- 528 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
En Gerçek Halin
Anlıyorum, gitmelisin. Elinde gördüm o yolu. Ekmeği her zamankinden bir farklı tutuşunda... Bir gevşek… Gözlerin de onlar kadar tutmakta isteksiz, dokunup dokunup kaçıyorlardı bana ve her şeye. Ben bu kovalamacadan yorgun, kendi hallerine bırakmıştım onları… Dışarıda bir çocuk ağlıyordu.
Belki de gidecek olmanın en güzel yanı da bu: Sesleri duyabiliyorum şimdi. O ağlayan çocuk da var oluyor artık yüzümde. Genişliyorum sanki… Kendimi sadece kendim olmakla sınırlayamayacağım kadar çoğalıyor içimdeki sesler. Onlar çoğaldıkça ben bir parça daha uzaklaşıyorum senden. Bir resmin içine koyuyorum kendimi. Hareket eden bir resim bu… Hayat geçiyor çünkü içinden… Ve o hayatın içinde de ben... Tıpkı sen onunla aramıza girmeden önceki o günlerdeki gibi sarmaş dolaş gidiyoruz.
Aşıkken bir resmin içinden bakamazsın aşık olduğun insana. Onu sana aşık eden o büyülü yanınla varsındır sadece. Aynı şey onun dünyandaki yeri için de geçerlidir. Zamanla gücünü yitirir o büyülü parçan, önceki etkisini uzak bir hatıra gibi taşıyarak üzerinde… İşte o zaman yolun ucu görünmeye başlar. Çektikçe uzar gider, onu senden bir dünya uzağa fırlatan belirsiz bir noktaya doğru.
Ama öte yandan büyünden sıyrılmanın seni içine koyduğu o resim, karşındaki adamın, bir zamanlar sana olan aşkı yüzünden göremediği tüm yanlarını birer birer ortaya dökmeye başlar. Sanki vedalaşma öncesinde dürüst olmaya yemin etmiş gibidir. “Aslında sevdiğin kadın bu” dercesine döker durur, O’na yabancı kalan seninle ilgili ne varsa.
Üstelik o resimden bakan kadın, aşık olunan kadından çok daha fazla içindedir hayatın. Ağlayan çocukları duyar… Aşık olduğu adamdan başka şeylere de çevirebiliyordur artık gözlerini. Sahibi tek bir kişi olamayacak kadar genişlemiştir kalbi. Kendine aşk kapsamına girmeyen sevgi türlerini de dahil etmiştir.
Sanki bir tür ‘dejavu’ yaşanıyordur. Bir zamanlar bir yanınla büyülediğin o adam, büyülenme öncesi o anlarda, yani sen etten kemikten bir insanken daha, o ilahi haleyle çevrilmemiş, tamamen sıradan bir kadın gibi güler, konuşurken… yeniden görmeye başlamıştır birden seni. Ne zamandır unuttuğu parçalarının tastamam yerli yerine oturduğu bir resmin tam ortasında… Sıradan bir kadına varması gereken o parçaların hangi noktada kalbini böyle delice çarptıran o tılsımı yarattığını keşfetmeye çalışıyordur şimdi.
Dışarıdaki sesleri yeniden duyman, bir parça genişletmen evrenini, aşık olduğu o kadını bu odaya yeniden getirebilmen için yetmiş de artmıştır bile. En sıradan bir an’ında, -mesela çayına karıştırırken şekeri, reçeline dadanan sineği kovarken elinle- birkaç saniye unutuvermen kalbini çarptıran o duyguyu, kendini bu koskoca dünyanın içinde yok edebilmen… yetmiştir çoktandır unuttuğu o bütüne varmasına. O bütünde yeniden bulmuştur, onu parçalarının toplamından çok daha fazla yapan o şeyi. Seni sıradan olmaktan çıkaran o tılsımı ancak en sıradan, yaşamın içinde kaybolabildiğin o en gündelik halinde yeniden bulabilmiştir.
Bir zamanlar sana aşık o adamın elinde ya da başka bir parçasında uzanıp giden ‘o yol’u görebilmen, seni O varken sırtını döndüğün hayatın tam ortasına çekmiştir… Seni seyretmesine fırsat vermiştir, onun bakışlarını fark etmeden kendini ortaya dökmüş, gerçekte nasılsan öyleyken... Onu büyülediğin o haline döndürmüştür seni. En sıradan haline… En gerçek…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.