- 465 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 16
15-Tabii ki sırf bunlardan da Tanrı anlayışının sonu gelmiştir demek, olası da değildir. İster politeist anlayış olsun, ister monoteist anlayış olsun; insanlık, kendi anlayış ve kuruntularını, kendi korkularını, kendi zayıflıklarını ve kendi güçlerini, yüce Tanrı’ya isnat ederler. İşte sonu gelen şey, göreli insan anlayışları ve Yüce Tanrıyla kavranmak istenen insan kuruntularıdır.
Bu isnadın başında; Tanrı sınırsızdır derler. Tamamdır, her şey söylenmiş gibidir. Lakin birden bakarsınız ki, Tanrı mükemmeldir derler. Bu söylem bir yüceltme ve övme gibi görülürken, tam bir çıkmaz oluverir. Ve Tanrı’yı daha işin başında sınırlar. Çelişki buradadır. Yıpranan ve yanlış kılınan bu izafe kanı ve sanılardır. Hâlbuki Yüce Tanrı bunlardan azade ve uzaktır. Bu tür anlamaları Tanrı’ya yakıştırmak insana göre bir anlama ve anlayıştır. Katiyen yüce Tanrının kendisinin bilinir olan, bilinirlikler üzerinde akıl yürütülür olabilen yanı değildir.
Roma coşkusundan bir şey kaybetmeden yaşayışını sürdürüyordu. Roma Tiber Irmağı’ndan yukarı doğru, yedi tepe üzerine kurulmuştu. Aventinus’un ve janicunum eteklerine oturmuş zenginler, demleniyorlardı. Hele Palatiyum tepesi etekleri, herkesin oturmağa can attığı bir seçkincilik idi. Palatium ve Capitolium tepeleri arasındaki düzlükte mermer sütunları ve yontuları ile göğü delen, şedit (şiddetli) bir tartışma alanı olan, forum vardı. Biraz beride sıradan insanların konuştuğu Comitium tartışma alanı vardı. Buradaki Rostrum denen kürsüde herkes rahatça konuşurdu. Ağzına geleni, bir ölçülülük içinde derlerdiler. Roma hala Cumhuriyeti iyi kötü yaşıyordu. Formun hemen arkasında, Curia denen senatonun toplandığı bir alan vardı.
Daha Jupiter ölmemişti. İhtişamını koruyordu. Forma giden yolun biri üzerinde iki başlı tanrı Janus’un tapınağı vardı. Bu çift doruklu Capitolium Tepesi’nin görünümüne uygun bir tasımdı. Jupiter’in borusu daha ötmekte idi. Jüpiter’e savaş ganimetleri olarak, ele geçen yağmadan (çapuldan- ganimetten), paylar sunulurdu.
O gün Tiber Irmağına bakanlar, Tiber’in akışı gibi delişmenliği içinde duyuyorlardı. Bir başka konuşup, bir başka davranıyordular. Düşünce alanında özgürce var edişler sıralanıyordu. Ne bu tür konuşmalarla devlet yıkılıyor, ne devletin esası olan temelleri sarsılıyordu. Ne halkın ahlakı bozuluyordu; ne de tanrılara karşı gelinmiş oluyordu. Bunlar ancak ulul emre itaatin olduğu, hiç sorgulamayan yerlerdeki, toplumsal paylaşımı çok bozuk olan yerlerdeki özellikti.
Ansızın sokakta beliren Sezar’a: “Sezar Jupiter yakandan tutusun...” diyen bir haykırışı Sezar, selamlayıp geçecekti. Bizdeki gibi saygıdır diye; sırt dönüp, bir tür bir ucube olunmuyordular. Veya el pençe divana durur gibi, boyun büküp, bükülen boyun böğürlerine dürtülen kargı ile: “Padişahım çok yaşa” deyişleri isteksiz gönülsüz bağırtılmazdı. Arada bir olumsuzluklar da dönemin nazar boncuğu idi.
Tiber’in akışını kanından duyanlardan biri de Lukretıus’tu. Çiçeron’un çağdaşı şair filozoftur. Lukretıus MÖ. 99- 55 yıllarında yaşamış. Bir, M.S 18. Yüz yıl kimyacısı Lavoisier gibi konuşuyordu.
Ona göre “ Hiçbir şey yoktan çıkmazdı; Hiçbir şey ortadan kaldırılamazdı; Cisimlere de: basit cisimler, bileşik cisimler deyip, basit cisimleri, ağırlıkları olan atomlar...” olarak tanımlıyordu. Ama tek tanrılı dinler bunu bilmekten hala çok uzaktılar. Her şeyi tanrı yaratmıştı. Hikmetinden sual (araştırma -bilme) olunamazdı. Kimse Allah’tan iyi bilemezdi. Allahın işine karışılmazdı. Böylece daha baştan eliniz mahkûm edilmişti.
Alaycı üslupla, yergileri; halkı güldürürdü. Kutsal inançları bu üslupla eleştirirdiler. Daha açığı kimi kutsallıklarla rahatça alay ederlerdi. Halk ta bunlara gülerdi. Yazılan oyunlarda hırsızlara el falı baktırılır, sonra da falı bakılmış olana hırsızlık yaptırılırdı. Eğer baktırılan falda tanrı hırsızın girişimini onaylıyorsa; hırsız hırsızlığını yapardı. Sonra da hırsız Jupiter’e duasını ederdi.
Siz bugün bu oyunu yazın ve oynayın; yeryüzü size dar gelir. İslam Ülkeleri bir biri ardı sıra yarışırcasına peş peşe ölüm ilamları neşriyatıyla, Dünya’yı zangırdatırdı. Feryat zamanlarında bile, hiç sesi çıkmayan halk; böylesi durumlarda tam özgürlükçü demokrasi içinde, sokaklarda nümayişlere başlar; ortalığı yakıp yıkarlardı!
Hâlbuki özgürlük ve demokrasi; bir üretiş ilişkilenmesi içinde olup, toplumsal yönetimle; yönetilen arasındaki gerilimi düzenleyen bağlarında geliştirilen bir anlama ve somutluktu. Günümüzde toplumsal olmayan alanda; halksa, kişisel öznel yaşayışların, güya toplumsal haklar ve toplumsal özgürlükler gibi ortaya konuşları müsamaha edilirken; gerçek anlamda özgürlük ve demokrasi için insan çabalarına hiç göz açtırılmıyordu.
Şu da unutulmasın, Roma’da da, o çağda; sisleri aralanmamış anlamanın tutum olacakla belli belirsiz olmakla birlikte, halksal (halka ait) alanların yaşamı ile toplumsal (topluma ait) alanların yaşamı, geniş yığınlarca aynı görülmektedir. Bunu kusur bile addedemeyiz. Bugün bile bu iki alan farkı çok çok büyük oranda insanların bilmediği bir olumsuz tutumdurlar.
“Tanrı’dan izinli (icazetli) hırsızlıkları (kötülükleri)” yazıp oynatan Lukretus (Epicurus), bir başka tragedyasında fatalist (kaderci) sızlanmalar yapan birini: “Tanrıya inanıyorum, ne var ki tanrılar insanların işine karışmıyorlar” dedirtti. Bunu dedirttikten sonra da şunu ekletir: “eğer tanrılar insanlara karışsa idi, iyi insanlar mutlu, kötü insanlar mutsuz olurdu” diyecek kadar akıl ve izan sahibi bir müdriklik ve kuşkuculuktu. Epikür oyuncuya; “oysa tam bunun tersinin gerçekleştiği görülüyor” diyen çıkartımnı söyletecekti. Düşünce özgürlüğü böyle bir şeydi.
Siz düşünce özgürlüğü olacakla bir anlatımı yansıtırken, her şey gibi bir yansımanın bambaşka yansımaları da olabilmektedir. Çünkü her şey çift (çoklu) karakterlidir. Siz olayı anlamayıp, hakaret kastı içermezden ifade edileni hakaret kastı ile de bağıtlanabilir bir olağan durumu; ‘kutsalıma hakaret ediyor’ bağıntısıyla yansıtmayı girişirseniz; orada düşünce özgürlüğü ölür.
MÖ. 99-55 yılları arasında yaşayan ve Spartaküs Ayaklanmasını (M.Ö 73’te) gören çılgın dahi Lukretus, hayatını intiharla sonlandıracaktı. Kendinden önceki düşünürler Dünya’yı dört öğeyle açıklıyorlardı. Hele Platon gibiler, Dünya’yı İde’lerle açıklarken Epikür (Lukretıus) Dünya’yı gökte devinen atomların rastlaşması ile şeyler (nesneler) ortaya çıkarırlar diyordu. “Süresi (vadesi) dolanlar rastlaşırlar” diyordu. Dünya’yı 4 öğeden oluşturan diğer filozofların, 4 eleman dediklerini dahi Lukretus: bu temel dört eleman; bu rastlaşmaların çarpışmasından çıkar, diyordu. Bu birleşmeler çözülür, ölür; ama atomlar ölmez diyecekti.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.