gürcistan kiyilarina kadar bütün GüneyKaradeniz kiyilari Osmanli Devletine katildigi gibi Trabzon ve Rize gibi Anadolu’nun son parçalari da Hiristiyanlardan alinmis oldu. Trabzon seferinden dönüsünde Eflâk üzerine yürüdü ve ayaklanan Kazikli Voyvoda meselesini hâlletti. Fâtih, 1462’de Yayçe’nin fethiyle netîcelenen birinci Bosna Seferine çikti. Ayni yil Midilli Adasini fethetti. 1463’te Bosna’ya bir sefer daha yapti. Ertesi yil tekrar Bosna üzerine gitti. 1466’da Karaman Seferine çikti. Ayni yil Arnavutluk üzerine yürüdü. 1466-67’de Arnavutluk üzerine bir sefer daha yapti. Bu ardi kesilmeyen seferlerde Fâtih, bir taraftan büyük devlet fikrini gerçeklestirecek tedbirler almis, diger taraftan da cihansumûl hâkimiyet fikrini benimsemisti. Bunun için Tuna’nin güneyinde ve Firat-Toroslar sinirinin batisinda, Osmanli Devletine katilmiyan hiçbir yer birakmamak,Karadeniz’i ve Ege denizini birer Türk gölü yapmak, Venedik donanmasini geçerek, deniz kuvvetlerini de kara ordusu gibi dünyânin birinci kuvveti hâline getirmek ve bu isleri tamâmen gerçeklestirdikten sonra, Italya’yi fethetmek istiyordu. Bu plân artik dünyâca bilinmeye baslanmisti. Bu projeye karsi yalniz bütün Avrupa degil, Türkiye’nin dogusundaki komsulari da karsi çiktilar. Bu sekilde Osmanli Devletine karsi, bir ittifak meydana getirildi ve uzun süren savaslar basladi. Bu büyük savaslarda, Osmanlilarin karsisinda yer alan büyük devletler; Akkoyunlular, Venedik, Macaristan, Almanya, Polonya, Kastilya, Aragon ve Napoli idi. Fâtih, dehâsi ile bu ittifaka karsi koymasini bildi. Düsmanlarini bâzen teker teker, bâzen ikiser üçer, bâzen beser onar yenerek bu büyük savaslardan da gâlip çikti. Böylece Türk Cihan Imparatorlugunun temelleri saglamlastirilmis oldu. Dünyânin Osmanli Devleti karsisinda âciz kaldigi ortaya çikti.Venedik’in deniz üstünlügü târihe karisti. Böylece dünyâ Hiristiyanliginin iki mühim dayanagindan Bizans’i yikip Venedik’i sindirmis oldu.
Uzun süren bu büyük savaslar 1463’te Fâtih tarafindan baslatildi. VenedikCumhuriyeti Osmanlilara savas îlân etti. Macaristan da Venedik’in yaninda savasa girdi.Kisa zamanda Osmanlilarakarsi savasa girenlerin sayisi artti. Her cephede düsmani yipratan, diplomatik yollarla bezdiren Fâtih, 1470 yazinda ordu ve donanmasi ile Egriboz Adasina yöneldi.Venedik’in Bati Ege’deki bu alinmaz dedikleri üssünü fethetti.Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan,Avrupalilarin,Osmanlilarla basa çikamayacagini anlayinca, Tokat’a hücum ederek burada bir cephe açti, kuvveti bölmeye çalisti. 18 Agustos 1472’de Sehzâde Mustafa, Akkoyunlu ordusunu yenerek isgâl edilenOsmanli topraklarini kurtardi. Fâtih, 11 Nisan 1473’te Üsküdar’dan hareket etti. 11 Agustosta Erzincan yakinlarinda Otlukbeli’nde Akkoyunlu ordusunu yendi.
Fâtih’in akinci kuvvetleri,Venedik varoslarina Almanya içlerine kadar seferler düzenleyerek Avrupa’yi alt üst ettiler. 23. seferini Bogdan, 24.sünü 1476’da Macaristan üzerine yapti. Pâdisah, 1478’de Üçüncü Arnavutluk Seferine çikti. KirimHanligi Osmanli birligine katildi. 1480’de üçüncü Rodos Kusatmasi netîce vermedi.Iyonya Adalarini aldiktan sonra, donanmayi Italya’ya gönderdi. Temmuz 1480’de Otranto’yu fethettirdi.
1481 senesi ilkbaharinda Fâtih SultanMehmed 300.000 kisilik bir ordunun basinda oldugu hâlde sefere çikti. 27 Nisan 1481 Cumâ günü kapikulu askerleriyle Üsküdar’a geçti. Pâdisah Üsküdar’a geçtiginde hasta oldugu için birkaç gün dinlendi. Daha sonra araba ile hareket etti. Gebze yakinlarindaki Tekir Çayiri veya Hünkâr Çayirina geldigi zaman hastaligi artti. Bunun üzerine hekimler tarafindan konsültasyon yapilarak, verilen ilâcin dozu arttirildi. Fâtih’in özel doktoru, Yâkub Pasa isminde bir Yahûdî dönmesiydi. Venedikliler, Fâtih’in zehirlenmesi karsiliginda bu dönme Pasa’ya büyük bir servet vâdetmisler Yâkub Pasa da bu isi gerçeklestirmisti. Fâtih zehirlendigini anladigi zaman is isten geçmisti. Birden bire müthis sancilar basladi ve 3 Mayis 1481 Persembe günü ögleden sonra saat dörtte, 49 yasinda iken vefât etti. Fâtih’in ölümü bir müddet halktan ve askerden saklandi. Ölüm hâdisesi duyulunca, Sultan’in bir zehirlenme olayina mâruz kaldigi anlasildi ve Yâkub Pasa, asker tarafindan parçalanarak öldürüldü.
Fâtih’in ölümü, Türk milletini büyük mâteme gark etti.Ölüm haberi Roma’ya ulasinca, Italya’da toplar atilip günlerce senlikler yapildi.Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldirip, sükür âyini yapilmasini emretti.
Fâtih’in nâsi Istanbul’a nakledilerek Muhyiddîn Seyh Vefâ hazretleri tarafindan kildirilan cenâze namazindan sonra Istanbul’da yaptirdigi Fâtih Câmiinin bahçesine defnedildi. Daha sonra üzerine türbe insâ edildi.
Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu, kirmizi beyaz yüzlü, dolgun vücutlu, sakallari altin telleri gibi kalin, yanaklari dolgun, kollari kuvvetli, burnunun ucu hafif kivrik, saçi siyah ve sik olup, kuvvetli fizîkî bir yapiya sâhipti. Londra’da, NationalGallery’de, Fâtih SultanMehmed’in bir portresi bulunmaktadir. Bu portrenin Centile Bellini tarafindan yapildigi, delil olmadigi hâlde iddiâ edilmektedir.Hâlbuki, National Gallery’de bu portreyle ilgili dosyadaki bilgilerden anlasildigina göre, her seyden önce portre üzerindeki Centile Bellini adi kesin olarak okunamamistir. Ayrica Bellini’nin Istanbul’a gelip, Topkapi Sarayi için manzara resimleri yaptigi bilinmekle berâber, Pâdisah’i gördügü de belli degildir.
Türk târihi, sayilamayacak kadar çok kahraman ve cihângirlerle doludur. Fâtih SultanMehmed de bunlarin basinda gelenlerdendir.Çünkü o kiliçla kesfi yanyana yürütmüs, çag açip, çag kapatmistir. Istanbul’u bütün ganîmetleri içinde firûze bir yüzük tasi gibi parmaginda tasimis, bu güzel sehri torunlarinin torunlarina birakmistir.Onun için, asirlar boyu her cephesiyle yazilmis, çizilmis, hakkinda Garp’ta ve Sark’ta çok seyler söylenmistir.Tedkîk edildikçe derinlesen, derinlestikçe deryâlasan bu cihângirin sayisiz vasiflarindan bâzilari sunlardir:
Fâtih Sultan Mehmed, soguk kanli ve cesurdu. Bu özelliginin en güzel misâlini,Belgrad Muhâsarasi sirasinda, askerin gevsedigini gördügü zaman önlerine geçip düsman hatlarina girerek gösterdi.Istanbul Muhâsarasinda da donanmanin basarisizligi yüzünden atini denize sürmesi bu cesâretinin büyük örnegidir.
Ne istedigini, ne yapacagini, ne yapabilecegini bilen ve bu büyük isleri basarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabir ve sükûnetle hazirlayan bir insandi.
Çok merhametli ve müsâmahaliydi. Kendisine elli gün mukâvemet eden, birçok Müslümanin sehid edilmesine sebeb olan Istanbul sehri ve onun sâkinleri hakkinda gösterdigi merhamet, aklin alamiyacagi genisliktedir.Hâlbuki o devir Avrupa’sinda muzaffer bir kumandan, zaptettigi sehrin halkina görülmedik zulüm ve iskence yapmakta kendini hakli görürdü. Fâtih vicdan hürriyetine büyük kiymet verirdi.Istanbul’a girdigi vakit ayaklarina kapanan Istanbul patrigini yerden kaldirmakla âlicenapligini gösteren cihângîr, su sözlerle patrigi tesellî etti: “Ayaga kalkiniz. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Su andan îtibâren artik ne hayâtiniz ne de hürriyetiniz husûsunda gazâb-i sâhânemden korkmayiniz!”
Fâtih, gayri müslim tebeasinin din ve mezheplerine aslâ dokunmadi, herkesi vicdânî inanisinda serbest birakti. Fâtih,Istanbul’un îmârinda ücret karsiliginda daha çok Rum esirlerini kullandi. Bu sirada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satin alma imkânini sagladi. Bu müsâmaha o devir dünyâsinin hâyâlinden bile geçirmedigi bir olgunluk eseriydi.
Batililarin iddiâlarina göre sehre giren Türkler, mâbedleri yikmislar veya yakmislar, hiçbir sey birakmamislardir.Hâlbuki bunlari yikan ve yakan yine kendileridir. Bizanslilar surlarda açilan gediklerin tâmirinde kullanilmak üzere yüzden ziyâde kilise yikmislardir.Öyle ki, Fâtih SultanMehmed,Ayasofya’yi yakindan seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taslarindan birini sökmek üzere oldugunu görünce, mâni oldu ve; “Size malca alinacak seylere izin vermistim, mülk ise benimdir demistim.” diyerek yeniçeriyi siddetli bir sekilde cezâlandirmistir.
Askerî ve siyâsi sâhada essiz bir dehâ idi. Askerî alanda basarisinin ilk özelligi kiliçla kalemin isbirligidir.Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizligi ve buna sebeb olan subaylari siddetli bir sekilde cezâlandirirdi. Ordusunu, plânsiz, düzensiz hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi.Kendi devrine kadar atalarinin yer yer, ada ada yapmis olduklari akinlarini, plânli bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idârecilik suûruyla istikrarli, yerlesmis bir devlet yapti. Otuz senelik saltanat devresinde düzenledigi küçük, büyük seferler, memleketin cografî isbirligini saglamaya dayanir. Bu gâyeye ulasmak için de at geçmez kayaliklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kis yaz demeden savasti. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptigindan nereye gitmesi, nerede durmasi lâzim geldigini bilerek hareket etti.Yapacagi seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini saglamak için aylarca bu seferin bütün teferruâtini hazirlardi. Kumandanligi ile diplomatligi dâimâ berâber hareket ederdi.Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dis münâsebetlerini, zaaflarini, kuvvetini, diger devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasina kadar tetkik eder ve sefere hasminin en zayif ve kendisinin en kuvvetli zamâninda çikardi. Yapacagi seferlerden en yakinlarina bile haberdâr etmez ve bunlarin gizli kalmasina çok dikkat ederdi.“Sirrima sakalimin bir tek telinin vâkif oldugunu bilsem, onu yolar, atarim” sözü meshurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin baslica sebeblerinden sayardi. Nitekim böyle hareket etmesinin netîcesinde Isfendiyâr Beyligi ve Trabzon Rum Imparatorlugunu kolayca ele geçirdi.
Çok basarili bir diplomatti. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bâzan birkaç cephede bes, on hattâ daha fazla devletle birden harb hâlinde bulundugu günler oldu. Böyle zamanlarda düsmanlarinin, kuvvetlerini bölmenin, siyâsî müzâkereler, vaatler ve geçici tâvizlerle müttefikleri birbirinden ayirmanin kolayini buldu. Rodos Adasinin fethi için donanmayi hazirlarken, zaman kazanmak için oyalama taktigine giriserek sehzâde Cem’e bir mektup vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile birlikte Rodos’a gönderdi. Fâtih bu mektubunda hafif bir vergi karsiliginda kendileriyle sulh ve sükûn içinde yasiyacaklarini bildiren diplomatça bir harekette bulundu.
Câsuslar bulundurdugu gibi, Avrupali devletlerin Osmanlilarla ilgili hareketleri müzâkere eden bütün meclislerinde genis bir haber alma teskilâtina da sâhipti.Almanya’da yerlilerden elde edilmis câsuslari da vardi. Italya ise, son derece gizli ve dâimî bir Türk haber alma servisiyle örülüydü. Fâtih’in, bu teskilâti sâyesinde düsmanlarindan günü gününe haberi olur, hareketlerini degerlendirerek tedbirler alirdi.
Fâtih, ordu ve donanmasini iyi bir sekilde tekâmül ettirmisti.Ordunun silâhlari birkaç senede yenilenir ve daha gelistirilmis olanlari eskilerinin yerine konurdu. Osmanli donanmasinin tekâmül etmis sekilde kurucusu Fâtih’tir.Topçuluga gerekli ehemmiyeti veren ilk padisâhtir. Fâtih’ten önce, top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düsmani ürkütmek için kullanilirdi. Büyük kaleleri yerle bir edebilecegi ve meydan muhârebelerinde rol oynayacagi hiç düsünülmemisti. Fâtih, bütün bunlari akil ederek, o târihe kadar görülmeyen sayi ve çapta top yapilmasina yöneldi. Toplarin balistik ve mukâvemet hesaplarini kendisi yapti. Piyâdeye de, öncesine nisbetle, büyük önem verdi.Osmanli ordusu esas bakimindan bir süvârî ordusu olmaya devâm etmisse de, yeniçeri ve azab gibi piyâde siniflari, Fâtih devrinde önem kazandi.
Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarina çok kiymet verirdi. Zihniyeti ve tabiati îtibâriyle ileri hamleden hoslanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdisahti. Tipki askerî fetihleri gibi, ilim adina açtigi savasta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhtesem orduya kendisi serdâr oldu. Yeni devletin kurulmasi plâninin icrâsinda egitim ve ögretimin tesir ve önemini her seyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânunla tanzim ederek ulemâ sinifi diye taninan ve idârenin temelini meydana getiren diyânet ve hukuk kurumlarini teskilâtlandirdi. Devlet idâresini ve bunun ilmîlestirilmesini esas aldi.
Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri Istanbul’a topladi ve onlarin talebe yetistirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetisen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fikih ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hizir Çelebi,matematikte Ali Kusçu, kelâmda Hocazâde, zamâninin büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânin dört bir tarafindan âlimler akin ederdi.Hattâ Molla Câmî bile Istanbul’a gelmekteyken, Pâdisâh’in ölüm haberi üzerine geri döndü.
Iyi bir komutan ve devlet reisi olan Fâtih, ayni zamanda iyi bir ilim adami ve sâirdi. Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vâkifti. Siirde, devrin üstatlari arasinda yer aldi. Hattâ sarayda dîvân sâhibi olan ilk pâdisâhti. Çünkü o, medeniyetin, sanatsiz olarak fertlerin gönüllerinde yer alacagina ihtimâl vermiyordu. Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, irâdeli bir idârecilik suuruyle gelistirmesini bilen Fâtih, çevresinde devrin üstad sâirlerini topladi. Avnî mahlâsiyla edebî degeri yüksek beyit ve gazeller söyledi.Aruzu, usta sâirlerden farksiz bir hâkimiyetle kullandi, siirlerinde ince hissiyât ve düsüncelerini dile getirdi.
Bizümle saltanat lafin idermis ol Karamanî
Hudâ fursat virürise, kara yire karam-ani
beyti, Karamanoglu’nun çikardigi fitne ve fesatlar karsisinda sahlanan celâlini gösterdigi gibi, asagidaki siiri de ince duygular sâhibi hassas bir gönlün Türk edebiyâtina nâdide bir armaganidir:
Sevdün ol dilberi söz eslemedün vay gönül
Eyledün kendözüni âleme rüsvây gönül
Sana cevr eylemede kilmaz o pervây gönül
Cevre sabr eyleyimezsin n’ideyin hay gönül
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
Bilmedüm derd-i dilün ölmek imis dermâni
Öleyin derd ile tek görmeyeyin hicrâni
Mihnet ü derd ü game olmagiçün erzânî
Avnîyâ sencileyin mihnet ü gam-kes kani
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
Istanbul’un fethinden sonra Fâtih, hocasi Aksemseddîn’in elini öpüp, tahti tâci birakip dervis olmak istedi. Aksemseddîn bu teklifi reddederek, devlet islerine memur edilen pâdisâhin asil vazîfesini yapmamis olacagini, dîn-i Islâm ve adâletle memleketi ve dünyâyi idâre etmenin daha makbul oldugunu; aksi hâlde din ve devletin zarar görecegi için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarini bildirdi. Bunun üzerine Allah aski ile yanan kalbinin atesini de siirleriyle ortaya döktü.
Fâtih SultanMehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizansli târihçi Kritobulos’un hayranlikla anlattigi, balistik sâhasindaki kesifleri, ortaçagin surlarini yikmistir. Bu sûretle Avrupa’nin timsâli olan derebeyi satolari toplarla yikilarak büyük devletler kurulmus; netîcede büyük güç kaynaklari biraraya toplanarak ortaçaga son verilmistir. Bu sûretle Türkler, ortaçagdan yeniçaga Avrupa’dan daha evvel geçmislerdir.
Fâtih SultanMehmed, teskilatçi ve îmârci idi. Devlet idâresini tam bir intizâm içinde yürütmek için lüzum ve ihtiyâç görüldükçe Islâmin esaslarina uygun kânunlar ve fermanlar yayinladi. Tanzimât dönemine kadar Osmanli Devletinin temel kânunu olarak mer’iyyette kalan Fâtih Kânunnâmesi çok mühim bir eserdir. Pâdisâhin görüsleri alinarak sadrâzam Karamânî MehmedPasa tarafindan hazirlanan bu çok önemli kânunnâmeyi, Nisanci Leyszâde MehmedÇelebi kaleme almistir. Kânûnî Sultan Süleymân devrinde hazirlanan kânunnâmede de bu eser esas alinmistir. Osmanli Devletinin bütün temel müessese ve teskilâti, Fâtih devrinde en mükemmel hâle gelmistir. Enderûn Mektebini kurarak memleket için gerekli devlet adami yetistirilmesini yine o saglamistir.
Fâtih Sultan Mehmed, dogu Türkleri ile temâsa büyük önem verdi. Oglu Sultan Ikinci Bâyezîd de Türk medeniyetini ilerletmek husûsunda babasini tâkip etti. Dogu Türklerinin, Timur Han devri medeniyeti denilen medeniyet hareketlerinin benzeri, Fâtih devrinde Osmanlilarda tahakkuk etti. Fâtih, bati dillerinden bir kaçini bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok iyi tâkib etmis, Türklerin her hususta Avrupalilardan üstün bulunmasi sebebiyle, Avrupa’dan bir sey alma ihtiyâcini duymamistir.
Istanbul’un îmârina çok önem veren Pâdisâh, saray, câmiler, medreseler ile hamamlardan baska sehrin çesitli yerlerinde 4000 dükkan yaptirarak vakfetti. Büyük câmilerin yanindaki medreselerin hâricinde 24 medrese, 12 han, 40 çesme ve Halkali Su Tesisâti ile iki gemi tersânesi ve kisla yapilan binâlar arasindadir.Istanbul îmâr olunurken, diger taraftan Bursa,Edirne gibi sehirlerde îmâr faâliyetleri büyük bir hizla devâm etti. Bu devirde Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sâir sehirlerde 60 câmi yapildi.
Edirne’de Tunca Nehri kenarinda 1451 senesinde büyük bir saray insâ edildi. Bu sarayin bir modeli Topkapi Sarayidir. Bu saray, 1876 Osmanli-Rus Harbinde cephâne infilâkiyla harâb oldu.
Batili gözüyle Fâtih: Büyük devlet ve ilim adami olan Fâtih, en büyük düsmanlarinin gözlerini kamastiran pâdisahtir. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmislerdir. Fetih sirasinda Istanbul’da bulunan Italyan Zorzo Dolfin bir keresinde söyle demistir:
“Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekâsi, dâimî bir çalisma hâlindeydi.Çok cömertti.Her iste fevkalâde atilgan, hattâ cüretkârdi.Seçtigi hedeflere erismek için çok israr ederdi.Soguga, sicaga, açliga, susuzluga tahammüllüydü. Kesin konusur, kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefâdan uzakti. Türkçe, Yunanca ve Sirpçayi çok iyi konusurdu.Her gün bir müddet okurdu. Roma târihi, baska devletler târihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papalarin, Alman Imparatorlari ile Fransa ve Lombardiya krallarinin vak’alari okudugu târihler arasindaydi. Avrupa’daki bütün devletleri tanirdi.Özellikle Italya’nin cografyasini en ince noktasina kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasini yanindan ayirmazdi. Askerî ve cografî ilimlerle isteyerek mesgul olur, arastirmalar, incelemeler yapardi. Tabiiyyeti altinda bulunan ülkelerin âdet ve sartlarini devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta mahâretliydi.”
Diger bir Italyan târihçi Langusto, Istanbul’un fethinden sonra söyle yazmistir:
“Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kusanmis, asil tavirli, çok az gülen, devamli ögrenmek ihtirâsi ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gâyelerine ulasmakta inatçi bir hükümdârdi. En çok harp sanatina merakliydi.Her seyi ögrenmek isteyen zekî bir arastirmaciydi.Sefâhat düskünlügü olmayip, kötü âdetleri yoktu.Harem dâiresinde çok az vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanikti. Her sarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihân devleti pesindeydi.”
Alman müstesrik Franz Babinger, Mehmed-IIder Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer Zeitenwende adli eserinde söyle yazmaktadir:
“Türk dünyâsi için Fâtih günümüze kadar, bütün imparatorlarin en büyügü olup, beser târihinde baska her hangi bir sahsin kendisiyle mukâyese edilmesi zordur. O Türk milletine, bütün târihinin en harîkulâde ve en yaklasilmasi gayr-i kâbil sâhsiyet olarak takdim edilmistir. Bati âleminin mukadderâti, Fâtih Sultan Mehmed’in görünmesiyle sarîh bir sekilde isâretlenmistir.Kudretli sahsiyeti, büyük Avrupa sâhalarinin dis görünüsünü derinden degistirmistir.Ortaçagdan çikarken insanlari ve dünyâyi görüs tarzinda, Fâtih’in sahsiyeti, zekâlari tesir altinda birakmistir.”
Ad âletten kil kadar ayrilmayan, kendisine takdir edilen iki misrâlik basit siir için sâhibine bol ihsânda bulunan ve bir çiçek yetistirene 500 altin bahsis veren Fâtih, her bakimdan devrinin üstüne çikmis bir hükümdâr ve insan-i kâmildir. Bu büyük cihângir hakinda günümüze kadar binlerce kitap yazilmistir.
ALINTI//
Hoşgörünüze ve affınıza sığınarak yorumuma alıntı aldım,unutulmaması gerekenleri.
Yokluyorum içimi,"FATİH SULTAN MEHMET" Türk dünyasının en büyük imparatorunun unutulmamasının gerek olduğunu,bu konuda acıyan yerlerim olduğunu anladığımı....
Kutlarım;gerçekçi, elit yazınızı.Saygı ve selamlarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle.
çok değerli hocam çok güzel konuya parmak basmışsınız benimde hala anlayamadığı Atatürk ilkelerine bağlı olan hemde Atatürkün kurduğu bir partide görev alacaksınız ve akabinde anlattığınız kişilere istinaden unutmak erdemliktir denilecek benim anladığım c h p d hkp cnin yakından uzaktan hiç bir bağı yok nasıl oluyorda bu kişiler adına c h p li ler tarafından park açılıyor ben anlamakta zorluk çekiyorum değil anlamıyorum siyasettende anlamadığım gibi kutlarım kaleminizi saygılarımla selamlar
sami biberoğulları
Belirttiğin gibi ben de anlamıyorum..Bu neperhiz bu ne lahana turşusu deyimi sanırım böyle durumlar için söylenmiş olsa gerek.
Selam ve sevgilerimle.
Şapka yere düşünce baş görünür,
Atatürk 'ü de işlerine göre kullansalar da
Vatandaş her şeyi görür.
Tebrik ederim hocam saygılarımla.
sami biberoğulları
Farkında olarak ya da olmayarak Atatürk'e ve Atatürkçü düşünceye en büyük darbeyi bu kafası karışık kişiler vurmaktadır. Ama güneş balçıkla sıvanmıyor değerli hocam.
Selam ve sevgilerimle.